Görünüşte, emperyalizm geçmişin bir kalıntısı gibi görünebilir. Avrupa imparatorlukları tarafından dünyanın dört bir yanındaki halkların ve bölgelerin tabi kılınması ve sömürülmesi, çok uzun zaman önce, on dokuzuncu yüzyılın sonlarında zirveye ulaştı. Daha sonra, yirminci yüzyıl boyunca uzun bir sömürgeleştirmeden arındırma süreciyle, Küresel Güney ülkeleri resmi bağımsızlık kazandı.
Ama Avrupa imparatorluklarının bu resmi sonu, onların çok çeşitli ve kalıcı mirasları tarafından gölgelenmektedir. Örneğin, küresel gelir dağılımı inatçı bir biçimde uzun ömürlüdür: genel olarak, yirminci yüzyılın başlarından itibaren en zengin ülkeler bugün hâlâ en zengin ülkelerdir ve çoğunlukla, o zamanın en yoksul ülkeleri de en yoksul arasında kalmaya devam eder. Bazı Doğu Asya devletleri Batı’ya yetişebilmiş olsa da, genel olarak, göreceli küresel gelir sıralamalarında çok az hareket söz konusudur. Benzer şekilde, akademisyenler, emperyalizmin etkilerinin, birçok eski sömürgenin iç iktisadî, siyasî ve altyapısal karakteristiklerinde hâlâ görünür olduğunu ileri sürmüştür.
Emperyalizm dünyayı şekillendirmiş ve çeşitli etkileri günümüzde hâlâ görünür olsa da, emperyalizmin en önemli nedenlerine ilişkin tartışmalar henüz sonuçlanmamıştır. Hepsi Avrupalı yöneticilerin neden sömürgeleri ele geçirmek ve sömürmekle meşgul olduklarını açıklamayı amaçlayan çok sayıda iktisadî, kültürel ve siyasî kuram mevcuttur. Bu bağlamda, geçenlerde, Avrupa devletlerarası rekabetlerin hayati rolüne tamamen odaklanan yeni bir kuramı tanıtan bir makale yazdım.
Özgül olarak, bu rekabetlerle ilişkili üç mekanizmanın küresel sömürge genişlemesine yol açtığını öne sürüyorum. Bunlardan birincisi, hükümdarların bölgesel genişleme yoluyla görece saygınlık kazanımları arzusu; ikincisi, yinelenen devletlerarası savaştan kaynaklanan önemli bütçe baskıları; ve üçüncüsü, emperyalizmin uzun vadede sürdürülmesinde kazanılmış hakları olan donanmalar ve ordular biçiminde güçlü çıkar gruplarının yaratılması.
Saygınlık kazanımları
Avrupa devletlerarası rekabetlerin önemli bir bileşeni, yöneticilerin görece saygınlık kazanma arzusuydu. Savaşta kazanılan zaferler ve buna bağlı olarak toprak edinimleri, siyasi seçkinlerin yalnızca askeri ve iktisadî gücünü iyileştirmekle kalmadı, aynı zamanda göreli statülerini belirlemede de önemli bir rol oynadı: hükümdarlar, bölgesel etki alanlarını genişleterek, emsallerinin takdirini kazandı.
Ama Avrupa’da yeni toprakların işgali çeşitli nedenlerle genellikle çok zordu. Bu nedenlerden biri, kıtadaki diğer yönetici seçkinlerin, tipik bir biçimde karşılaştırılabilir askeri teknoloji ve taktiklere, yani önemli savunma kabiliyetlerine erişime sahip olmasıydı.
Aynı şey dünyanın diğer bölgelerindeki yönetim birimleri için geçerli değildi. Avrupalı ordular, oralarda, askeri teknoloji ve taktiklerdeki keskin bir asimetriden sıklıkla yararlandı; bu da onlara, çok daha az direnişle geniş toprak parçalarını işgal etmelerine izin verdi. Bu nedenle, hükümdarların bölgesel kazanımlar yoluyla görece saygınlık için sürekli sıfır toplamlı mücadelesinde, denizaşırı sömürgelerin kurulması genellikle statülerini iyileştirmenin daha kolay bir yolunu temsil ediyordu.
Bütçe baskıları
İkinci bir maddi etmen, yönetici seçkinlerin emperyal genişlemeye yönelik dürtülerini şekillendirdi: savaş dönemleri sırasında askeri harcamaların artmasından kaynaklanan bütçe baskıları. Büyük güçler muharebe sahasında ya da deniz muharebelerinde karşı karşıya geldiklerinde, askeri satın alımlardan kaynaklanan bütçe açıkları zaman zaman görülmemiş boyutlara ulaşıyordu. Sonuç olarak, yöneticiler borç düzeylerinin balon gibi şişmesinden kaynaklanan mali yükü hafifletmenin yollarını aradı.
Sömürgeci genişlemenin ilk dönemleri, Avrupa devletlerine büyük miktarda gümüş ve altın akışı sağlamıştı. Ve tüm sömürge girişimlerinin kârlı olmadığı ortaya çıksa da, siyasi seçkinler arasında emperyalizmin genellikle kazançlı olduğuna (ya da en azından böyle olma potansiyeline sahip olduğuna) dair yaygın bir inanç vardı. Bu nedenle, hükümdarlar koloniler kurmaya ve sömürge ticaretinden tarifeler almaya çalıştı çünkü bunların çok önemli ek vergi gelir kaynakları olacağını tahmin ettiler.
Çıkar grupları
Üçüncü ve son mekanizma, güçlü çıkar gruplarının yaratılmasıdır. Özgül olarak, ordular ve donanmalar başlangıçta yalnızca yöneticilerin elinde savaşları etkin bir şekilde yürütmek için “araç”ları temsil etseler de, bu örgütler ve liderlikleri kısa sürede kendi gerçek çıkarlarını ve siyasi gündemlerini geliştirdi. Ne de olsa, devlet onları kayda değer maddi ve zorlayıcı kabiliyetleriyle donatmıştı; bu da, devletin onlara bu kaynaklara erişimlerini meşrulaştıracak kalıcı (barış zamanı) bir amaç bulmaları için yalnızca araçları değil, dürtüleri de verdiğini ima ediyordu.
Böylece, doğrudan askeri çatışma sona erdiğinde, ordular, toplumsal ve iktisadî konumlarını desteklemek için bir sonraki en iyi amaç olarak emperyal genişlemeyi teşvik etmeyi kendi çıkarlarına buldu. Kolonilerin kurumsallaşması genellikle zor kullanmaya dayandığından (ve dolayısıyla üstün askeri güç gerektirdiğinden), ordular ve özellikle deniz kuvvetleri için doğal bir anlam kaynağı haline geldi.
Tarihsel rekabet
Büyük Avrupa güçleri arasında iyi bilinen iki ayrı rekabeti göz önünde bulundurarak bu üç mekanizmayı işbaşında görebiliriz. İlk rekabet, on sekizinci yüzyılda İngiltere ve Fransa arasındaki rekabettir. Özellikle bütçe baskıları ve çıkar gruplarının oluşumuyla ilgili yukarıda söz edilen mekanizmalar bu dönemde oldukça alakalı ve görünür durumdadır.
1688’de başlayan bir dizi büyük savaşın bir sonucu olarak, hem İngiltere hem de Fransa, kamu harcamalarında çarpıcı artışlar yaşadı ve daha sonra bu bütçe sorunlarını çözmek için koloniler ve sömürge ticaretini kurmaya ve azami ölçüde sömürmeye çalıştılar. Dahası, İngiliz Kraliyet Donanması, emperyal genişlemenin sürdürülmesinden çıkar sağlayan ve bunun için lobi yapan son derece güçlü bir örgüt haline geldi. Buna karşılık, Fransız donanması iyi finanse edilmedi ve İngiliz muadili kadar güçlü bir çıkar grubu haline gelemedi; bu, Fransa’nın bu yüzyılda genellikle daha az başarılı olan sömürge genişlemesini kısmen açıklayabilir.
Bu mekanizmaları anlamamıza yardımcı olan ikinci tarihsel dönem, on dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında İmparatorluk Almanyası’yla Büyük Britanya arasındaki rekabettir. Bu tarihsel rekabette, hükümdarların sömürgeler aracılığıyla saygınlık kazanma arzusu özellikle belirgindir. Hem Britanya hem de Alman seçkinleri, ülkelerinin büyük güç statüsünü korumak için bir sömürge imparatorluğunun gerekli bir araç olduğuna ikna oldu.
Bu bağlamda, Alman dışişleri bakanı (daha sonra Reich şansölyesi) Bernhard von Bülow, Alman İmparatorluğu için “güneşte bir yer” talep etmesiyle kötü bir ün kazandı. Ayrıca, özellikle on dokuzuncu yüzyılın sonlarında önemli kaynaklara erişimi sayesinde, Alman donanması hızla siyaseten güçlü bir fail haline geldi ve subayları bir “denizcilik” ideolojisini benimsedi. Bu ideolojiye göre de sömürgeler, büyük güç statüsü için gerekli araçlardı. Bu nedenle, bu özel büyük güç rekabetinde hem saygınlık hem de çıkar gruplarıyla ilgili mekanizmalar oldukça görünür durumdadır.
Emperyalizm neden hâlâ önemli
Avrupa’nın çağdaş uluslararası konumunun doğrudan geçmişiyle ilişkili olduğu açıktır. Hâlihazırdaki küresel gelir dağılımının ve siyasi gücün emperyalizm çağını açıkça yansıtmasının yanı sıra, Avrupa Birliği’nin varlığı, devletlerarasında yüzyıllardır süren yoğun askeri rekabetin doğrudan bir sonucudur.
Bu anlamdaki en önemli kavrayış, bu iki temel tarihsel olgunun yakından ilişkili olduğudur. Avrupa’nın büyük güçleri arasındaki sürekli ve yoğun rekabet, emperyalizmin aslî nedenlerinden biriydi. Ve bu tarihsel görüngü, içinde yaşadığımız dünyayı şekillendirmeye devam ettiği için, her ikisini tüm karmaşıklığıyla yalnızca anlamakla kalmamalı, aynı zamanda aralarındaki çok yönlü bağlantıları da incelemeliyiz.