yazılariktibasPüritenlik sarmalları, siyasi ittifaklar ve hareket inşası – Jane Clare Jones

Püritenlik sarmalları, siyasi ittifaklar ve hareket inşası – Jane Clare Jones

alıntı yapılan kaynakdunyadanceviri.wordpress.com
Orjinal yazının kaynağıjaneclarejones.com
diğer yazılar:

Bir süreliğine ortada olmadığımı ve bir süre daha olmayacağımı söylediğimi biliyorum, ama bu meşum haber ABD’den gelmeden önceydi. Ve bu haber hem dehşet verici, hem de korkunç derecede açıklığa kavuşturucu.

Geçtiğimiz hafta, son dört yıldır aralıklı olarak kendini gösteren bir yarılmanın bir başka acı verici tezahürü yaşandı. Bu yarılma benim için kişisel ya da bireysel bir mesele değil. Benim derdim kişilikler, güç kazanmak, tanınmak ya da bir grup ‘elit’ kadının gücünü ‘sıradan’ kadınların seslerine karşı desteklemek değil. Kadınların, yaptıkları katkıların değer görmediğini hissetmeleri beni çok üzüyor çünkü bu harekette önemli olan tek işin okulda size iyi notlar getiren şeyler olduğu doğru değil.[1] Birçok kadının bu konuda incinmiş hissettiğini biliyorum ve kadınların bu dünyada yeterince tanınmadıklarını ve çoğu zaman potansiyellerini gerçekleştirebilme şansını bulmak için bile çok mücadele etmek zorunda kaldıklarını biliyorum. Ki bizim için savaşmamın ve her işin kıymetli olduğunu söylememin (bunu tüm kalbimle söylüyorum) sebeplerinden biri de bu. Bu harekette bir hiç olan kimse yok. Birlikte, dahil olmayı umduğum en canlı, nefes alan, cıvıl cıvıl, renkli, güçlü, politik kuvveti yarattık. Ve her bir kadının yaptığı her bir şey önemli.

Benim için bu yarılma, kişiliklerle değil siyasetle ilgili. Bu, siyasi bir hareket inşa etmek ve bu hareketin kimin siyasi çıkarlarını temsil ettiği ile ilgili.

Çünkü işin özüne geldiğimizde, siyasi hareketlerin meselesi budur.

İçinde bulunduğum – birlikte inşa etmemize katkıda bulunmaya çalıştığım – hareket, her şeyden önce, bir sınıf olarak kadınların çıkarlarını temsil etmekle ilgili. Bu, bir cinsel sınıf olarak kadınların siyasi varlığını, bundan kaynaklanan haklarını ve kaynaklarını savunmak ve siyasi bir sınıf olarak kadınları yok etmenin dişi insanlara, özellikle de aramızdaki en savunmasız olanlara vereceği zarara direnmekle ilgili. İkincisi, geylerin ve lezbiyenlerin, eşcinsel çekimleri etrafında sınırlar çizme haklarını savunmakla ilgili ve erkek egemenliğine ve erkek baskısına karşı çıkan kadın yanlısı bir hareket olduğumuz için, özellikle lezbiyen kadınların cinsel sınırlarını savunmakla ilgili. Son olarak, biz kadın olduğumuz ve birçok kadın anne olduğu için, aynı zamanda çocukları ve onların zihinsel ve cinsel olgunluğa ulaşmalarını sağlayan gelişimsel süreci savunmakla da ilgili. Toplumsal cinsiyet açısından eleştirel feminist ilkelere dayanan endişelerimiz, ataerkil cinsiyet normlarının çocuklara muhafazakar bir şekilde dayatılmasını eleştirmek ve çoğu gey ve lezbiyen olacak olan toplumsal cinsiyet normlarına uyumsuz çocukların medikalize edilmesini önlemeye dayanmaktadır. Kadın yanlısı bir hareket olarak, kendisini trans tanımlayan kız çocuklarındaki ve genç kadınlardaki şaşırtıcı artışa, toplumsal cinsiyet normlarına uyumsuz ve lezbiyen kız çocuklarına verilen zarara ve onları daha ergenliğine bile girmeden cinsel objelere dönüştüren şiddet dolu bir ataerkil toplumda ergenlik travması geçiren tüm genç kadınlara dikkat çekmekte özel bir çıkarımız var.

Bu konuda ‘akademik’ ya da ‘teorik’ bir şey olduğunu düşünmüyorum.

Bence bu, kadınları kendilerine ve çocuklarına verilen zararlara karşı savunmakla ilgili.

Bence bu, kadınların siyasi çıkarlarını ve bu çıkarları savunduğumuz siyasi zemini temsil etmekle ilgili.

Şu an yapılan tartışmalarda püritanlık sarmalları ve püritanlık siyaseti lafları çok dolaşıyor. Nedenini anlıyorum ve çoğuna katılıyorum. Temel olarak ortaçağ püriten cadı avının enkarnasyonu olan siyasi bir hareketle karşı karşıyayız. Her gün, haklı olma duygusuyla zil zurna sarhoş olan ve zamanlarını Twitter’da linç çeteleri toplamak için koşuşturarak geçiren bir grup sahte sofu narsist pislikle uğraşıyoruz çünkü ‘Seçilmişlerin Bir Üyesi’ olduğunu iddia eden biri, bir gün barda J.K.R’i takip eden birinin tweet’ini beğenmiş birinin yanında oturmuş falan oluyor. Saçma sapan iddialarının, saçma benzetmelerinin ve tüm saçma abartılı ve duygusal şantajlarının her birine tam ve eksiksiz bir uyum talep eden totaliter bir kültle karşı karşıyayız. Buna göre, onların terelelli ölçüsündeki gerçeklik inkarının akıl almaz ölçüde zararlı sonuçlarının hiçbiri, sorgulanmak şöyle dursun, bahsedildiği kadar kötü bile değil ve bunlardan bahseden herkes insanlık tarihindeki her türlü siyasi canavar olmakla suçlanmalı.

Bence hepimiz için önemli olan nokta, bizim bir kült olmamamız. Çağdaş trans hakları siyasetinin otoriterliğine ve daha genel olarak “sosyal adalet/woke” solun aşağılık siyasi hoşgörüsüzlüğüne ve sofuluğuna karşı çıkmamız önemli. İnsanların siyasi görüşlerini özgürce ifade etmelerine izin vermemiz ve hepimizin her konuda hemfikir olmak zorunda olmadığı gerçeğine saygı duymamız önemli. Lanet olası ikiliği parçalama konusunda bize sürekli sofuca nutuk çekenlerin üzerimize yaylım ateşiyle boca ettiği siyah beyaz ‘biz’ ve ‘onlar’, ‘güzellikler’ ve ‘kötülükler’ ikili saçmalıklarını bizim de çoğaltmamamız önemli.

‘Biz’e karşı ‘onlar’, nefret ve yansıtma ve ‘ötekileştirme’ ve hoşgörüsüzlük üzerine dönen bir tür negatif siyaset tarzı var. Ancak, belirli insan gruplarının dünyadaki gerçek maddi çıkarlarını savunmakla ilgili pozitif bir siyaset tarzı da var. Trans hakları hareketi, bizi nefret ve ötekileştirme ile ilintilendirerek, “trans karşıtı” Nazi yobazlar olduğumuzu iddia ederek susturmaya ve suçlamaya çalıştı. Buna cevaben, sürekli olarak ‘trans karşıtı’ değil, ‘kadın yanlısı’ olduğumuzu savunduk. Yaptığımız şey, kadınların siyasi çıkarlarını ve kadınların bir cinsel sınıf olarak ezildiğinin analizini savunmak. Bir grup insan çıkıp bize kadınların siyasi çıkarlarının nefret suçu olduğunu söylemeye başlarsa, kibarca siktir olup gidebilirler.

Elbette, siyasi görüşlerinizi veya siyasi çıkarlarınızı paylaşmayan insanlarla konuşmak mümkün ve hatta arzu edilir bir şeydir. Onların tamamen kötü insanlar olduğunu düşünmemek mümkündür ve elbette, tamamen kötü olan çok az insan vardır. Köklü anlaşmazlıklarınız olan insanları sofuca küçümsemek ya da onları insan olarak tamamen çöpe atmak ya da canavarlaştırmak ya da kendinizin ne kadar saf ve iyi, onlarınsa ne kadar korkunç ve kötü olduğu hakkında pozlara girerek kendinizden geçmeniz lüzumsuz. Bunun, dünyanın insanlara ne kadar kötü davrandığını gerçekten düzeltmeye ne faydası var? Ve insanların siyasi görüşlerini ifade etmelerini engellemeye çalışmak, işlerinden kovulmalarını sağlamaya çalışmak ya da siyasi projenizi toplumun geri kalanına uygulamak için çarpık bir güvenlik ve zarar söylemini, doğru düzgün demokratik tartışma veya siyasi inceleme olmaksızın manipülatif bir şekilde kullanmak kabul edilemez.

Hepimiz, siyasi olarak aynı fikirde olmadığımız insanları (hatta taban tabana zıt siyasi çıkarlara sahip olsak bile) ötekileştiren ve canavarlaştıran bir siyasi püritanlık söylemine karşı çıkmalıyız. Hepimiz, herhangi birinin siyasi görüşünü susturmak, onun kendi siyasi çıkarlarını temsil etme ve bu çıkarlar için kendi argümanlarını ortaya koyma hakkını inkar etmek için onu canavarlaştıran bir söyleme karşı çıkmalıyız. Buna hepimiz karşı çıkmalıyız çünkü bu demokrasinin dokusuna ve işleyişine aykırıdır.

Ancak demokrasi de, farklı insan gruplarının çıkarlarını savunan farklı insan grupları olduğunda en iyi şekilde işler. Benim ve birçoğumuzun inşasında yer aldığımıza inandığım hareket, toplumsal cinsiyet eleştirel feminist ilkelere dayanan kadın yanlısı bir harekettir. Kadınların siyasi çıkarlarına açıkça düşman olan ve kadınlara anlatılmaz zararlar verecek bir siyasi eylemi başarılı bir şekilde yürürlüğe koyan insanların, tanımı gereği, bir sınıf olarak kadınların çıkarlarını temsil etmekle ilgili bir hareketin parçası olamayacaklarını ve hatta, kadınların siyasi çıkarlarını temsil etmeye gerçekten dayanan herhangi bir hareketin müttefikleri bile olamayacaklarını iddia etmek, püritanlık siyaseti değildir. Bir kadının ne olduğunu bilen ve bu bilgiyi kadınların özgürlüğünü elinden almak için kullanacak insanların çıkarları, bir kadının ne olduğunu bilen ve kadın haklarını onları ellerinden alacak türden insanlardan korumak için bu bilgiye ihtiyacımız olduğunu anlayan insanların çıkarlarıyla aynı değildir.

Bu sadece aynı fikirde olmadığınız insanlarla ‘konuşmak’ ya da onların konuşma hakkına saygı göstermek veya onları sofu birer pislik gibi canavarlaştırmamak meselesi değil. Hangi gazeteyi okuduğunuz, hangi gazetede yazdığınız veya hatta hangi sohbet programı sunucusuyla konuştuğunuzla ilgili de değil. Burada mesele, burada bizim derdimiz, kadın hakları adına, kadınların üreme özgürlüğü hakkını ortadan kaldırma konusunda başarılı olmuş ve gidişata bakılırsa bir sonraki hedefi gey ve lezbiyenler olan bir programa aktif olarak katılmış insanlarla somut biçimde işbirliği yapılması ile ilgili. Trans ideolojisine karşı muhalefetimiz, toplumsal cinsiyet eleştirisine ve ataerkilliğin kadınları üreme kaynağı olarak kontrol eden bir sistem olarak işlediğini anlamaya dayanıyor. Kürtaj hakkı ve doğum kontrol hakkı – ki bu ikincisi de şu anda ABD’de tehdit altında – üzerinde durduğumuz siyasi zeminin tam kalbinde yer alıyor. Maddi siyasi ittifak içinde olmamamız gerektiğini söylediğimiz insanlar, kadınları erkek kontrolü altındaki üreme birimlerine dönüştürmeyi amaçlayan onlarca yıllık bir kampanyanın yürütücüsü oldular. Matt Walsh’ın Twitter biyografisinde ‘teokratik faşist’ yazıyor ve espri yapmıyor. Bu insanların Gilead’dan dümdüz aşağı indiğini söylemek abartı olmaz.

Matt Walsh gibi biri ve onun The Daily Wire’daki dostlarıyla ya da Alliance Defending Freedom (ADF, Özgürlüğü Savunan İttifak) veya Heritage Foundation ile müttefik olabilmemiz, ancak kadın yanlısı bir hareket değilsek ve TRA’ların bize sürekli söylediği gibi, tek zeminimizin kadınların diğer çekirdek politik çıkarlarını dışlayan bir trans karşıtlığı olmasıyla mümkün. Bize sağcı, Nazi, alternatif sağcı, Hıristiyan köktendinci dedikleri zaman TRA’larla sürekli tartışıyoruz. Erkek ve dişi insanların var olduğunu bilmenin, ancak 2×2’nin 4 ettiğini bilmek kadar siyasi ortaklaşma işareti olduğunu doğru bir şekilde belirtiyoruz. Burada üç siyasi pozisyon olduğunu, bunların sahte bir ikiliye indirgenmeye devam ettiğini ve toplumsal cinsiyet eleştirel insanların Matt Walsh gibi insanlar gibi muhafazakar nedenlerle trans ideolojisine itiraz etmediklerini belirtiyoruz. Bize sürekli olarak Nazi diyerek ve Hristiyan sağı tarafından yardakçı olarak kullanıldığımızı söyleyerek uyguladıkları duygusal şantaja boyun eğmeyeceğimizi, manipüle olup doğru bildiklerimizden şaşmayacağımızı ve kadın haklarını trans hakları hareketinin taleplerine kurban etmeyeceğimizi belirtiyoruz.

Ama eğer söylediğimiz buysa, söylediğimizi yapmamız bir siyasi doğruluk meselesidir. Bu, aslında temsil ettiğimizi söylediğimiz insanların çıkarlarını temsil etme meselesidir. TRA’lar, kadın haklarına ve eşcinsel haklarına düşman olan aşırı sağcı ataerkil erkeklerle ittifak içinde olduğumuzu ve bunun hareketimizin sahte olduğunu, vitrinden başka bir şey olmadığını gösterdiğini söylüyorlar. Onlara her zaman bunun gereksiz bir iftira ve bizi siyasi olarak zorlamak için kullandıkları bir yalan olduğunu söylüyoruz. Ve onlara bunun bir yalan olduğunu söylediğimizde, gerçeği söylüyor olmamız önemli. Bu önemli, çünkü bu hareketin gücü ve başarısı ve onca şeye rağmen kazandığımız her şey, iktidar karşısında hakikati söylediğimiz gerçeğinden kaynaklanmaktadır. Bu önemli, çünkü gerçekliğin yapısını ve kadınların doğrudan bu gerçeklikten gelen politik çıkarlarını savunuyoruz. Bu önemli, çünkü kadınların üreme cinsiyeti sınıfı olarak ezildiğini söylediğimizde ve bir üreme cinsiyeti sınıfı olarak kadınların çıkarlarını örtbas edecek ve ortadan kalkacak bir ideolojiye karşı durduğumuzda, aslında yaptığımız şey bu. Kadın yanlısı olduğumuzu söylediğimizde, gerçeğin bu olması önemli.

Kim olduğumuzun gerçeği bu değilse, o zaman bu siyasi mücadeleyi kazanacağımıza inanmıyorum.

Ve eğer kim olduğumuzun gerçeği bu değilse, o zaman bu siyasi mücadeleyi kazanmamamız söz konusu olabilir, çünkü uğruna savaştığımızı iddia ettiğimiz insanlara verilen zarar astronomik olacaktır.

Bunun püritanlık siyaseti olduğuna inanmıyorum.

Bunun, temsil ettiğinizi iddia ettiğiniz insanların siyasi çıkarları adına hakikate sahip çıkma meselesi olduğuna inanıyorum.

Bu, sol-sağ veya iyi İşçi Partisi-kötü Toryler şeklinde bir kabile siyaseti meselesi de değil. Bu, holigan futbol taraftarlığı gibi siyasi tarafınızı desteklemekle ilgili değil. Soldan gelen, şimdi siyasi olarak yurtsuz hisseden, erkeklerin çıkarlarını kadınların çıkarlarının üzerine bu kadar şeffaf ve duygusuz bir şekilde yerleştiren siyasi güçler tarafından terk edilmiş ve ihanete uğramış hisseden birçoğumuz var. Amerika Birleşik Devletleri’ndeki kadınlar şimdi iki güçlü ataerkil cephe arasında sıkışmış durumda. Kadın bedenlerinin ataerkil baskı altına alınışının temel bir biçimini dayatan, bizi üreme kaplarına indirgeyerek insanlığımızı yok eden bir cephe ile, bizi yasada silen ve, üreme haklarımızı savunacak olsa da, varoluşumuzun ta kendisini ve bu en eski ve izahtan vareste şekilde baskı ve denetim altına alınmamızın bedenlerimiz nedeniyle olduğu gerçeğini inkar eden bir cephe arasında.

Benim için bu mücadeleye soldan geldiğimi söylemenin anlamı, her şeyden önce, kadınların bir sınıf olarak maddi çıkarları için mücadele ettiğimiz anlayışından geldiğimi söylemek. Binlerce yıldır bizi erkek ihtiyaçlarını ve erkek çıkarlarını karşılamak için bir kaynak olarak kullanarak insanlıktan çıkaran, sömüren ve travmatize eden bir erkek iktidarı sistemine karşı savaştığımız anlayışı. Ve yine, bu konuda ‘akademik’ hiçbir şey yok. Gezegenin dört bir yanında her Allah’ın günü ve saati kadınların bedenlerine dayatılan şey zor ve şiddet ve şimdi bu, özgürlük, demokrasi ve ilerlemenin beşiği olduğunu iddia eden bir ülkede yaşayan kadınların bedenlerine kör edici, dehşet verici bir şeffaflıkla dayatılacak.

Bu, her zaman söylediğimiz gibi, cinsiyete dayalı iktidar ve kadınların bedenleri, üretim ve yeniden üretim emekleri ve boyun eğdirilmesi konusunda erkeklerin çıkarları hakkındadır. Bu mücadeleye kadınların siyasi çıkarlarını savunmak adına ve cinsiyete dayalı baskının analizi zemininden gelen bizler, solcu erkeklerin de bedenlerimizi ve emeğimizi sömürme konusunda sağcı erkekler kadar çıkar sahibi olduklarını ve bunun, bir yandan başlarının üzerindeki woke halelerini cilalarken diğer yandan bizi silip bastırılmış tüm kadın düşmanlıklarını üzerimize boca etme konusunda bugün neden bu kadar bariz bir şekilde iştahlanmış olduklarıyla ilgisinin tesadüfi olmadığını defalarca belirttik. Kadınlar, kadınların siyasi çıkarlarını temsil etmek için erkeklerin egemen olduğu herhangi bir siyasi harekete bel bağlayamazlar ve böyle bir güvenin sonu her zaman kötü olmuştur. Bu yüzden bir kadın hareketine ihtiyacımız var ve her zaman bir kadın hareketi ile oldu her şey. Bu yüzden erkekler – hem soldan hem de sağdan – bu hareketi sömürgeleştirmeye ve kadınların çıkarlarına karşı çevirmeye ilgi duyuyorlar. Bu nedenle, kurumsal erkek iktidarına yaranmak isteyen kadınlar, hareketimizi bize karşı çevirmek için işbirliği yaptıklarında ödüllendiriliyorlar. Bu nedenle, tekrar tekrar, hareketimizi, kadınların insanca bir yaşam sürmek için neye ihtiyaç duydukları ve kadınların özgür olmaları için neye ihtiyaç duydukları temelinde sıfırdan ve yeniden inşa etmeliyiz.

Kendimizi içinde bulduğumuz bu zorlu, öğütücü, travmatize edici savaşın tüm dehşeti ve sıkıntısı içinde beni çarpan bir yürekle ve heyecanla mücadele etmeye motive eden şey, kadınlar olarak birleşmenin, yaşamlarımız hakkında ve birbirimizi bulmanın ve gereksinimlerimiz için birlikte ayağa kalkmanın politik olarak ne anlama geldiği hakkında konuşmanın enerjisi, öfkesi, tutkusu ve sevincidir. 2019’un başlarında 500 kadını Bloomsbury’deki bir kilisede bir araya getiren Woman’s Place, hayatımın en elektrikli ve heyecan verici siyasi deneyimiydi. 1980’lerden beri kadın hareketinde yer alan ve daha önce hiç böyle bir şey görmediklerini ya da hissetmediklerini söyleyen kadınlar vardı. O salon umut ve kararlılıkla dopdoluydu. Ve en kötü dönemde çok şiddetli bir mücadele yürüttüğümüz 2018’in o uzun ve sert en son siper mücadelesinden sonra, iliklerimde ve tüm kemiklerimde, omurgamdan yukarı doğru tırmanan bir ürpertiyle kazanabileceğimizi hissettiğim an, o salondu.

Kazanacağız çünkü haklıyız. Çünkü dişi insanların siyasi çıkarları için, yasalarda tanınma hakkımız için mücadele etmek; haysiyet ve emniyetimiz için ve maruz bırakıldığımız şiddetten iyileşmek için ihtiyaç duyduğumuz alanları savunmak haklı bir davadır. Çünkü insanların varlığımızı sömürgeleştirmeye çalışması ve çıkarlarımızı kendi çıkarlarına boyun eğdirmesi haksızlıktır. Çünkü insanların bizim varoluşumuz ve haklarımız pahasına onların isteklerine boyun eğmemiz için bizi zorlamaya ve zorbalık etmeye çalışması totaliter ve antidemokratiktir. Çünkü gerçeklik kelimelerle ortadan kaldırılamaz ve insanlar mevcut trans hakları hareketinin projesinin merkezinde diğer insanların ihtiyaçlarının içine edilmesinin, gerçekliğin inkarının ve zorla dayatmanın olduğunu anladıklarında, bu projeye geçit verilmeyecek. Bizim işimiz bu gerçeği iletmek ve bunu çok çok etkili bir şekilde yapıyoruz.

Bir erkek iktidarı sisteminde yaşıyoruz ve davamızın haklılığını anlamaları ve destek vermeleri için erkek insanlara ihtiyacımız var. Ama biz bu hareketi, soldan ya da sağdan gelen erkekleri eğleyerek inşa etmedik. Bu hareketi kadınların emeği, yeteneği, tutkusu, zekası ve yaratıcılığı üzerine inşa ettik. Kadınlar için kadınlar tarafından yapılan afişler, kelimeler, kurdeleler, kostümler, tişörtler, dikişler, çıkartmalar, konuşmalar ile inşa ettik.

Bunu, politik bir cinsel sınıf olarak kadınların çıkarları için ayağa kalkarak ve bir cinsel sınıf olarak çıkarları nerede ve ne zaman çiğnenirse çiğnensin, kadınları kendilerine verilen zarara karşı savunarak inşa ettik.

Ve tam olarak yaptığımızı söylediğimiz şeyi yapıyor olmamız ve tam olarak söylediğimiz kişi olmamız çok önemli.

[1] Bu ‘akademik’ ve ‘sıradan’ kadın dinamiği etrafında şekillenen sorulara her zaman iyi yanıt vermediğimi biliyorum ve bunun için üzgünüm. Bu benim kendi yaralarımla ilgili bir soru.

  • Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Yeniçağ Gazetesinin editöryal politikasını yansıtmayabilir 
- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
358AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin