Türkiyeleşme gerçeğimiz net şekilde yoluna devam ediyor. Bir önemli paradoksla: hala K. Kıbrısta Türkiyede olan gelişmeler medya yayınlarında raslanmamaya direniyor. Bir “direniş” hattı gibidir. Israrla direk talimatlara karşın hala Türkiyeyi konuşmama, olaya katmama tutumları epey yaygındır. Son örnek daha ilginç: bir AİHM gitme kararında Takeci gazetecilerden biri mahkemeye gitme ve şikayet edilen makamı “Türk yönetimi” olarak söyledi. Bu gerçeği dahi söylememe arayışlarının ibretlik örneğidir. Neymiş “dava edilen Kıbrıs Türk yönetimiymiş”! Türkiye olma durumunu söylememe direnişi “başarılı” şekilde sürmejğe devam ediyor. Ama gerçek değişmiyor: Paketlerle ekonomi ve siyasyal yapılanma, gençlik kamplarıyla kültürleştirme, tarikat ağlarının da burada ilerlemesi, Marif vahfının da özel okul açma girişimi gibi yeniden yapılanmalar yoluna devam ediyor…
Özetlediğim bizlik tutumlara karşın Türkiyenin de paradoksal siyasal gerçeği vardır. Hernekadar rejim kurumsal olarak aşmazda olsa da yerine geçecek seçeneksizlik ve artırılan otoriterlik ile havuç göstermelerle seçimlerle gerekirse devam etme yolunu arıyor. Yüksek eflasyon, milhonlarca yolsuzluklar artık olmazsa olmaz halindedir. Hele de çözülme nedeniyle devlet içi güç mücadelesi sonucu uçuşan itiraflar, mafyalaşmış ilişkileri de ordan oraya savuruyor. Resimler, görüşmeler ve gerektiğinde yargı kararları artık işin vıcığını çıkardı. Ama, hala rejim seçeneksizlik gibi ayakta. Değişim için seçenek şükürü damıtılamadı. Sıkılmadan sabır ve şükür dilemeler de ordan oraya savruluyor. Şükretmenin ve sapretmenin önemli değer haline gelinen günlerden de geçilemez. Dinin gericileşerek kurumsallaşarak siyasallaşmanın adeta gözlerimizin içine sokularak yaşatılan örneğine tanık oluyoruz.
Mezhep ayrımı hem saldırılarla hem de siyasi hamle adına ziyaretlerle yeniden gündemleştirildi. Ben Türkiyeyi bildim bileeli süren Alevilik yeniden politik potaya konuldu. Sanmayın ki Cem Evleri ibadet yerleri olarak kabullenecek: o değildir. Ama bir yandan Alevi kesime saldırılar olurken, öte yandan Erdoğan kendine benzetiği Cem evi ziyaretiyle de değişik rolde karşımıza geldi. Bu Hacıbektaş şenliklerine de yansıdı. Fakat, teslim edelim: CHP de ayni çizgiye çoktan geldi. Alah adını olca kulanıyorlar. Dini söylemleri ikidebir dilerinden düşürmüyorlar. Helaleşme, haram gibi kelimler eksik kalmıyor. Müslümanlık kıyası yapıyor. Haram yememe gibi didni sorular soruyorlar. Laikliği çoktan unutular. İtifaklarında ise hiç yok. Laikkliği öne çıkarma prokramı piyasada bulunmuyor. Ama dinsel retoriği kulanıp da sağa yaklaşarak oy devşirme işlerine iyice sarıldılar. Muhalif medya da peşlerinden tıpkı öteki karşıt medya gibi nerde Kılıçtaroğlu konuşsa yayında verme yarışına girdiler. Bu ilerde çok konuşulup eleştirilmeğe şimdiden hazır.
Alevilerin ne yazık her siyasal gericileşme veya otoriteleşme sürecinde katliyamla “ödüllendirildiği” mutlaka akılda tutulmalıdır. 12 Eylüle giderken ki Maraşla başlayıp Çoruma dek gelen peşpeşe katliyamlar ile ordunun direnerek katliyamı önleme yerine sıkıyönetim pazarlığı yaptığı günler pek uzakta değildir. Sivastaki provayla Madımak katliyamı da daha yakında bulunuyor. Hem de Sosyaldemokratların hükümetde olduğu dönemlerde bunlar gerçekleştirildi. Yine örgütlenmeğe çalışılan öğretmenlere karşı atmışlarda camileri bonbalahyıp provakasyon gerçekleştirmek de hala aklın bir yerinde kıvılcım gibi duruhyor. Şimdi de dinsel siyasallaşmanın tarikatsal örgütlerle hükümet koltuk mücadele zamanında Cem Devleri ziyareti ve Alevi saldırısıyla retorik sahnede oynanıyor. Oy almadan çok mesajlarla birşeylerin pişirildiği kesin. İki zıt gerçek birlikte bulunuyor. Diyalektiğin çelişkiler analizine benziyor….
Kürtlerin hikayesi bir başka: sadece Türkiyedeki kürtler değil, suriyedeki kürtler de hedefte. HDP acıdır: sadece merkez ve havuz değil muhalif medyalarda da pek sesi duyulmuyor. Sağ partilerin gezileri ve haftalık konuşmaları verilirken, HDP ayni çizgide görülmüyorlar. Bir anlamda Akşenerin de ilerde siyasal üst hazırlanışını da izliyoruz.***
Şükretmeği öğrenmeliyiz. Sapretmenin önemi tartışılmaz. Ama yoksuluk ile itibar bir değildir. Yolsuzluk ile hak istemek ise birbirinin tezatıdır. Bu kültürleşme de gelişiyor. Yasaklar mı: müzik konserlerinin artık kaçı yasaklandı taplosunu tutmak dahi yetmiyor. Sayıyı unutum. Fesdivalaerin iptali için birkaç gerici ve tarikatın isteği yetiyor. Hele de bizim medyanın oldukça hüzünlenip dışta kalmanın sancısı çektirilen islam oyunlarındaki görüntü ve verilen kararlar tarihi başka ders alıcı noktadır. Bunlar peşpeşe gelirken ve seçim kısgacında dıştan denklemi bozacak paradan öteki durumlara destek beklenirken, paradoksal gelişmeler de devam ediyor.
On ay önceki görüşme şimdi konuşulur gibi muhalif medyada. Suriye hikayesi bir bilmeceyle gelecek hesaplarına takılındı. Hala bazı yerlerin alınması talebi dıştan destekle beklenirken, Perinçeğin şama gitmesi de bu ne biçim turşu hikayesine dönüştü. Hep kolayca algı oyunları oluyor. Soruna “barış” kelimesi konulması “ki Kıbrısla alakalı çok kulanılıyor” öte yandan ufak bir buluşmayı abartarak önemli gelişme diye tartıştırmak da artık anlaşılması gereken oyunken, neden se hep hala kullanımlı umut aptalığında karşılık bulmaya devam ediyor.
Saymakla bitmez Türkiye taplosu. Güncel listesi de kabarık. En iyisi sorunlar karşısında sabretmek ve şükür çekip teşbih almak gerekir. Aksi halde çıldırıtılsınız. Hele de son Türkiye sokmama tutumları da bize şimdilik ilkk uyarı gibidir. Doğrusu gereken korkuyu da yaratı. Bilinmeyen ve baskı olunca sonunda korku getirmesi de doğaldır. Sapratme ve şükür çekmeği artık öğrenmeliyiz Hele işbirlikçi olursak mevki bile alırız. İnanmayan hükümetimizin içine baksın.