Önceki yazımda Kissingerın Güneşe “ne bekliyorsun, ilerle” değişi ile Güneşin de Ecevite telefon açıp “Ayşeyi tatile gönder” dediği Kırksekiz yıl önceki yakın tarih dolaşımı yapmaya çalıştım. Baktım ki bazı önemli eksiklikler var: ozaman bir yazı daha yazmaya karar verdim.
Gerçekten kkırksekiz yıl önce üç günlük yeni operasyonla Kıbrısın nerede ise Y.37 ele geçiren Türkiye bir anlamda elilerdeki Taksim tezinin de fiylen toprak alanını oluşturdu. Atila hatıyla bilinen ve çizilip hedefe konulan bu siyasetin tek kayan noktası, hat çizgisini aşarak önemli toprak daha lınmasıdır. Eğer, müdahale edilen zamanında askerler geri çektirilmese, bugün nerede ise Kıbrısın yarısı Türkiye kontrolundaki yapının elinde olacaktı.
Önemli bazı tarihi gerçekelr daha var: birinci çıkarma harekatında tüm dünya nerede ise destek verdi. Makariyos dahi buna dahildi. Çünkü, cuntanın yaptıkları ve fırsatlar bu ortaklığı oluşturdu. ABD dahi cuntayı desteklerken ayni zamanda Türkiyenin de hareket etmesini adeta ateşledi. İngiltere ise “tek başına yap” yanıtını verip, kılıfı garantörlük olarak da hazırlandı. Bilmem, karşı kutupta olan ve önceki müdahale hamlelerini sert şekilde eleştirdiği için engeleyen Sovyetlerin de desteklediğini söylersem, hatırlatırsam sanırım Sirilanka örneğinden sonra net dünya güçlerinin buluştuğu ardarda ikinci siyuasal duruş olmaktaydı.****
K. Kıbrıs oluşurken ingilterenin başlatıp yeni sömürge geçiş sürecindeki sunduğu taksim tezinin hayata geçişinin de gelişiydi. Elilerde Rumlar Eyoka ile ingiltereye karşı ve enosis derken, bizat ingilterenin de teşvik önerisiyle de Türkler Taksimi savundu. Konuşan kimseler hep ingilterenin “ madem rumlar enosis istiyor, siz de taksim isteğin” söylediğini hep eskiden söylüyorlardı. Unuturlam ve belek kaybına balık havızası da eklenince, çoğu gerçek ters düz oldu. Yetmişdört temmuzuyla resmen hem enosis hem de takisim tezleri ardarda uygulandı. Sonuçta taksim tezi hayata fiylen geçiyordu. Tüm anlaşmalar hep ötelenrek Kuzey Kıbrısta yeniden değişik olgularla yapılanıp Türkiyeleştirme yoluna sokuldu. Maraş dahi verileceği garantisiyle yerleşime açılmayarak ve TC askerinin kontrolunda hağmalanırken, hep uluslararası anlaşmalar dneilip işler geçiştirildi, uyuşturuldu.
Bu arada, Ağustosla resmen ada ikiye ayrılırken, yayılan belgelerle hep ABD suçlandı. Nedense ingiltereğe ayit çok az belge vardı. Yine de klasik tarihsel ABD Britanya itifakı Kıbrıs konusunda yetmişdört döneminde farklılaşmalar da yaşandı. Örneğin, Cenevrede masaya Türkiye öneriler sundu. Yunanistan ve Kıbrıs Cumhuriyeti kısa zaman isteğip değerlendirme yapma önerisi sundular. İngiltere resmen bu zamanı destekledi. Oysa Kissingerin tavrı net idi ve yukardaki Güneşe “ne bekliyorsunuz, ielrleğin” mesajıyla askeri hareket devam edip ada ikiye ayrıldı.
Bir başka ayrışma da Makariyos konusundaydı. Çoğu bulgulara göre Amerika ve başta Kissinger Makariyosun öldürülmesini istiyordu. İngiltere ise onu kaçırdı. Bu konuda Türk K. H. Resmen o dönem İngiltere elçiliğinde çalışıyordu ve Makariyosun kaçırılıp kaçırılmadığını öğrenmek için sarayın etrafına gönderilen elçilik görevlisiydi. Yine Makariyosun Kıbrısa dönüşünü İngiltere hemen isterken, ABD Kliridisin kalmasını ve bazı sorunların çözülmesini istiyordu. Kıbrısın yeniden Makariyosa verilmesine karşıydı.
Buna bağlı olarak Kissinger Sonbaharda Ecevite “bir miktar asker çek, Maraşı da sahiplerine ver, Kliridis başkanken, anlaşarak Kıbrıs resmen ikiye ayrılarak çözülerek iş bitsin” dedi. Fakat, Ecevit kazandıkığı “kahramanlık” imgesine de güvenip, hükümeti bozup seçime gidip, seçimi aldıktan sonra tartışmayı önerdi. Zaten Kissinger Ecevite hep şu başlangıçla konuya giriyordu “istersen”. Böylelikle Ecevit ret etikten ve seçime gidememe sonucu Kıbrısta Kissinger artık Makariyosun adaya dönmesine izin verdi. Böylelikle de Makariyos da gecikmiş şekilde adaya döner.****
Ben bu dönemi Erenköyde yaşadım. İyi bir ratyom vardı. Kısa dalgası da vardı. Türkçe ve Rumca yyayınları izliyordum. Siyasal eylimim ve konuyu anlama bakımından da bana konu hakında soran epey insan vardı. Şu tanıklığı da eklemeliyim: birinci müdahale çıkarmasında rum ratyoları marşlar çalıyor, bildiriler okuyordu. Oysa ikinci harekatda resmen ratyolar haber vermiyor ve sadece romantik okuşyuşlarla konudan kopu ve amaçsız yayın yaptılar. Savaşla alakalı pek de bilgi vermiyorlardı. Bu ikinci operasyonda rumların nedenli dağıldığını ve probaganda zayıflığının işaretiydi. Bu hep dikatimi çekti. Çünkü savaş halindeki taraflar hep propagandaya önem verir. Fakat, ikinci savaş sürecinde rum yyayınları oldukça anlamsızdı. Bir dönem sonra da sustular. Türk medyası da uçakların bombalayıp susturduğunu söylediler…
Bir başka nokta da birinci Temuz çıkarmasında bizde de çatışmalar sert şekilde oldu. İkinci çatışma sürecinde ise kurşun sıkılmadı. Rum tepelerinde nerede ise asker yoktu. Buda iki iki bölümdeki farklılıkların direk yaşanan kanıtlarımdır. Bunları da belirtmek gerekirdi.
Buna karşın birinci savaş dönemine göre ikinci üç gün çatışmalarında katliyamlar daha yoğun yaşandı. Sivil halk katledildi. Hepsi bir siyasal hedefi vardı. Enosisi ve takisimi yaşadık. Hayat ta taksim tezi kaldı. Devamı da günümüze dek geldi. Bu gerçeklerin çoğu unuturuldu. Unutup yerine daha uydurukların konulmasına da koşul oluşturuldu. Nitekim herkes Makariyosun ilk konuşmayı Baf ratyosundan yapıp canlı olduğunu söylediğine tanıktı. TRT dahi yayınladı. Oysa Takeci gazetecilerimizden biri bunu dahi onca övmelerine karşın yanlış şekilde Makariyosun Maltada İngilizce konuştuğunu yayınladı. Bu ikinci veya üçüncü konuşmasıydı. Bu tjür gazeteciler dahi böyle akıl kaybına uğruyorsa, benim neden bu iki yazıyı yazdığımı daha iyi anlar.