Toplumdaki güç ilişkilerinin eğitim yoluyla yeniden ne şekilde üretildiği ve sosyal adaletsizliğin temellerinin nasıl atıldığı üzerine düşünmek, konuşmak değerlidir. Değiştirici, dönüştürücü ve de özgürleştirici yaklaşımlarla eğitim yeniden inşa edilebilir.
Öğretenin özne ve otorite konumunda olduğu, öğrenenin ise nesneleşip pasifleştiği geleneksel pedagoji ile edinilebilecek bilinç; dayatılanı, istenileni sorgulamadan kabullenmek yerine getirmek gerektiğidir. Geleneksel pedagojiyi eleştirel pedagoji ile dönüştürmek mümkündür fakat yeterli değildir. Çünkü eleştirel pedagoji cinsiyet körü oluşuyla ve toplumsal cinsiyet eşitliğini göz ardı edişiyle eksiktir. Bu nedenledir ki özgürleştirici bir eğitim pratiği sunan feminist pedagojide ısrarcıyım.
Peki ya bilim, toplumsal cinsiyet eşitliğini destekliyor mu? Bilgi tarafsız ve nesnel üretiliyor mu? Kadınlar ve kadın bakış açısı bilim alanına dahil edilmiş mi? Bilimde kimin paradigması kullanılıyor?
Thomas Khun’un Bilimsel Devrimlerin Yapısı kitabında paradigma sözcüğünü “belli bir topluluğun üyeleri tarafından paylaşılan inançların, değerlerin, tekniklerin bütününü temsil etmektedir” şeklinde tanımlanmaktadır. Yani bilim yapan bir topluluğun paylaştığı ortak değerler, inançlar ve teknikler bir tür çerçeve ya da referans olarak kabul edilir. Paradigma deneyimler ile şekillenmekte ve kavramsallaşmaktadır. Peki, bu paradigmalara kadınların, LGBT+ bireylerin veya ötekileştirilen azınlıkların deneyimleri de dahil ediliyor mu?
Bilgi üretimi sırasında etkileşimde olanın, bu yaşantıyı deneyimleyenin kim olduğu önemlidir. Paradigmaları oluşturan deneyimler kapsayıcı değilse değiştirmek gerekir. Aksi halde ezilenler, sesi bastırılanlar, azınlıklar ve ötekiler yok sayılır ve bütün toplumsal hayat bilimin katkısıyla da cinsiyetlendirilir. Böylelikle bilim insani değil eril bilgiyi çoğaltmış olur.
Çok çarpıcı bir örnekle devam etmek istiyorum. İlaç dozlarının belirlenmesine yönelik araştırmalarda kadınlar, regl döngüsünün hormonal durumda yarattığı değişiklikler gerekçe gösterilerek dahil edilmemektedir. Kadınlar için ayrı erkekler için ayrı araştırmalar yüksek maliyeti nedeniyle iktisadi egemen güçlerce desteklenmemekte tek bir biyolojik cinsiyet üzerinde devam eden araştırmalarla kadınların varlığı yok sayılmaktadır. Kadınlar yalnızca erkek denekler üzerinde denenmiş ilaç dozlarına maruz kalmaktadır. Bu durum tam tamına cinsiyetçi bir tercihi barındırmaktadır. Paradigma yani deneyimler erkek bedeniyle oluşturulmuştur. Uygulama cinsiyetçi bilim topluluğunda maalesef ki kanıksanmakta kimilerince de savunulmaktadır.
Bilimin cinsiyetçi ve eril olması kadınların bu alanda faaliyet gösterememesine sebep olmuştur. Aynı zamanda bunla da kalmamış cinsiyetçi tutum ve ön yargılar nedeniyle yapılan araştırmalar ön yargılar çerçevesinde yorumlanmıştır. Zekanın biyolojik temelleri üzerine yapılan araştırmalarda bazı erkeklerin kadınlardan ve yahut beyazların beyaz olmayanlardan üstün olup olmadığı ortaya çıkarılmaya çalışılmıştır. Veriler cinsiyetçi ve ırkçı bir bakış açısıyla, yanlı yorumlanmış ve denetim aracı olarak kullanılmıştır.
Eğitimin ne olduğuna ve nasıl işlediğine bakmakla yetinmemeli bilime ve gerçekliği oluşturan paradigmalara da eleştirel bakmalıyız. Mevcut pratikler içinde her düzeyde daha fazla kadının yer almasını sağlamalı, hem bu kadınların feminist bir bakış açısıyla donanmasını önemsemeli, hem de mevcut eleştirel bilim pratikleriyle ve bunu yapan erkeklerle diyalog içinde olmalıyız. Kadınların ve ötekileştirilenlerin bakış açısını bilimsel alana dahil etmeye çalışmalıyız.
Bilimin ve gerçekliği oluşturan paradigmaların egemenlere ve erkeklere tahsis edilmiş bir alan olarak kalmasını hep birlikte reddetmeliyiz! Farklı tahayyül ve pratikler üreterek mücadele etmeli, siyasi ittifaklar kurmalıyız.