İtalya’da hafta sonu yapılan seçimleri aşırı sağ ittifak kazandı. İttifak Giorgia Meloni’nin İtalya’nın Kardeşleri Partisi (aslında “İtalya’nın Erkek Kardeşleri” diye çevirmek daha doğru olur), Matteo Salvini’nin “lig Partisi” ve eski Başbakan Silvio Berlusconi’nin “Forza İtalya” Partisinden oluşuyor.
Bu başarı Mussolini’nin kara gömleklilerinin meşhur Roma Yürüyüşünün 100. yıldönümünde İtalyan faşistleri için sembolik bir önem taşıyor. İtalya’nın büyük bir anti-faşist mücadele geleneği bulunduğunu bilen, İtalya Komünist Partisi’nin oy oranının 70’lerde yüzde 35’e ulaştığını bilen bizler için de bu seçim sonucu büyük bir hayal kırıklığı ve yenilgi anlamına geliyor.
Aşırı sağ partilerin ittifaka gitmesi, genel anlamda sol merkez partilerin ise bir seçim birlikteliği oluşturamaması kuramaması seçmende tepki yarattı, bu da seçime katılım oranının yüzde 9 düşerek yüzde 63,9’a düşmesine yol açtı. Haliyle bu durumdan aşırı sağ ittifak karlı çıktı. Çünkü İtalya’daki seçim yasasına göre Meclis ve Senato’daki sandalyelerin üçte birinden fazlası çoğunluk sistemine göre tayin ediliyor. Sağ blokta tek bir aday gösterilmişken, solda-merkezde seçim bölgesi başına üç kişi yarışıyor. Haliyle koltuklar sağa gidiyor.
Geçtiğimiz hafta İsveç’te neo-Nazi kökenli İsveç Demokratları’nın oyların yüzde 20,5’ini alarak kilit parti haline geldiğini, sosyal demokrasinin kalesi sayılan bir ülkede de sağın yükselişe geçtiğini hatırlarsak, sorun bahaneler arkasına sığınılamayacak kadar ciddi. Özellikle göçmenlik ve asayiş konularında solun inandırıcı bir politika ve söylem üzerinde kafa yormasını gerektiriyor. Ama isterseniz şimdilik Meloni ve temsil ettiği zihniyet üzerinde biraz duralım.
MELONI BİR MUSSOLINI HAYRANI
İtalya’nın ilk kadın başbakanı olacak Meloni. 15 yaşında neo-faşist İtalyan Sosyal Hareketi’nde politikaya atıldı. Gençliğinde Mussolini’yi öven demeçler verdi. 90’lı yıllarda “Temiz Eller” sürecinde mafyayla ilgili soruşturma yürüten iki savcının öldürülmesi sonrası, “devlete sahip çıkma, hırsızlıklar ve yolsuzluklarla mücadele” misyonunun siyasi kariyerine yön verdiğini söylüyor.
Yükselme hırsı, Meloni’yi yolsuzluk ve seks skandallarıyla bilinen dönemin Başbakanı Silvio Berlusconi’nin partisine yönlendirdi. Lise mezunu Meloni 29 yaşında gençlikten sorumlu İtalya’nın en genç bakanı unvanını kazandı. 2012’de ise kendisi gibi göçmen karşıtı arkadaşlarıyla İtalya’nın Kardeşleri Partisi’ni kurdu ve liderliğe seçildi.
Meloni mesajlarını “aile değerleri, din ve vatanseverlik” üzerinden kuruyor. Aslında sağın, “woke kültürü” diye adlandırdığı farklı yaşam tarzlarına, cinsel eğilimlere, dinsel inanç ve inançsızlığa, etnik kimliklere ve toplumsal cinsiyet eşitliğine sıcak yaklaşan sol, liberal anlayışa karşıtlık üzerinden politika yapıyor. Bu ABD’de, İskandinavya’da, şimdi de Güney Avrupa’da meyvesini veren çok bereketli bir demagoji zemini…
Seçim kampanyası boyunca, “Doğal aileye evet. LGBT lobisine hayır. Cinsel kimliklere evet. Toplumsal cinsiyet ideolojisine hayır” söylemini öne çıkardı. Ama iktidara yaklaştıkça kürtaj, boşanma konularındaki kekin fikirlerini törpüleyen, aslında toplumsal cinsiyet eşitliğine inanmayan bir figür. Tüm sağ popülistler gibi Brüksel elitlerine, teknokratlara atıp tutsa da, AB karşıtı sıradan vatandaşın duygularını okşayan ifadeler kullansa da, artık AB’den ayrılmayı da savunmuyor.
Kuzey Afrika’dan gelecek göçmenlere karşı denizden abluka uygulamak, ülkede sert önlemlerle asayişi sağlamak vaatleriyle prim yaptı. Avrupa’nın egemen çevrelerinde NATO yanlısı ve Atlantikçi olması, Ukrayna işgalinde net Rusya karşıtı bir tutum takınması, bütçe disiplinini savunması nedeniyle fazla tepki çekmiyor. Sadece AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen’den İtalya’nın demokratik ilkelerden uzaklaşmaması yolunda üstü örtülü mesajlar geldi. Bu da İtalya’nın iç işlerine karışmak olarak yorumlandı ve özelde Meloni’nin, genelde sağ ittifakın ekmeğine yağ sürdü. Ama İtalya’nın Kardeşleri’ni asıl öne çıkaran etken, Temmuz’da çöken Mario Draghi’nin koalisyonuna ve önceki hükümetlere katılmaması, siyaset sınıfına tepki duyan yurttaşları “temiz kalmış” imajıyla cezbetmesi oldu.
İTALYA EKONOMİSİ ÇÖKÜŞTE
AB çevreleri İtalyan ekonomisinin 200 milyar dolarlık yardım paketine muhtaç olduğunu, GSYH’nin yüzde 150’sini bulan kamu borçlarının hele bir de faizlerin arttığı bu konjonktürde ödenmesinin iyice zorlaşacağını, o nedenle Meloni’nin Komisyon’un telkinlerine fazla direnemeyeceğini düşünüyorlar. İtalya’da elektrik fiyatları çok yüksek, Rusya doğalgazı ülkenin enerji gereksiniminin yüzde 40’ını oluşturuyor.
Pandemi sürecinde sağlık sisteminin işlemediğine tanık olan, hızla yükselen enflasyon altında ezilen halk tepkilerini post-faşist Meloni’ye oy vererek sandığa yansıttı. Avroya geçildiği 1999 yılından bu yana İtalya’da kişi başına gelir yerinde saymış. Bu anlamda avro bölgesinin en başarısız ekonomisi. Tarihsel bir paralellik kurmak gerekirse, İtalya’da hiper enflasyon döneminin ardından Almanya’da Nazi partisinin halk desteğinin artışına benzer bir ruh hali söz konusu.
BÜYÜK YER DEĞİŞTİRME TEORİSİ
Kapitalist küreselleşmenin yarattığı gelir ve servet dağılımı bozuklukları, kapitalizmin yeni iş bölümünde özellikle metropol ülkelerdeki imalat sanayi istihdamının Güney ülkelerine kayışı, neoliberal politikaların kamu hizmetlerinin kalitesini düşürmesi gibi yeni dünya düzeninin doğasından kaynaklanan, sade yurttaşın yaşam standardını düşüren birçok etmen var.
Aşırı sağ tüm melanetlerin göçmenlerden ve etnik azınlıklardan kaynaklandığı demagojisini yayıyor. Sermaye çevreleri de, öfke asıl güç ve mülkiyet ilişkilerine yönelmediği için aslında bu durumdan pek de şikâyetçi değil. İşsizlik mi? Göçmenlerin ucuza çalışmasından kaynaklanıyor; Kamu hizmetleri, sağlık, eğitim mi? Kaynaklar göçmenlere harcandığı için geriliyor; Konut sorunu mu? Göçmenler nedeniyle kiralar yükseliyor. Zaten güvenlik sorunlarının artışı, kültürsüzleşme, kadına yönelik şiddet vb. bunlardan kaynaklanıyor…
Türkiye’de de özellikle Zafer Partisi’nin söylemlerinde aynı mantığın geçerli olduğunu görüyoruz. Büyük Yer Değiştirme (Great Replacement) teorisi, yani ulusu oluşturan asli unsurun kendi öz vatanında azınlık haline geldiği yolundaki komplocu anlayış yerel tonlamalarıyla hemen her yerde karşılık buluyor.
ABD’de Wall Street’i İşgal eylemlerinin zenginleri ve finans kesimini hedef alan, gelir ve servet dağılımı bozukluğunu öne çıkaran söylemleri; İspanya’da Podemos’un düzen güçlerini (establishment) ve iktidar kastını hedef tahtasına oturtan siyasi stratejisi zaman zaman etkili olduysa da, en son Fransız cumhurbaşkanlığı seçiminde hayli başarılı bir kampanya yürütmesine karşın Melenchon değil de Marine Le Pen’in ikinci tura kalması gibi, sonunda kazançlı çıkan aşırı sağ oluyor.
Doğaldır ki bu yazıda kapsamlı bir yanıt üretmek olanaklı değil ama; solun, sosyalistlerin hem izlenecek politik strateji, söylem konusunda daha fazla düşünmesi, tartışması gerekiyor. Hem de göçmen ve mülteci sorununu sadece bir sonuç değil, insanların memleketlerini terk etmesine neden olan savaşlar, emperyalist sömürü, küresel gelir ve servet dağılımı bozukluğu bağlamında da ele alması, enternasyonalist bir vizyon üretmesi gerekiyor.
Bitirirken, bana kalırsa bugün yaşadığımız durum ile ilgili en çarpıcı değerlendirmeyi La Stampa gazetesinin politik yorumcusu Marcello Sorgi aşağıdaki sözlerle yapıyor: “Seçimlerle ilgili en anlamlı soru Meloni’nin faşist olup olmadığı değildir. İtalyanların onun faşist olup olmadığıyla neden ilgilenmedikleridir.”