“Küresel gıda krizi kapıda”, “Yaklaşan tehlike: Gıda krizi”, “Türkiye’yi bir gıda krizi mi bekliyor?” gibi manşetlere her yerde denk geliyoruz. Oysa gıda krizi “geliyor gelmekte olan” değil sonuçlarını günbegün derinlemesine hissettiğimiz bir olgu. Gıda krizi kapitalizm ve endüstriyel gıda sistemine içkin ve bunlar ortadan kalkmazsa uzun ya da kısa aralıklarla etkisini kitleler üzerinde göstermeye devam edecek bir olgu.
Dünyada bir gıda krizi olmadığını düşünenlerin beklediği sanırım tarlalarda hasat yapılmadığı, market raflarının bomboş kaldığı, yüzbinlerce insanın açlıktan hayatını kaybettiği bir felaket senaryosu. Öyle ya tarlada ürün hasat ediliyor, market rafları doluyorsa nasıl gıda krizi olabilir? Oysa ne şu an yaşadığımız yüzyılın ne de geçen yüzyılın tanıklık ettiği gıda krizlerinin neredeyse hiçbiri gıda arzından kaynaklanmıyor. İki haftalık yazı dizisinin ilkinde küresel gıda krizini ikincisinde ise Türkiye’de gıda krizini ele almayı planlıyorum.
Modern öncesi dönemlerde kıtlıkla kendini gösteren krizler, genellikle arz krizleriydi. Modern gıda krizleri ise gıda eksikliğinden kaynaklı krizler değildir. Dünyada herkesi doyurmaya yetecek kadar gıda mevcuttur. Hatta yılda 1,3 milyar ton gıda israf oluyor ki bu gıdaların dörtte biri bile açlığı karşılamaya yetiyor. Bu sebeple kıtlık riskini öne sürüp spekülasyonlarla gıda fiyatlarının yukarıya çekilmesini meşrulaştıran yaklaşımlara karşı da temkinli olmak gerek. Mesele gıda kıtlığı değil, çokuluslu şirketlerin (ÇUŞ) kontrolündeki küresel gıda sistemi ve yoksulluk.
15 yılda 3 küresel gıda krizi
Günümüz gıda krizleri yoksul kitlelerin gıdaya erişim krizleridir ve aslında endüstriyel kapitalist gıda sisteminin sonucudur. Son 15 yılda 3 tane küresel gıda krizi görmemiz tesadüf değil. Gıdayı bir sermaye birikim aracı olarak gören ve tüm insanların sağlıklı ve yeterli gıdaya ulaşmasını umursamayan kapitalizmin yarattığı bu sistemden kaynaklı. Kuraklık gibi durumları geçelim olağan dönemlerde dahi herkesi doyuramayan, uzun ya da kısa aralıklarla iflasını küresel çaptaki krizlerle duyuran bu gıda sistemini kriz olarak nitelemek için küresel kıtlığa gerek yok. Gıda krizi, gıdayı yaşamın en temel ihtiyaçlarından biri görmek yerine, onu alınıp satılan, finans piyasalarında işlem gören, üzerinde spekülasyonlar yapılıp devasa kârlar elde edilen bir meta olarak ele alan gıda sisteminin ürünü. Bu sistem gıdanın tohumdan sofraya tüm aşamalarını; hem tohum, gübre gibi girdilerle üretim sürecini hem de tüketiciye ulaştıran zincir marketlerle dağıtım sürecini kontrol altına alan ÇUŞ’ların ve IMF-Dünya Bankası’nın eseri.
2007-2008’de yaşanan küresel gıda krizinin iki temel sebebi az gelişmiş ülkelerin, ulusal tahıl stoklarının IMF-Dünya Bankası dayatmalarıyla kaldırılmasıyla o dönemde yaşanan kuraklık karşısında çaresiz kalmaları ve 90’lı yıllardan itibaren uluslararası tarım ticaretinin serbestleşmesiyle tarımda hâkimiyet kuran ÇUŞ’ların tarımsal girdi ve ürünlerin fiyatlarını artırmasıdır. Bunlara petrole dayalı girdi ve tedarik maliyetlerindeki artış, finansal spekülasyonlar ve yoksulların milli gelirdeki paylarının azalması da eklenebilir. Aslında bu gerekçeler endüstriyel gıda sisteminin genel özelliklerinden. 2010-2011 yıllarında gıda fiyatlarındaki artışa bağlı gıda krizi de bunlara ek olarak büyük tahıl üreticisi ülkelerde kötü hava koşullarının neden olduğu düşük rekolte ve stoklarla ortaya çıktı.
2022 küresel gıda krizinin ise tetikleyicisi Covid-19 pandemisinin yarattığı küresel tedarik zincirindeki aksamalar olmuştur. Kapanmalarla birlikte emeğin ve ürünlerin arzında görülen dalgalanmalar, kapanma sonrasındaki talep artışlarının lojistik alanında yarattığı başa çıkması zor meselelerle birleşti. Bunlara Ukrayna-Rusya savaşının neden olduğu tedarik zincirindeki aksamalar eklendi. Keza hem enerji hem de bazı tarımsal ürünlerde Rusya ve/veya Ukrayna’ya olan bağımlılık, bu kalemlerdeki fiyat artışlarıyla krizi tetikledi. 2020 baharında bu yüzyılın en düşük seviyesine inen petrol fiyatlarının 100 doları aşması gübre, kimyasal ürünler gibi girdilerle birlikte taşıma maliyetlerini de artırdı, bu durum da gıda fiyatlarına yansıyıp krizi derinleştirdi.
Pandemi sonrası dünya
Daha pandemi öncesinde, 2019’da orta düzeyde gıda güvencesizliğinden etkilenenler ile açlık çekenler birlikte hesaplanırsa, dünyada 2 milyar insanın güvenilir, besleyici ve yeterli gıdaya düzenli erişimi yoktu. 2021’de ise 193 milyona yakın insan akut gıda güvencesizliği yaşadı ve bu tüm zamanların rekoru. Etiyopya, Güney Sudan, Güney Madagaskar ve Yemen’de de 570 bin insan kıtlıkla karşı karşıya kaldı. Geçtiğimiz temmuzda Sri Lanka’da gıda enflasyonu yüzde 75,8’ken halk gelirinin ortalama yüzde 30’unu gıdaya harcamak zorunda kaldı. Nijerya’da ise gıda enflasyonu yüzde 22’ye çıkarken halk gelirinin ortalama yüzde 59’unu gıdaya harcadı. Kısaca sömürge siyasetinin Küresel Güney tarımı üzerindeki etkisi, yoksulların milli zenginlikten aldığı payın giderek azalmasıyla birleşerek yüzbinlerce insanın yeterli ve sağlıklı gıdaya ulaşabilmesini engelliyor.
Ancak toplumsal eşitsizlik derinleştikçe Küresel Güney’deki kadar şiddetli olmasa Küresel Kuzey’in emekçileri de yoksulluk çekiyor ve gıda krizini yoğun şekilde hissediyor. 2021’de Kuzey Amerika ve Avrupa’daki nüfusun yüzde 8’i de orta veya şiddetli gıda güvencesizliği çekti. Oysa 2019’da bu oran yüzde 7,1’di. Bu yıl Avrupa’da kuraklık ve yüksek sıcaklıklarla tarımsal üretimde yüksek rekolte kayıpları yaşandı. Buna Ukrayna-Rusya savaşının neden olduğu gübre, enerji ve hammadde tedarikindeki sıkıntılar ve bu kalemlerdeki yüksek artış eklenince gıda fiyatları iyice arttı. INSEE’ye göre Fransa’da, gıda enflasyonu yüzde 6,8 ve bu orana göre kişi başına gıda harcaması aylık 224 avro, toplamda 2.963 avroya ulaşacak, bununla birlikte gıda enflasyonu için yılsonu beklentisi yüzde 12. Daha pandemi öncesinde ve gıda fiyatları böylesine artış göstermeden Fransızların yüzde 20’si günde 3 öğün yemek yemekte zorlanacak kadar yoksuldu. Keza Fransızların yüzde 10’u karnını doyurabilmek için aşevine ihtiyaç duyuyordu. Günümüzde 10 milyon Fransız yoksulluk sınırının altında yaşadığı için düzgün beslenmekte zorlanıyor. AB’de 2021 Temmuz’una kıyasla ÜFE’de yüzde 37,9 artış ve enerji krizinin sürmesi de genel olarak Avrupa’da yoksulların gıdaya erişiminin daha da zorlaşacağının göstergesi.
Dünya nüfusunun en zengin yüzde 10’u küresel servetin yüzde 76’ına sahipken en alttaki yüzde 50’lik grup sadece yüzde 2’sine sahip. Bu veri bile toplumsal eşitsizliği göstermeye yeter. Küresel endüstriyel gıda sistemindeki kapitalist işleyişle kitlelerin yeterli ve sağlıklı gıdaya kolayca erişememesine yol açan yoksulluk ve toplumsal eşitsizlik doğrudan bağlantılı. Ancak tarım ve gıdayı şirketlerin egemenliğinden kurtarıp gıdayı sermaye birikim aracı olmaktan çıkaracak tohumdan sofraya planlı, kamucu ve ekolojik bir gıda sisteminin oluşturulması ve zenginlerin çok daha vergilendirilerek emeğin refahtan daha fazla pay almasının sağlanması tüm kesimlerin sağlıklı ve güvenilir gıdaya her zaman rahatlıkla ulaşabilmesini sağlayacaktır.
KAYNAKÇA:
1 Materne Maetz, La vérité sur les crises alimentaires: la responsabilité accablante de politiques économiques désastreuses, https://lafaimexpliquee.org/La_faim_expliquee/Les_crises_alimentaires.html
2 The State of Food Security and Nutrition in the World 2022, https://www.fao.org/3/cc0639en/cc0639en.pdf
3 Osons une sécurité sociale de l’alimentation, www.liberation.fr/idees-et-debats/tribunes/osons-une-securite-sociale-de-lalimentation-20220817_HC7HLRFYV5HVNDSUBXJPZYSV6M/
4World Inequality Report, 2022, https://wir2022.wid.world/