Almanya’da geçen yıl yapılan seçimlerde, Almanya Yeşiller Partisi tarihinin en yüksek oyunu alarak sosyal demokratların başbakanlığında liberal parti ile birlikte koalisyon ortağı oldu. Dışişleri, ekonomi ve iklim koruma, gıda ve tarım, çevre-doğayı koruma-nükleer güvenlik ve tüketici koruma, aile-yaşlılar-kadın ve gençlik, kültür ve medyadan sorumlu bakanlıklar Yeşillere verildi.
Avrupa’nın diğer ülkelerinde de yeşil partiler hükümetlerde yer almış ve 2000’lerin başındaki ilk siyasi başarılardan sonra yükselen yeni bir yeşil dalga olarak nitelenmişti. Tüm bu yükselişte kilit rol oynayan politikalar ise insan etkinliklerine bağlı iklim değişikliğinin durdurulmasına yönelik politikalardı. Keza gerek Yeşillerin gerekse hükümetin diğer partilerinin ilk demeçleri de, tıpkı ABD başkanı Biden gibi, iklim değişikliğinin durdurulmasına yönelik ekonomik politikaların ve teknolojik ilerlemenin hedeflendiğine yönelikti. Ancak çok geçmeden başlayan Ukrayna-Rusya savaşı, sadece sanayi ve üretim olarak değil, ulaşım, ısınma ve genel olarak kent yaşamında var olan petrol, kömür ve doğalgaz bağımlılığının boyutunu ortaya koydu.
Artan petrol, gaz ve kömür fiyatları bir yana, finansal sistemin dışına çıkarılması durumunda Rusya’nın buna arzı kısarak yanıt vereceği ve küresel çapta bir arz krizi ile karşılaşılacağı anlaşıldı. İran’ın ambargolar, Libya’nın çatışmalar nedeniyle yeterince üretim yapamamasının yanı sıra, Arabistan kaynaklı üretimin artırılması baskılarına yanıt alınamaması, bu arz krizinin gelecekte daha görünür hale gelmesine yol açacak.
Baskıların artırılarak olası bir Ortadoğu çatışmasına dönüşmesi durumunda petrol ve gaz tedarikinin tümden zora gireceği, hele bu çatışmanın güz-kışa denk gelmesi durumunda dünya üzerinde büyük bir enerji kaosuna neden olacağını tahmin etmek zor değil. Hele ki çok kutuplu dünyanın tescili olarak Rusya’nın yanı sıra Çin’in de finansal sistem dışına atılması ile, küreselleşen sermeyenin parçalanarak yeniden sınırların ve silahların gölgesinde var olacağı bir döneme gireceğiz.
Tüm bunlar daha da açık gösteriyor ki, batının öncülüğünü yaptığı, sermaye birikimine, kitlesel endüstriyel üretime, büyük kent ve metropollere dayanan uygarlık, ancak hidrokarbonlara hükmederek kurulabilir ve devam edebilir. Dolayısıyla çok kutupluluk, ya yeni bir uzlaşıyı zorunlu kılacak, ya da kutuplar ortadan kalkana kadar savaş ve yıkım sürecek.
Peki bu tabloda Almanya Yeşilleri ne yapıyor? Kim derdi ki, Almanya Yeşilleri 100 milyar avroluk silahlanma kararı alan bir hükümetin bir parçası olacak? Kim derdi ki, Almanya Yeşiller Partisinden bir bakan, kendileri için acı olsa da kömürlü santrallerin kullanımını artırmak zorunda olduklarını açıklayacak? Kim derdi ki, Avrupa Parlamentosunun hızlı aktivist yeşil politikacıları, Nükleer enerjinin yeşil enerji olarak kabul edilerek “yeşil” kelimesinin gasp edilmesine seyirci kalacak? Nereye uçtu iklim değişikliği politikaları?
Nükleer enerjiye sessiz kalan, termik santralleri ve silahlanmayı savunan bir parti yeşil olabilir mi? Üstelik bu parti, hem dünya hem de Avrupa yeşillerine yön veren, dolayısıyla örnek gösterilen bir parti. Partinin ağzında bir “Putin” sakızı var. Seçimden önce de, sonra da bu sakızı çiğniyor. Ukrayna Savaşı bu sakızı daha da hızlı çiğnenir hale getirdi. Ancak hepimiz biliyoruz ki, savaşları sermayeler ister, siyasetçiler yapar. Batı sermayesi savaş istiyor bu belli. Peki ya Avrupa Yeşilleri?
Öte yandan, Türkiye’deki yeşil siyasi partiler de, ne Ukrayna-Rusya savaşına güçlü bir şekilde karşı çıkabildiler, ne de Alman Yeşillerinin tutumuna eleştirel bir yorum getirebildiler. Sanki bu çatışma tablosu ve Alman Yeşillerinin tutumu Türkiye için herhangi bir önem taşımıyor. Yeşiller ve Sol Gelecek yaklaşan genel seçim için üçüncü ittifakın içinde bir pozisyonu yeterli görüyor olmalı. Hadi orada zaten yeşil cenah azalmış, peki yeniden kurulan ya da kurulmaya çalışılan üçüncü Yeşiller Partisi? Ne oldu iklim değişikliği ile mücadeleye? Ne oldu şiddet karşıtlığına? Ne oldu da, 2002-2007 yılları arasında tüm hareketlerden genel kabul görmüş bir program ve sekreteryaya sahip Türkiye Yeşilleri Koordinasyon Grubu, varlığıyla yokluğu bir, nereye gittiği belli değil, lidersiz ve kişiliksiz bireyler topluluğuna dönüştü. Hâlâ bir öz eleştiri gelmeyecek mi? Bunca başarısızlık ve geriye gidiş karşısında hala “benim yoğurdum ekşi değil” mi denilecek?
Bu kritik süreçte batı sermayesinin esiri olmuş Alman Yeşillerinin güdümünden çıkan ve Türkiye’nin kendi özgün değerlerini esas alan bir yeşil hareket ve partiye gereksinim duyduğumuz açıkça görünüyor. Doğu ile Batının kavşağında ve çatışmaların odağında olduğunun farkında olan, doğayı olduğu kadar emeği de savunan, kentli olduğu kadar kırlı, barışı yüksek sesle dile getiren, demokrasiye inanan, kendini, geçmişini bilen ama kendi dışındaki siyasi hareketlerle hem tavanda hem de tabanda birlikte hareket edebilen, özerk bir yeşil hareket olmadan gerçek bir yeşil parti olunamayacağını da aklından çıkarmayan bir yeşil parti hepimize gerekli. Bu kritik süreçte, kendini yeşil olarak tanımlayan herkesle birlikte yürümek dileğiyle.