Örgün eğitim kurumlarında hepimize yıllardır dikte ettirilen ve ders kitaplarında yazıldığı şekliyle dikte ettirdiğimiz değişmez bir aile tanımı vardır: “Aile, anne, baba ve çocuklardan oluşan topluluğa denir.” Çoğunlukla sağ, muhafazakâr, otoriter ve dindar iktidarlar aileyi, anne, baba ve çocuklardan oluşan toplumsal kurum olarak tanımlar. Bu tanımlamayla yaratılan aile ideolojisi, devlet ve millet vurgusu yapmak için kullanışlı siyasi malzeme haline dönüştürülmüş olur. Bahsi geçen ideolojik anlayışla ailenin nasıl olması gerektiği, kimlerin aile olabileceği, yapılması gerekenleri hatırlatırlar. Gözetlerler. Mutluluk, saadet, huzur, güven, itibar, saygı ve toplumsal kabul vaat ederler.
Bu anlayış doğrultusunda, sadece, tek eşli, heteroseksüel birliktelikler aile olarak yasalarla tanımlanıp, korunmaktadır. Üreme baz alındığından, eşcinsel çiftlere evlilik de dahil birçok yasal hak tanınmayarak devletler eliyle hak ihlalleri gerçekleştirilmektedir. Eşcinsel birliktelikler göz ardı edilmekte, LGBT bireyler nefret söylemine maruz kalmaktadır. Aileye, üreme ve kan bağı kriterleriyle tanımlanan, sevgi bağı yok sayılan, kurmaca kurum demek yanlış olur mu?
Ailenin, vatanına, milletine bağlı gelecek nesilleri üretme misyonu vardır. Evlilikle, ev içerisinde toplumsal cinsiyet rolleri gelenek ve kültür kisvesiyle dayatılmıştır. Erkeklikler ve kadınlıklar, karılık ve kocalık adlandırmasıyla yine, yeniden üretilmektedir. Erkek evi geçindiren, para getiren ve ailedeki bireylerden sorumlu kişidir. Kadın ise ev bütçesine katkıda bulunan, beslenme, temizlik, çocuk ve yaşlı bakımı işlerini üstlenen kişidir. Yani, aile içerisinde cinsiyetçi iş bölümü nesilden nesle devam ettirilmektedir. Aile, görece bağımsız bir yapıya sahip olsa dahi, bireyleri belli yaşam ve davranış biçimlerine zorlar.
Ailede, kadınlar tahakküm altına alınan, nesneleştirilen, ehlileştirilen ve emeği sömürülendir. Ev içerisinde değersiz kılınan ve ücretlendirilmeyen emeklerinin olduğunu unutmayalım! Aileyi beslemek, temizlemek, bakmak dışında sevgi vermek gibi duygusal emeği de ortaya koyan kadınlardır. Ayrıca, sözde modernleşme ve neoliberal politikaların uzlaşısıyla artık, kadınlar ev dışında güvencesiz, yarı zamanlı, ucuz ücret karşılığında iş bulup, çalışabilmektedir. Uzun bir süredir devlet okullarında taşeron firmalarla toplu iş sözleşmesiz, güvencesiz, ucuza çalıştıran temizlik işçilerinin neredeyse tümünün kadın olması rastlantı değildir!
Konumuza dönecek olursak, evlilikle kurulan, kan bağı temelli ve üreme odaklı heteroseksist ailede vaat edilen mutluluk, huzur, saygı, güven gibi duyguların ne kadarı karşılanmaktadır?
Gelin, kısa süre önce aile mahkemesi tarafından paylaşılan verilere göz atalım. Kıbrıs’ın kuzeyinde 2020 yılında 951 evlilik, 841 boşanma gerçekleşmiştir. Yani, işler sanıldığı kadar yolunda gitmiyor! Muhafazakâr, sağ ve dinci iktidarların tanımladığı ailede söylenilenin aksine vaat edilenler hakikat olmuyor.
Yaşanmışlıklardan örneklendirecek olursam: Evlilikte karı koca arasında otomatlaşma başlıyor. Çoğunlukla kadın mutfak robotuna, erkek ise evi kullanan bir otel müşterisine dönüşebiliyor. Bir süre sonra ev içerisindeki kadınlık ve erkeklik rolleri çatışmaya başlıyor. Kadın, cinsel doyumu yaşayamazken, erkeğe 42 kerhanenin kapısı açık olabiliyor. Başından beri erkeğin hiyerarşik üstünlüğünün olduğu ailede şiddet kaçınılmaz oluyor.
Lefkoşa Polis Müdürlüğünün paylaştığı verilere göre Ocak-Ağustos 2022 arası kadınlar tarafından 656 ihbar yapıldı. Yani günde ortalama 3 kadın şiddete maruz kalıyor. “Özel olan aile arasında kalır” fasa fisosunu göz önünde bulunduracak olursak bu rakamın çok daha fazla olduğunu söyleyebiliriz. Şiddet uygulayıcılar, kadınların tanıdığı, yakın çevresindeki, evindeki veya kan bağının olduğu erkekler oluyor. Aile denilen kutsallaştırılıp kurumsallaşmış özel alanda, sadece kadınlar da değil çocuklar da şiddete maruz kalıyor. Üzeri örtülmeye çalışılsa dahi Kıbrıs’ın kuzeyinde çocuklar, aile bireyleri tarafından istismar ediliyor. Kadının ailede yaşadığı şiddetten, ikincilleşmeden, nesneleşmeden çocuk da payını alıyor.
Sonuç olarak iktidarların, çıkarları uğruna sosyal ve siyasal adaleti göz ardı ettikleri aile kurumunda değişikliğin önü açılmalı ve dönüşüm başlamalıdır. Kurgu bozulmalı, emeği sömürülmeyen, özgürleşmiş ve güçlenmiş kadılarla aile dönüştürülmelidir.