Fransız ihtilalinden sonra ulus devletlerinin ortaya çıkışı başlar. Feodalizmin yıkılmasıyla kurulan kapitalist üretim ilişkileri sınıfsal gerçekliği örtmek için ulus kavramını öne çıkardı. Dil, kültür ve tarihsel birlik ekseninde bireylerin oluşturduğu ulus devletinde özgürlük vurgusu yapıldı.
Zaman geçtikçe Fransız devrimi burjuvazinin sömürü düzenini güçlendirdi işçi sınıfının sömürülmesini artırdı. Ulus devleti içinde gerçek olan sömüren ve sömürülen sınıfların uzlaşmaz çelişkisi devam etmektedir.
Emperyalizm yeni liberal ekonomi anlayışıyla dünyamızı tek bir pazar olarak görmektedir. Sömürünün alabildiğine devam etmesi için dünya emperyalist bir kuşatma altına girmiştir.
Ulus devletinde oluşturulan burjuva demokrasisi feodalizme göre bazı haklar sağlamışsa da sömürüyü ortadan kaldırmamıştır. Bu sistemin doğasına aykırı bir durumdur.
Marksizm’e göre devlet denilen örgüt yapısı egemen sınıfın bir baskı aracıdır. Bu araç gerektiğinde özgürlükleri kısıtlayarak gerektiğinde kısmi özgürlükler sunarak varlığını devam ettirmektedir.
Bu sitemin kendi iç çelişkilerinin ve sömürüdeki rekabet anlayışları nedeniyle bazı dönemlerde ekonomik buhranlara varan sıkıntılar yaşamaktadır. Böyle durumlarda buhrandan çıkışı savaşlarda görmektedirler.
Burjuva devlette egemenlik kayıtsız şartsız ulusundur kavramı aslında sistemin gerçek yüzünü gizlemek için kullanılır. Buna rağmen bunu sulandırarak veya işine geldiği gibi anlayan yöneticiler vardır.
Türkiye Cumhurbaşkanı bu cümleyi her zaman yanlış değerlendirmektedir. Erdoğan’ın anlayışına göre” milli irade karşısında kimse duramaz.” Ona göre milletin çoğunluğunun oyunu alan kimse her istediğini yapabilme hakkına sahiptir. Bu, gerçeği yansıtmamakta ve yanlış yorumlanmaktadır.
“Ulusal Egemenlik” kavramı içinde oluşturulan devlet mekanizması 3 ayaklıdır. Devleti, kuruluş , yönetim ve vatandaşların hak ve görevlerinin yazılı olduğu anayasa ilkeleri içinde kalarak yönetmek esastır. Devletin yürütme erkini hükümet kullanmaktadır. Meclisteki muhalefet denetim görevini üstlenmektedir.
Bu anlamda demokratik devlette meclis ve bağımsız yargı sigorta görevi görmektedir.
Erdoğan hem meclisi hem de kendine göre milletten aldığı yetki ile yargıyı kendine bağlamıştır. Oluşan devlet yönetimi demokratik olmaktan uzaklaşarak teokratik bir devlet yönetimine evirilmiştir. Adına “Türk Tipi Başkanlık Sitemi” dedikleri bu sitem dünyada demokrasi adına uygulanan bir sitem değildir.
Türkiye’deki bu rejim devletin her kademesindeki kurumları tek adamın siyasi düşünce ve inançlarına göre şekillenmesini sağlamaya yöneliktir. Bu haliyle çağdaş demokratik ve özgürlükçü sayılan devletler içinde her alanda yapılan sıralamada sonuncu ola ülkeler arasındadır.
Düşüncesini beğenmediği yazar, sanatçı ve gazetecileri, yaptıkları açıklamalardan dolayı eleştiren meslek odalarının üyelerini yargıya işaret ederek tutuklatan rejim, semokratik bir düzeninden çok uzaktır.
Her şey 2002yılında “yetmez ama evet” diyenlerin desteğiyle AKP’nin iktidara gelmesiyle başladı. Mevcut düzenin değişeceğine yolsuzluk, yoksulluk ve yasaklarla mücadele edileceğine inandırılan milyonlar 20 yılın sonunda bırakın bunlarla mücadele etmeyi rüşvet ve uyuşturucu ticareti, insan kaçakçılığı, kara para aklama gibi yasadışı işlerin olduğu bir Türkiye yaratıldı.
2023 seçimleri öncesi bunlarla mücadele etme sözü veren AKP acaba kimleri inandıracak kimleri uyandırtacaktır. Merak ediyorum.