Duyu organlarımız toplumdaki kültürel kodları inşa ederler. Duyularımız, toplumsal ilişkilerin dizayn edilmesi ve sürdürülmesi sürecinde önemli bir yere sahiptirler. Toplumsallaşmanın istenen eksende devam ettirilmesi, belirli “normaller” üzerinde sürdürülmesi için her zaman iş başındadırlar.
Sosyologlar, duyular ile ilgilenmiş ve hangi duyuların önceleneceğinin veya hangisinin ötekileştirileceğinin, tarihsel dönüşümlere bağlı olduğu sonucuna varmıştır.
Batı’da bilimler, göz merkezci düşünmeyi gelenekselleştirmiştir. Göz, evreni algılamada egemen organ; görme, evreni algılamadaki egemen yetidir. Görünmeyen şeye dokunulamaz, dokunulmayan şey manipüle edilerek teknolojiye dönüştürülemez. Bu nedenle modern toplum görmenin egemen olduğu toplumdur. Ortaçağ’dan moderniteye ve seküler topluma geçiş böyle olmuştur. Görmenin hegemonyasıyla bireyler, “öte dünya” ile ilgili bağlılıklardan kurtulmuştur.
Sosyolog Georg Simmel, göz ve kulak arasındaki hiyerarşi varlığına dikkat çekmiş, toplumsallaşmada gözün kulaktan daha önde olduğu tespitinde bulunmuştur. Örneğin modern öncesi toplumsallıklarda, ilişkiler söz etrafında sürdürülürken, modern dönemde göz, ön plandadır. Günümüzde sözün etkisini kaybetmesiyle göz kendi iktidarını kurmuş durumdadır. Modern dönem öncesi söz alıp vermek, toplumsal onaylanmayla eşit sayılırken; moderniteyle beraber sözün yerini göz almıştır. Böylelikle sözün yaslandığı imgeler yerine imajlar önem kazanmıştır.
Sözün toplumsallaşma aracı olduğu toplumlarda imgeler, görüntülerden beslenilen toplumlarda ise imajlar vardır. İmgeler görünenin ötesini hesap etmeyi gerekli kılarken imaj, görüntüyü vermek ve ondan anlam çıkarmaktan başkaca özelliği yoktur. İmge, birden çok duyu organını işe koşarken imaj, gözü egemen kılmaktadır. İmajların içine gömüldükçe, nesneler dünyasıyla ilişki kurmaya neredeyse ihtiyaç duyulmamaktadır. Sanal ortamların sunduğu manzara imaj alanına girdikçe, gerçek dünyadan kopuş yaşanmaktadır. Böylelikle görünen şeyler kendi yansımalarımız ve kurgulanıp inşa edilmeye çalışılanlardır. Görme, gerçeklik olarak kabul edilen, gerçeklikle özdeşleştirilen gerçeklik temsiline dönüşür. İmajlar, gerçekliğin kendisinden daha gerçek hale gelir!
Keşifler, teknolojik buluşlar, gelişmeler, göçler, baskı ve asimilasyon politikaları; kültürel değişime bağlı toplumun dönüşümüne neden olmaktadır. Bu değişim ve dönüşümler teknoloji, makine, ulaşım, giyim ve iletişim araçlarıyla başlar ardından zihniyet, gelenek, kültürel normlar ve inançlara nüfuz eder. Bu kültürel değişimlerin çıktısı tüketim toplumu, gözetim toplumu, gösteri toplumu, şeffaflık toplumu kurguları ve imajlardır. Bu bakımdan kültürel olarak oluşmuş imajlar; görmenin, görünmenin ve göstermenin inşa ettiği unsurlarla bezelidir. Görselleştirme görevi için görselleştirme araçları kullanılmıştır. Billboardlar, vitrinler, televizyon, sokaklar, sosyal medya uygulamaları, evler, arabalar, moda, kıyafetler, bedenler ile gösteri dünyasında var olma çabası verilmektedir. Var olmak için görünmek şart olmuştur. Söz ile yazı, görmenin çok gerisinde kalmıştır.
İmgelerin değil imajların değer bulduğu, görünür olmanın teşvik edildiği toplumumuzda bilge olmak değil görünür olmak önem kazandı. Bireyler akla hitap etmek yerine göze hitap etmeye ve okumaktan çok seyretmeye yöneldi. İmaj çağıyla birlikte; çoğunluğun azınlığı ve herkesin herkesi rızası dahilinde, bilerek ve isteyerek gözetlediği teşhirci toplum inşa edildi. Teşhircilik ve röntgencilik kültürü yaygınlaştı. Burada dikizlemek ve dikizlenmek birer yaşam ve kültür biçimine dönüştü. Her şey tüm sırlarından arınmış olarak derhal tüketilmeye açık bir meta haline geldi. Ayrıca teşhir ve röntgencilikle birlikte tüketim körüklendi, kapitalizmin besleneceği alan yaratıldı.