Genellikle küçümseyen bir bakışla bakılır Kıbrıslı Türklere. Bunu hem Kıbrıslı Rumlar, hem Türkiye, hem de Avrupa Birliği yetkilileri yapar.
İtiraf etmeliyiz ki, zaman zaman biz Kıbrıslı Türkler de kendimizi “önemsiz” bir varlık olarak addediyoruz.
Devletlere dayalı uluslararası sistem içinde yer almayan, ne ayrı bir devleti yöneten, ne de tanınmış bir devlet içinde iktidar ve konum sahibi olabilen bir toplumu fazlaca dikkate almamak anlaşılır bir durumdur.
Kıbrıslı Türkler ekonomik bir güç değildir. Ne de BM ve AB gibi uluslararası ve uluslar-üstü kurumlarda söz sahibidirler.
Ayrıca, ilk bakışta ne Türkiye’nin, ne de Kıbrıs Cumhuriyeti’nin gidişatını etkiler gibi görünüyorlar.
Bütün bunlar elbette doğrudur. Kıbrıslı Türklerin kayda değer bir ekonomik gücü olmadığı ve gerek ada içinde, gerekse de uluslararası sistem içinde egemen bir özne olarak yer almadığı bilinen bir gerçektir.
Fakat kanımca Kıbrıs Türk toplumu, amiyane bir deyişle, “boyundan büyük” bir toplumdur.
Çünkü, bölgenin jeo-politik dengelerini etkileyebilecek bir konumdadır. Sadece bu değil!
Medeniyetler Yakınlaşması -ki günümüzün yakıcı konularından biridir- açısından da fevkalade önemli bir toplumdur.
Konuyu biraz açmaya çalışalım.
Doğu Akdeniz’de devletlerin nihai tahlilde nasıl bir konum elde edecekleri, jeopolitik dengelerin nasıl kurulacağı gibi son derece yaşamsal bir konuda Kıbrıslı Türklerin tutum ve eğilimleri etkili olabiliyor. Örneğin, geçmişte Yunanistan’ın Kıbrıs’ı topraklarına katarak egemenliğini Akdeniz’in ortasından Doğu Akdeniz’e yayması, başka faktörlerin yanı sıra, Kıbrıslı Türklerin Enosise “Hayır” demesiyle engellenmiştir.
Benzer biçimde, Lozan Anlaşmasıyla Kıbrıs’taki bütün haklarından vazgeçen Türkiye’nin adada yeniden söz sahibi olması, Kıbrıslı Türklerin varlığı ve tutumlarıyla mümkün olmuştur.
Günümüz açısından bakarsak, Türk-Yunan ilişkilerinin seyri, Türk-AB ilişkilerinin geleceği ve hatta Türkiye ile İsrail arasında uzun vadede ne türden ilişkilerin kurulacağı konularında Kıbrıslı Türklerin varlığı, nasıl bir tutum alacakları ve adadaki konumları önemli olacaktır.
Türk-Yunan ilişkilerinde yaşanan gerginliğin Kıbrıs Sorunu ile doğrudan ilgisi olduğunu kimse yadsıyamaz. Türkiye’nin AB’ye aday ülke olması Kıbrıslı Türklerin Annan Planına “Evet” demesiyle mümkün olduğunu da kimse inkar edemez.
Yeniden vurgulamakta yarar var: Kıbrıs’ın Yunanistan ile birleşmesinde Kıbrıslı Türklerin “Hayır’ı”, Türkiye’nin AB’ye üye ülke olmasında da Kıbrıslı Türklerin Annan Planına “Evet” demesi fevkalade önemliydi.
Üzerinde çok durulmaz ama, Crans Montana’da düzenlen son Kıbrıs zirvesinin başarısız olmasında İsrail faktörü küçümsenmemeli. Federal Kıbrıs devletinde Kıbrıslı Türklerin oluşturucu unsur olması, Türkiye ile ilişkileri kötü olduğundan İsrail’i rahatsız etmişti ve İsrail, Kıbrıs Rum siyasi elitlerini federal çözüme karşı tavır alma yönünde teşvik etmişti.
Kıbrıs Devleti’nin Parçası Olmanın Önemi
Kıbrıslı Türklerin jeopolitik dengelere dahil olmaları Kıbrıslı bir toplum olmaları kadar, hatta belki bundan daha fazla, Kıbrıs Cumhuriyeti Devleti’nin bir parçası olmalarından kaynaklanıyor.
Bu açıdan bakıldığında Türkiye’nin çıkarları, Kıbrıslı Türklerin Kıbrıs’tan kopartılarak “ulusa” katılmalarında değil, Kıbrıs ülkesinin kurumları içinde kökleşmesindedir.
Bunu en iyi, deneyimli devlet adamı İsmet İnönü anlamıştı. 1963 sonunda etnik çatışmaların başlamasının ardından, 9 Mart 1964 tarihinde Kıbrıs Türk liderliğine gönderdiği bir mektupta Kıbrıslı Türklerin Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurumları içinde kalmalarının önemini ısrarla şöyle vurguluyordu: “Kıbrıs Türklerinin devlet işlerini Rumlara terk etmeyip Türk hak ve menfaatlerini Kıbrıs devleti teşkilatı dahilinde de savunmalarına zaruret vardır.” (…) “Türkler Kıbrıs devlet teşkilatındaki görevlerini ve yerlerini almamaya devam ederlerse Kıbrıs Rumlarının devlet işlerini tek başlarına ve Türk hak ve menfaatleri zararına yürütmeleri karşısında, tarafımızdan yapılacak itiraz ve şikayetler, cihan efkarı haklı bulmayacaktır.” (…) “Kıbrıs ihtilafına nihai hal çaresi bulununcaya kadar geçecek zaman zarfında Kıbrıs Rumlarının tek başlarına devletin idaresini hakim olmaları şüphesiz ki, Türk hak ve menfaatleri için birçok mahzurları doğuracaktır.” (…) “Emniyetin tesisi için gerekli tedbirlerin alınması ve bunlar alındıkça mümkün olan en kısa zamanda, Cumhurbaşkan Muavini ile Türk bakanlardan başlamak üzere bütün Türklerin peyderpey devlet teşkilatındaki vazifeleri başına dönerek, Kıbrıs Rumlarının menfi faaliyetlerine karşı, devlet mekanizması dahilinde, anayasa ve kanun yollarıyla, sebatla ve metanetle mücadele etmeleri milli davamızın başarısına büyük ölçüde yardımcı olacaktır.”
(Mektubun bütünü için bak: Özker Yaşın, Nezvat ve Ben, Üçüncü Cilt, s.178-180.)
Görüleceği gibi, İsmet Paşa, Kıbrıslı Türklerin “Kıbrıs devleti teşkilatı dahilinde” kalmalarını ısrarla ve altını çizerek vurguluyordu ama Çetin Altan’ın “esnaf politikacıları” dediği kimselere söz geçiremiyordu.
Maalesef günümüzün “esnaf politikacıları” da Kıbrıslı Türklerin Federal Kıbrıs Devleti’nin içinde yer almalarının jeopolitik önemimi anlamaktan uzaktırlar. Kıbrıslı Türklerin adanın bütününde konumunu güçlendirmek yerine, onları silik bir özneye dönüştürecek milliyetçi söylemlerle vakit geçiriyorlar…
Kıbrıslı Türklerin AB İçin Önemi
Avrupa Birliği bir kurum olarak Kıbrıslı Türkleri fazla ciddiye almıyor. Ne de olmasa, ne Konsey’de oy hakları vardır, ne de Komisyon’da bir temsilcileri… Kıbrıslı Türklere bir miktar maddi yardımda bulunarak kendilerini rahatlatıyorlar.
Oysa Kıbrıslı Türklerin AB için önemi ilk bakışta göründüğünden daha fazladır. AB’nin etnik sorunların çözümünde başarılı olması AB’nin birlik ve bütünlüğü açısından çok önemlidir. Ayrılıkçı akımların tehdidi altında bulunan Üye Devletlerin Kıbrıs’ta siyasi bir birlik oluşturulmasında sonsuz yararları vardır. Ayrıca, bölünmüş bir Kıbrıs AB için ciddi bir prestij kaybıdır. Avrupa Parlamentosu başkanı Roberta Metsola’nın sık sık vurguladığı gibi, “Kıbrıs birleşmediği sürece AB birleşmiş sayılmaz.”
İşte, tam da bu noktada Kıbrıs Türk toplumunun önemi ortaya çıkmaktadır. AB’nin gerçek anlamda birleşmesi için, Kıbrıs’ın birleşmesi gerekiyorsa, bu, Kıbrıslı Türkleri önemsemeden, dikkate almadan başarılacak bir iş değildir.
Kıbrıs ve Kıbrıslı Rumlar İçin Önemi
Kıbrıslı Rumlar oldum olası Kıbrıslı Türklerin önemini küçümseye gelmişlerdir. Ne 1950’li yıllarda Enosis için silahlı mücadeleye kalkıştıklarında, ne de 1960’ta iki-toplumlu Kıbrıs Cumhuriyeti Devleti kurulduğunda Kıbrıslı Türkleri ciddiye almadılar. 1974’ten sonra da ülkenin yeniden-birleşmesi için önlerine koydukları büyük hedef yolunda da Kıbrıslı Türklerin rolünü anlamak istememişlerdir ve hala anlamamaya devam ediyorlar.
Oysa Kıbrıs’ın yeniden birleşmesi ancak Kıbrıslı Türkler bu yönde ortaya irade koymalarıyla mümkün olabilir.
Medeniyetler Yakınlaşması ve Kıbrıslı Türklerin Önemi
Soğuk Savaş bittiğinde bundan böyle “medeniyetler çatışmasının” başlayacağını ileri süren Samuel P. Huntington’a katılmasam da, din ve kültür eksenli çatışma ve gerilimlerin yaşandığı inkar edilemez. Dünyanın çeşitli yerlerinde din eksenli terör ve savaşlara rastlıyoruz. Başta Köktenci İslamcılar olmak üzere, siyasal anlaşmazlıklara dini katarak tavır almak, şiddete başvurmak yaygın hale gelmiştir. Tam da bu yüzden, bünyesinde çeşitliliği ve çoğulculuğu uyum içinde bir arada barındıran ülkelerin önemi büyüktür.
Kıbrıslı Türklerin bu açıdan bölgesel ve evrensel bir değeri vardır: Laik Müslüman bir topluluk olarak Hristiyan topluluklarla barış içinde bir arada yaşayacak bir medeniyet terbiyesine sahiptir.
Evet, Kıbrıslı Türklerin laik bir toplum olması, seküler bir yaşam tarzına sahip olmaları en büyük erdemleridir. Böyle bir toplumun korunup güçlendirilmesi hem Kıbrıs, hem Bölge, hem de dünyamız açısından önemlidir.
Bu yazdıklarımı içi boş bir “özgüven” pompalamak için kaleme almadım. Kıbrıs’ta ve bölgede gelişmelere yön verecek süreçlere aktif bir özne olarak katılmamız için elimizde imkanlar olduğunu göstermek için yazdım. Bunları en iyi şekilde değerlendirmek bizim elimizdedir…