Bir noktaya açıklık getirecem: yaşanan olayları koşullarıyla birlikte anlamadıkça veya gerçekleri konuşmaktan kaçınıyorsa, ne nedenini nede geleceğinni doğru yapma şansıız kalır. Son K. Kıbrıstaki belediyeler “yasası” da bunun aynasıdır. Sömürge koşulalrına bağlı ilhaklaşma yapılanışının ilhaka hazırlama adımlarıyla gelişen siyasetin okuyamadıkça, olayı salt normalmışına sıkıştırıp kurtulma yönünde oynatıkça, son yaşanan süreç tekrardan hem de daha da gelişmekte olanıyla yaşamaktan da kurtulunamaz. Yok anayasa yok yasalık banbaşka telden demokrasi kelimesini kondurtarak, sesleri yükseltip göndermeler yapmakla çözüm veya gerçekleri yapılıış kılıfı dahi sağlanmaz. Bunları ne yazık tekrar tekrar yaşamaktan da normalştirip alıştık. Tepki dahi konulmuyor. Parlementer muhalefet ilgili çizgiye çektirilip, halk ise “hepsi birbirine benzer” ekseninde seyircilikte dahi çıktı. Ama, sömürge tipi koşullar belediyelrin de fodal değil de kapitalizmin ilhaklaşma yönelişteki deerebeyleşme kurumsalaşmsaını da denemeye devam etmektedir. Türkiye dayatması, buradakilerin kopyalayıp hükümet olma ile elçilik kısgacında bir yeni belediyeler deneğimi yapılmaya çalışınıldı. Normali değil de koşulların gerçekleriyle de yolculuk başlandı. Devamında da anayasa ve yasaları sürükleyip, nasıl gerektiğinde takımayarak adeta ülkemizin resmini de çektiler.
Ülkemiz tüm olaylarda olduğu gibi, ister belediye ister derebeylikler değin, ayni gerçeği yaşadı. Koşullara dokunmadan, bunalrın yerleşmesi için siyasal yapılanış gerçekleştirilirken, elbet sorunlara da bu yönle bakış da olması kadar normal bir şey olamazdı. Nitekim, tüm alanlardaki yerleşme belediye veya derebeyliklere de yansıdı. Artık gerçek amaçlı yerel yönetimden çok, brakılan yetkilerle derebeylik kapitalist derebeylik sistemi gelişti. İflaslar ve başarısızlıklar şu eksiğin yardımıyla görünmez kılınmaya başlandı. Çünkü, demokratiklik, özgürleşme gibi koşullar yaşanmadığı için, bağımsızlık dönemine gelinememesi sonucu, sömürgesel değişimler ile dış müdahaleler le oluşan şartları da normal ülke gibi algılayıp idolojikleştirince, işler daha kolay oldu. Görünürdeki iç ayarlar çözüm veya rahatlama da getirmedi. Ama bir getirisi de oluyordu: birileri kazanıyor koltuktan sermaye elde etmelere dek önemli işbirlikçi güdük sınıfsal elit oluyorlardı…
Belediye tıkanmalarında olayın özü yandaşlama işlere değil de sorunlara banbaşka rahatlama kuralları denedi. Emekli maaşlar belediyelerden alınarak yönetime devredildi. Köyler de eklenerek, katgı da artırılarak kurtarma veya rahatlama amaçlandı. Bjda iflas ediyordu. Hiçbir ilaç tedavisi çare olmuyordu. Çünkü teşsis yanlıştı. Ayni yöntemlere devam deniliyordu. Batırılıyor, borçlar yığılıyor ve gidrek de hizmetler daralıyordu. Örneğin Lefkoşa gibi önemli merkezde toplu taşımacaılık hizmetleri kaldırtılıyordu. Birçok işler hem de çalışan fazlasına karşın hizmet satın alma adına şirketlerden alınıyordu. Taşaronlaşma yayılıyordu. Su fiyatlarına asronomik karlar konularak açıklar kapatılmaya maaşlar ödenmeye uğraşılıyordu. Bir de hiç söylenmeyen öteki gerçek, belediye sınrlarındaki nifus da bilinmiyordu. Verilen yyerel nifusu nkat kat üstünde insanların yaşadığı gerçeği dahi kimseleri buna yaklaşıma getiremedi.
Zamanla, işler TC elçiliği eksenine de sokuldu. Son belediyeler kuralları elçilik önerilerişyle gerçekleşti. Köylerin katılımı ve katgının artılışı bir anda yapıldı. Tabi ki koşulalr düşünülmeden, derebeylik yönetim şeklinden yerel bakışa gelinmediği için, nifusun hala bilinmemesi nedeniyle hiçbir rahatlama getirmedi. Sadece probagandası kaldı. Belediyeler elçilik kapısında para dilenme ve bağımlı hale gelmelere daha hızla gelinen tutum haline sokuldu..***
Tüm bunlar hem iflasları, hem yığılan borçları hem hizmetlerin verilmemesi ile keyfi istihtamla da yığılma hantalığını yaratı. Sanırım şehirlerdeki kokulardan tutun, laam patlamaları, denizlerin çirkefleşmesi ve nice koşul normal hale sokuldu. Bunun üzerine yine son dönemde iyice net şekilde yapılan müdahale oldu. Tıpkı Ersin Saray yolculuğu, Üstel koltuk merhabası ve dıştan bir anda Tahsinin uçuşuyla jet hızlı işler oldu. Paket imzalatıldı. İçinde belediyeler de vardı.
Birileri çıkıp da “biz çalışma yapıp gerçekleştirdik” elbet diyecek. Çünkü önce kendi oldukları yeri kurtarma hesaplarının da sancısı olmasından dolayı idi. Ama, gerçekten erşey faul. Daha ortaya taslak çıkarken, çizilen sınırlar dahi sırıtıyordu. Hele Kıbrıs cumhuriyetinin bazı yerleşimlerinin buradaki derebeyliklere yazılması da konunun nedenli bilinsiz yapıldığının önemli kanıtıydı. Bakanlıktan geçti, bakanlar kurulunda imzalandı, meclis komisyonuna gelip meclisten geçti, saray işdahla hamasi şarap içer gibi imzaladı. Kimse hiç olmazsa bu harita düzenlemesine yönelmedi. Böylelikle bilinmeyen nifus sayısına konulan toprak kuralının da sorgulanır haline gelindi. İlerde bunu inceleyip bilgi elde etmek isteyenler de kolayca kandırılma koşulu da oluşturuldu.
Ne tüzel kişilikler, ne borçların ne olacağı, ne nasıl yönetim şekli olacağı hiçbiri net değil. Sadece sayı konuldu. Oda anaayasa yolunda darmadağın bir sonuçla şimdilik yoluna devam ediyor. Çizilen belediye yetkili sınırlarda başka bir tartışma. Sırıtan tek belediyelerde epey soru işareti var. Neden birleşenler ile neden tek brakılan kriteri net değildir. Hele batan ve idare eden ilkesi hiç kulanılmadı. Ama güzel bir rahatlama vardı: Türkiyenin istediği bir protokol ilkesini gerçekleştirilmiş olundu. Buda koltukta oturanlar için yeter ve artar. Peki gelecek: kağos ve belirsizlik. Ama bedel halka olacağı kesin. Verilmeyen hizmetlerden daha asronomik rakam alınacak. Ama sorunlara devam.
Bağımlı ve ilhaklaşma politikasının yeni bir versyonuyla oynayarak adını demokrasi demeğe devam.