Kapitalizmin belli aralıklarla bunalım yaşadığı bir gerçektir. Bunalımdan çıkmak için uyguladıkları çare ise savaş çıkarmaktır.
ABD’nin başını çektiği neo liberalizm de bu bunalımdan kurulmaya yetmedi. Suçu Covit19 virüsüne yükleseler de bu kaçınılmaz olarak ortaya çıkacaktı. Belki salgın bunu biraz öne çekmiştir. Etkisi olmadı diyemeyiz.
Tüm bunalımlarda olduğu gibi bunun acısını en çok hissedenler işçiler ve dar gelirlilerdir. Bu etkiyi azarlatmak için emperyalist devletlerin yaptıkları maddi yardımlar aslında kendilerine yönelecek isyanı bastırma amacı gütmektedir. Aç kalan ve zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyleri olmayan kitleler burjuvazinin en korkuluğu durumdur. Bütün devrimlerin öncesi olan evrim süreci işte tam da budur.
Türkiye’deki Erdoğan rejiminin uyguladığı bilim dışı ekonomik modelle bu bunalımı en çok hissedilir hale getiren ülkelerin başında gelmektedir.
AKP, iktidara gelince Cumhuriyet döneminde kurulan tüm fabrikaları özelleştirme adı altında sattı. Bu tercihle iktidar çevresinde zenginleşen oligarşi bir yapı oluşturdular. Bu yapının zırhını da başkanlık rejimi ile oluşturdular. Baskılar arttı, özgürlükler kısıtlandı. Uluslararası hukukun dışına çıkma pahasına yurt dışındaki kaynağı belirsiz paraların Türkiye’ye girişi sağlandı. Bunun da bedelini gri listeye girerek ödedi. Gri liste ekonomik yaptırımların habercisidir ve daha kötü günlerin geleceğini anlatır.
Türkiye cari açığını kapamak için bir taraftan da borçlanma yolunu seçti. Böylece tüm insanları büyük bir borç yükü altına soktu.
Bu da yetmedi. Karşılıksız para basarak piyasaya para akıttı. Böylece doğal olarak paranın değerini düşürdü. Enflasyonu artırdı.
Bir taraftan Türk lirasının değersizleştirilmesi diğer taraftan da üretimden uzaklaşması vatandaş için hayatı çekilmez yapmaya yetti.
Türkiye kendine yeten ender ülkelerken biri AKP iktidarında tarımsal ürünleri hatta samanı bile ithal eder hale gelmiştir. Katma değeri yüksek ürün üretme Türkiye’de yok denecek kadar azdır.
Adanın kuzeyinde Türkiye’ye bağımlı olarak yaşayan insanlar olarak Türk parası kullanmak zorunda bırakıldık. Bu stratejik bir karardır.
Türk Lirasının değersizleştirilmesi, dünya petrol piyasalarındaki fiyat artışı beraberinde nakliyenin de pahalı olmasını getirdi. Bu da domino etkisiyle hayatın her alanında yaşam koşullarını zorlaştırdı.
Ankara’nın buraya atadığı işbirlikçiler de bizlerle alay ederek gibi refah seviyemizi artırmak için çalıştıklarını söylüyorlar.
Normal zeka seviyesinde olan herkes refah seviyesinin artması için üretime dönük bir ekonominin yaratılması gerektiğini bilir. Oysa burada hem üretimden hem de çözümsüzlük siyaseti ile dünyadan koparılmış toplum yarattılar.
Refah seviyesinin yükseltilmesi üretim ve dünya ile bütünleşen bir ekonomik yapıyla olasıdır. Bunu bilmek için ekonomist olmak gerekmez.