Cinsel organımız bilindiği andan itibaren, hepimize, cinsiyetimize bağlı birçok görev ve sorumluluk atanır. Kız gibi ve oğlan gibi olmak öğretilir. Nelerden hoşlanmamız gerektiği, hangi oyunları oynamamız veya hayallerimizin neler olabileceğine kadar her şey toplum tarafından belirlenmiştir. Kadınsanız yemek pişirmeniz, yaşadığınız yeri temizlemeniz, çocuğa veya yaşlıya bakmanız, onların taşımacılığını yapmanız, “süslü-bakımlı-seksi” olmanız beklenir. Erkeklerden ise beklenen; işe gitmek, tatminkâr para kazanmak, sözünün dinleneceği bir statü sahibi olmaktır.
Kadınlar, ev içi özel alana hapsolmuşken erkekler, sosyal iletişim ağlarını geliştirebildikleri kamusal alanın parçasıdırlar. Kamusal alanda edindikleri becerilerle örgütlere veya siyasi partilere dahil olabiliyorlar. Erkekler vasat dahi olsa siyasi tartışmalara dahil olabiliyorken genellikle kadınlar sorumlulukları gereği bugün ne pişiririm ya da neyi nerden satın alabilirim sohbetleriyle zaman harcıyorlar. Temsiliyet yani siyaset yapmak, politika konuşmak zaten erkek işi olarak görülüyor. Baksanıza, bilmem kaç yıldır devam eden bir siyaset programının adı “Er Meydanı”. Çoğunlukla da konukları erkeklerdir zaten!
Birkaç ülke dışında, dünya genelinde kadın temsiliyeti erkeklere nazaran çok daha azdır. Niteliksel anlamda kadınların sesi olabilmesi ve kadın haklarına dair politikalar üretebilmesi için kadınların, niceliksel temsiliyeti gereklidir. Peki, şu an kadınların temsiliyet sayıları, deneyim aktarımları yeterli midir? Tabii ki değildir. Kesinlikle kadınların temsiliyet oranı artırılmalıdır. Bunun için geçici pozitif ayrımcılık önerilmektedir. Hayat boyu yemeğinizi hazırlayan, çamaşırınızı yıkayıp ütüleyen, çocuğunuzu büyüten, yaşadığınız ortamı temizleyen kadınların sizden geçici bir süre pozitif ayrımcılık talep etmesi çok mu abestir?
Dünya genelinde var olan bu eşitsizliği gidermenin yöntemlerinden sadece bir tanesi, cinsiyet kotası uygulamasıdır. Siyasi temsiliyet alanında kısa sürede etkili olan cinsiyet kotası uygulaması, birçok ülkede kullanılmaktadır. Adından da anlaşılacağı üzere kadın değil cinsiyet kotası! Yani erkek temsiliyet oranı belli oranda azalırsa kota uygulaması bu kez erkeklerin lehine kullanılacaktır. Yani uygulama, her iki tarafın da temsiliyet hakkını gözetmektedir.
Cinsiyet kotası uygulaması ile erkek temsilciler, demokratik anlamda iyi bir imaj yaratmayı başarmış durumdalar. Bu kez ise kadınlar demokrasi imajı olarak kullanılıyorlar. Herhangi bir değişikliğe yol açmayacak şekilde, duyarsızlık ve ayrımcılıkla suçlanmamak için bazen tek bazen ise önemsiz sayıda kadın temsilci veya üye gösterilerek yapılan tokenizm yerine şimdilerde kota uygulaması çok daha fazla kullanışlı. Çünkü kotanın tokenizme göre demokratlık sosu çok daha bol!
Kota uygulaması kadınların, erkek etki alanı içerisinde ilerlemesine neden oluyor ve kalıp yargıları yıkamıyorsa amacına ulaşmıyor demektir. Kadınlar, bunu erkeklerin bir lütfu olarak görüyor ve ataerkil pazarlık yapıyorsa durum çok daha vahimdir. Kendi yararını her şeyin üstünde tutma eğilimiyle bencillik, toplumsal bir biçim almış demektir.
Örgütlerde, sendikalarda, siyasi partilerde kadın sayısının artırılması kadınların temsilini gerçek anlamda sağlıyor mu? Kadın temsilciler, kadınların temsili noktasında fark yaratabiliyorlar mı? Kadın temsilciler kadınların çıkarlarını önceleyen faaliyetlerde bulunuyor mu? Yani, kadınların niceliksel temsili niteliksel temsili beraberinde getiriyor mu?
Bu soruları sorup yanıtlayarak özeleştiri yapmalıyız. Örneğin; Gece kulüplerinde pasaportlarına el konulmak koşuluyla çalıştırılan kadınlar yokmuşçasına, gece kulübü sahiplerinin katılımıyla gerçekleştirilen Gece Kulüpleri Çalıştayı kime hizmet etmiştir?
Feminizmi araçsallaştırıp yerleşilen parlamentoda, toplumsal cinsiyete duyarlı bütçe ve yasalar geçirilmedikçe en basiti ped, lüks tüketim kalemiyle vergilendirilmeye devam edildikçe kürsüden yapılan popülist ahkamlar dinlenmeli midir?
Kadın öğretmenlere 1. ve 2. sınıf cinsiyetçi görev dayatması devam ettikçe, cinsel eğitim müfredata dahil edilmedikçe ve seksist müfredata itiraz edilmedikçe eğitim sendikaları, 8 Mart Dünya Kadınlar Gününü kutlamalı mıdır?
Devlet hastanelerinde kadınlar kürtaj yaptıramadıkça, kız çocukları rahim ağzı kanseri aşısına erişemedikçe sağlık bakanının kadın olmasıyla övünülmeli midir?
Ve kadınları eve hapseden muhafazakâr ideolojinin politik ürünü Aile Çalıştayına katılıp, katkı koyarak çalıştayı meşrulaştıran hukukçuların cinsiyet eşitliği ve adaleti için mücadele ettiğine inanılmalı mıdır?
Şimdi tekrar düşünelim: Kadınların niceliksel temsili, niteliksel kadın temsilini beraberinde getiriyor mu?