Son günlerde ülkemizde nükleer santral konusu yeniden köpürtülmeye başlandı.
Dünyada daha önce mevcut nükleer santrallarını belli bir plan içerisinde kapatmak kararı almış olan birçok gelişmiş ülke doğalgaz krizi nedeni ile kapatma tarihlerini ertelemek zorunda kalabileceklerini açıkladı. Ukrayna Rusya savaşı nedeni ile Rusya Federasyonu’nun Avrupa’ya doğalgaz, kömür ve petrol sevkiyatında kısıtlamaya gitmesi bir takım Avrupa ülkelerinde elektrik talebini karşılayamama endişesi yarattı. Bu çerçevede elektrik kullanımını azaltma yönünde alınan önlemler yanında nükleer santrallarda elektrik üretimi de alternatif olarak düşünülmeye başlandı ve önce Almanya kapatma sırası gelen nükleer santrallarının çalışma sürelerini kış sonuna kadar uzattı. Büyük oranda Rus doğalgazına bağlı olan ve bu kaynağın kesilmesi durumunda talebi nasıl karşılayacağı planları eksik olan Almanya gibi ülkeler bu krizi nasıl atlatacaklarını düşünürken nükleer santralların yeniden yapımına başlanabileceği görüşleri ortaya atıldı.
Kapatma sırası gelen nükleer santralların işletmesine devam etmesi sorunun azalmasına yardımcı olabilecekse de yeni nükleer santral yapılmasının yıllar alacağı gerçeği nükleer santralların böyle bir krize çare olamayacağını çabucak ortaya koydu. ABD’den sıvı doğalgaz (LNG) ithali gibi pahalı ama güvenli olabilecek yollara başvurulup ABD şirketleri ile Avrupa ülkeleri uzun dönemli anlaşmalar yapmaya başladı. ABD’de hızla çok büyük ve tanklardaki buharlaşan doğalgazı kullanarak yol alan ve tankların içerisindeki doğalgazı eksi 163 derecede taşıyan dev tankerler üretildi ve ABD ile Avrupa arasında doğalgaz köprüsü kurulmaya çalışıldı. Böylece ABD dünyanın önde gelen LNG ihracatçılarından biri haline geldi.
Ancak nükleer lobisi krizi fırsat bilip Fransa’nın nükleer santrallarını iki katına çıkaracağı ve Polonya’da ABD şirketi Westinghouse şirketinin nükleer santral yapacağı gibi haberlerini dünya basınında duyurdu. Polonya’nın nükleer santral planları yaklaşık on senedir gündemde ama şimdiye kadar başlanamadı. Enerji krizi nükleer santralların yeniden gündem olmasına neden oldu ama henüz alınmış bir karar veya imzalanmış bir anlaşma yok.
Bunların yanında dünyada bugün yapılmakta olan 53 adet nükleer reaktörün 40 adedi Rusya ve Çin tarafından inşa ediliyor (Temmuz 2022 verisi). Nükleer endüstri büyük oranda bu iki ülke tarafından kontrol ediliyor. Avrupa ve ABD’deki nükleer firmaların çok büyük bir bölümü nükleer santral yapımından çekildi. ABD ve Avrupa bu iki ülkeye çeşitli kısıtlamalar uyguluyor. Dolayısı ile Rusya ve Çin’in Avrupa’ya nükleer santral yapabilmesi pek olası değil. Nükleer santral yapımından çekilmiş olan şirketlerin toparlanarak yeniden nükleer santral yapımına başlamalarının ise çok uzun süre alacağı açık.
Dünyada durum böyle iken önce Akkuyu Nükleer Santralı’nın sahibi Rus Devlet şirketi Rosatom’dan Sinop NGS ile ilgilendiklerini belirten bir açıklama yapıldı. Daha sonra bu durum Cumhurbaşkanı tarafından dile getirildi. Bilahare Rosatom görüşmelere başlayabileceklerini duyurarak konuyu dahada genişletti. Soçi’de Rusya Devlet Başkanı Putin ile Cumhurbaşkanı’nın yaptıkları toplantı sonrasına rastlayan bu açıklamamlar akla Putin’in Türkiye’yi doğalgaz satış merkezi (hub) yapmak istediklerini açıklaması ardından bir al gülüm ver gülüm anlaşması mı oldu sorusunu da getirmedi değil.
Türkiye’nin doğalgaz da hub olması konusunun kolay bir konu olmadığı açık. Bir nevi borsa olan böyle bir kuruluşun kurulabilmesi her şeyden önce adalet sisteminin tam güvenilir olmasına bağlı ve bunun doğalgaz piyasası içerisinde yer alan tüm oyuncular tarafından kabul edilmesi gerekli. Bugün için en büyük alıcı yani doğalgaz ithalatçısı olan Avrupa Birliği’nin Türkiye yargı sistemine ilişkin kaygıları belli iken Türkiye’deki hub’dan doğalgaz almaları kuşkulu görülmektedir. Ayrıca bu hub’da satılacak Rus doğalgazını kapılarının önüne kadar gelen boru hatlarından almayan Avrupa’nın Türkiye üzerinden alması için gerekçelerinin ne olacağı da belirsiz. Eğer bu öneri kriz sonrası için bir hazırlık ise o zaman dünya dengelerinin nasıl olacağı sorusuna bugünden cevap bulmuş olmak gerekir ki bu da çok kuşkulu.
Avrupa’da enerji krizi ile ilgili tartışmalar sürerken birkaç gün önce Cumhurbaşkanı üçüncü nükleer santralı da yapacağız diye bir beyanatta bulundu. Geçtiğimiz yıllarda Kırklareli İğneada’da yapılması düşünülen nükleer santral için Çin ile bir iyi niyet anlaşması yapılmıştı. Cumhurbaşkanı’nın açıklaması bu anlaşma ile mi ilgili idi yoksa Rusya ile iki nükleer santral için mi görüşmeler yapıldığı konusu açıklığa kavuşmadı.
Kasım ayı sonunda Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakan Yardımcısı Alpaslan Bayraktar’ın Sinop’ta inşa edilmesi düşünülen ikinci nükleer santral için Rosatom ile görüşmelere başlama aşamasına gelindiği ve Türkiye’nin Akkuyu NGS hariç 12 ila 16 reaktöre ihtiyacı olduğu beyanatı basında yer aldı. Bayraktar’ın ayrıca nükleer konusunda ana fikrin Türkiye’nin nükleere ihtiyacı olduğu ve bunun rekabetçi hale getirilmesi gerektiğini söylediği belirtildi.
Tabii bu tespitlerin hangi planlama veya öngörülere dayandığı, neden Türkiye’nin nükleer santrallara ihtiyaç duyduğu, elektrik üretmek için başka olanakların olup olmadığı, bu olanakların yeterli olup olmadığı konusu hiç gündeme getirilmedi.
Bu gelişmeler nükleer lobi tarafından duyulmuş olacak ki Kore’nin en önemli elektrik şirketi KEPCO dört adet her biri 1400 MW gücünde Kore tipi (APR 1400) nükleer reaktör inşa etmek için Türk hükümeti ile görüşmekte olduğunu açıkladı. Hatta önümüzdeki yıl fizibilite çalışmalarına başlayarak Türkiye’nin kuzeyinde bu santralın inşa edilebileceğini ve yatırım tutarının da 40 trilyon won (30.7 milyar Dolar) olacağını ve böylece KEPCO’nun bu sözleşmesinin Birleşik Arap Emirliklerindeki nükleer santral projesinden daha büyük olacağını da açıklamasına eklediği basında yer aldı.
Bu kadar da değil. ABD Dış İşleri Bakanlığı Nükleer Enerji Danışmanı Justin Friedman’ın Türkiye’ye gelerek küçük modüler nükleer santrallar (SMR) hakkında Türk şirketleri ile görüşmeler yaptığı ve 70 ila 300 MW büyüklükte inşa edilebilecek bu santralların kömür santrallarının yerine kullanılabileceği ve böylece karbon emisyonlarının azaltımın da önemli rol oynayabileceği ve Türkiye’nin 2050 yılına kadar nükleerden sağlayacağı 20 gigawatlık hedefini karşılamak üzere 35 kadar SMR’yi satın alacak alanı olduğu yerli ve yabancı basında yer aldı. Justin Friedman beyanatında bununla da yetinmiyor ve bu SMR��ler den elde edilecek nükleer enerjiyi yenilenebilir kaynaklarınızla birleştirebilirseniz çok avantajlı olursunuz diye ayrıca öğüt de veriyor. Ve bu santrallar için ABD’li şirketlerin Türk şirketleri ile nasıl ortaklık yapabileceğini araştıracağını belirtiyor.
Tabii bunları anlatırken ABD’de üretilmiş tek bir SMR bile olmadığını, dünyada SMR tarifine uyan tek bir santral olduğunu ve bunun da Rusya tarafından yüzer tip olarak imal edilerek yakın zamanda Doğu Rusya’da devreye alındığını, SMR’lerin atık oranının klasik reaktörlerden fazla olduğunu, SMR’lerin henüz batıda imal edilmiş prototiplerinin bile olmadığını, bazı batı hükümetlerinin bu tip reaktörleri geliştirmek için destek verdiklerini dünyada Rusya dışında ticari işletmede olan SMR olmadığından hiç bahsetmiyor.
Tüm bu haberler Türkiye’de bir nükleer pazar olduğu algısının dünyada yaygın olduğunu gösteriyor. Bu algının hangi teknik ve bilimsel verilere dayandığı hiç belli değil. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı ve TEİAŞ verileri ve talep tahmin raporları önümüzdeki yıllar için böyle bir öngörüde bulunmuyor. Ayrıca son beş yıldır pandemiden çıkış yılı olan 2021 hariç ülkemizde elektrik tüketimi artmıyor. Hatta 2022 yılı elektrik tüketimi 2021 yılına göre azalma gösteriyor. Bu trendin önümüzdeki yıllarda da sürme olasılığı olduğu resmi verilere de yansıyor. Aşağıda verilen Enerji ve Tabii Bakanlığının 2040 yılına kadar olan talep tahmini yıllık artışları % 3-4 arasında veriyor.
Bu veriler 2040 yılına kadar elektrik talebinde aşırı bir artış olmayacağını açıkça ortaya koyuyor. Friedman’ın bahsettiği 20 000 GW nükleer elektrik santralından yılda yaklaşık 160 milyar kwh elektrik üretilir. Bu miktar elektriğin nasıl tüketileceği ise belli değil.
Mevcut yenilenebilir kaynakların çok azının henüz kullanılmakta olduğu, elektrik depolama teknolojinin hızla ticarileştiği, güneş enerjisi yatırımlarının tüm dünyada en önemli elektrik üretim aracı olduğu günümüzde bu kaynaklardan yararlanmak yerine nükleer santrallara yönelmek veya bu yönde kamu kaynaklarını kullanmak teknik ve bilimin kabul edebileceği bir durum değildir.
Türkiye’nin bugün yapımı sürmekte olan Akkuyu NGS dahil herhangi bir nükleer santrala ihtiyacı yoktur. Mevcut kurulu gücü, üretim kapasitesi, emre amade kapasitesi ve henüz üretim tesisinde kullanılmayan rüzgâr ve güneş gibi kaynakları bu durumu fazlası ile göstermektedir.
Nükleer santrallarda yakıt açısından %100 dışa bağımlıdır, ucuz kaynaklardan elektrik elde edildiğinde kolayca devreden çıkarılamazlar. Elektriği pahalıya üretirler ve pahalı satarlar. Alım garantili sözleşmelerle kurulurlar. Ülkemizde elektrik üretiminde dışa bağımlılığı arttırdıkları gibi arzı arttırdıklarından ucuz yenilenebilir kaynakların gelişimine de set vururlar. Bu kadar olumsuz niteliklere sahip santralların kurulması enerji politikaları ile açıklanamaz. İhtiyacı olmayan bir ülkeye dışa bağımlılığı arttıran ve pahalı elektrik üreten birkaç büyük güçlü ve çok sayıda küçük güçlü nükleer santralın yapılması ülke yararına olan bir elektrik enerjisi politikası içerisinde yer alamaz.
Burada nükleer santralların bir kaza halinde neden olacağı felaketlerden veya Ukrayna örneğinde görüldüğü gibi bir silahlı çatışma durumunda büyük bir risk yarattığı gerçeklerini de hatırlatmak yararlı olacaktır.
Bütün bu gerçekler Türkiye’de yapılmakta olan ve yapılması planlanan nükleer santralların bir gereksinim olarak değil, bir siyasi proje olarak yapılmak istendiğini göstermektedir. Çeşitli uluslararası siyasi manevralarda Türkiye elektrik talebi siyasiler tarafından alet olarak kullanılmak istenmektedir.
Elektrik bugün için vazgeçilmez bir insan hakkı niteliğindedir. Herhangi bir siyasi yatırım olarak ele alınmamalı ve siyasete alet edilmemelidir. Elektrik enerjisi politikası toplum yararına ve teknik gereklerine göre uygulanmalıdır. Nükleer santralların iktidarın elinde siyasi bir kart olarak bulunması ve belli ülkelerle olan ilişkilerde koz olarak kullanılması kabul edilemez.
Siyasi iktidar ülke yararlarını önceleyerek bu türlü davranışlarından vazgeçmeli ve ikinci ile üçüncü nükleer santrallar için ülkeyi herhangi bir anlaşmaya sürüklememelidir.
*Eski TMMOB Elektrik Mühendisleri Odası Başkanı