yaklaşımlarRasıh KeskinerAraplaştırma projesi – Rasıh Keskiner
yazarın tüm yazıları:

Araplaştırma projesi – Rasıh Keskiner

Yeniçağ podcastını dinleyin

Hep gündemde olan ve defalarca gündeme getirdiğimiz istirdat projesi (Osmanlı zamanında kaybedilmiş toprakların geri alınması, ki Kıbrıs da bu projenin içindedir) ile birlikte yine uzun bir süre önce planlanmış Araplaştırma projesi de birlikte sürdürülmektedir. Bu çerçevede de Günümüzde gündemin başında tartışılan en önemli konulardan birisi hiç kuşkusuz “Bu gidiş nereye” hususudur.

Belli bir süreden beri özellikle son yıllarda hızla artan bir oranda Türkiye kaynaklarının belli bir plan ve program çerçevesinde yabancı şirketlere, yabancı Arap ülkelerine satıldığı ortada duran bir gerçektir. Bu satıştan en büyük avantayı şu andaki iktidar içindeki yandaşlar almaktadır. Bu yandaşların Saray çevresinde ve saray ile ortak olan sayılı müteahhitler çekmektedir. Düşünün bir tarım ülkesi olan Türkiye buğdayı Rusya veya Ukrayna’dan almak durumunda kalmıştır. Allah’ın hayvan yemi samanını Bulgaristan’dan almaktadır. En önemli üretim alanları bilerek kurutulurken, bu ürünlerin ithali yandaş adamlarına ihale edilmektedir. Elde edilen vurgun Saray ve 5-6 firma arasında paylaşılmaktadır. Aynı şey Cumhuriyetten bu yana kurulan fabrika ve kuruluşlar için de yapılmaktadır.

Bütün bunlar yapılırken diğer yandan Cumhuriyetle birlikte yaşam bulan kültür değiştiriliyor. Nasıl mı? Türkiye süratle ARAPLAŞTIRILIYOR. Bu proje yıllar önce Kökleri kazınamayan tarikatlar ve Laikliğe karşı şeriatı savunan guruplar tarafından başlatıldı. Hiçbir surette Kuranda olmayan uyduruk hikayelerle din siyasete alet edilmiş bulunmaktadır. Sarayın başı bizzat konuşmalarında dindar bir gençlik yetiştireceğiz demektedir. Bu açıkça dile getirilen dindar söylemin beraberinde gizlenen ama hayat bulan bir diğer söylem de kindar sözüdür. Dinine bağlı bir kişi kindar olabilir mi? Bunlar kendileri gibi düşünmeyen, hareket etmeyenlere kin yüklüdürler. Türbanı bir siyasal simge olarak kullanmaktadırlar. Kapanmayan, başını türban ile bağlamayan bir kadının iş bulması mümkün değildir. Türban olayını silah yapıp insanların ekmeği ile oynamaktadırlar. Kapanmayanların cehenneme, kapananların ise cennete gideceklerini ve cennette kendilerine villalar verileceğini, kendilerini çok şaşalı bir hayat beklediği yalanını müritleri vasıtası ile topluma enjekte etmektedirler. Bu çerçevede ayrıca erkeklerin İŞİD sakalı bırakmaları, nargile kültürünün kafelerde yaygınlaştırılması özendirilmektedir. Bu yapılanlar Türk adet ve ananelerine uymamaktadır. Yapılmak istenen Türkiye’nin ARAPLAŞTIRILMSASI projesidir. Ve giderek şeriat düzenine geçiştir.

Bu konuda bakın Türki cumhuriyetler devletlerden Kazakistan Başkanı Nazarbayev, ne diyor: “Bizim kızlarımız nasıl giyineceğini bilir. Araplardan öğrenecek değiliz. Biz İslam’ı resmi din olarak kabul ediyoruz. Fakat Müslümanlığımızı konu ederek bir yerlere gidemeyiz. Diğer İslami devletlere saygılıyız fakat biz Arap değiliz. Biz göçebe ve Türki bir halkız. Araplar gibi kızlarımızı dini, kültürel ve toplumsal baskılarla kapatıp bunu Müslüman devlet imajı olarak kullanamayız. Onları çarşaflara, bürüyerek eve hapsetmek bizim yolumuz değildir. Eskiden kadınlarımız nasıl isterse giyinerek hiçbir sorun olmazdı. Müslüman ve Sunni bir halk olmamız insanların hayatlarına karışmamız için sebep değildir.”

Bu çerçevede birkaç söz daha söylemek isterim. Ben tahsilimi Ankara’da 1960 sonları 1970 başlarında yaptım. Zaman buldukça Ankara’nın en köşede kalmış mahallelerini, gecekondularını dolaştım. Stajlarım gereği çok Anadolu köylerini gezdim. Hiçbir yerde bugünkü gibi sıkma baş, türban olayına rastlamadım. Olgun kadınlarımız nenelerimiz, hatta genç kızlarımızın bazılarının başında eşarp tipi saçlarını örtmeyen örtü vardı. Hatta benim annem de ablalarım da yemeni, işlemeli oya çember takarlardı başlarına. Hiç başını örtmeyenler de vardı. Üniversitede türban takan tek bayan yoktu. Bu durum kimseyi rahatsız etmez, dinli dinsiz konusu hiç gündemde olmadı

Cumhuriyet sonrası TC de kadınların birilerine dinci olduklarını ispat etme zorunluluğu yoktu. Modern Türk kadını giyim kuşamları ile bağımsız, özgür ve dokunulmazdılar. Laik TC cumhuriyeti dini devlet işlerinden ayırmıştı. Oysa şimdi Türban siyasal bir proje olarak kullanılmakta ve bu proje Araplaştırma ve şeriata geçiş simgesi olarak kullanılmaktadır. Şeriatın komşumuz İran da neler yaptığını görüyoruz. Daha geçen aylarda saçı görüldü diye genç bir kız öldürüldü, bir diğeri idam edildi. Bu çerçevede milyonlarca Arap vatandaş yapılmış, şehirlerde Arap mahalleleri kurulmuş, Afgan yobazlar TC de üstlenmiştir. Taksim meydanı ve Beyoğlu Arap mahallesi olmuştur. Bu Cumhuriyetin laik TC kültürü değildir. Ne yazık ki toplumun önemli bir kısmı bu gidişin farkında olmayıp bir modaymış gibi kadınlarını eve hapsetmekte, kılık kıyafetini kapatmakta ve türbanla başını saçını örtmektedir. Bu şekilde yaparak da bilmeden farkına varmadan sarayın yaratmaya çalıştığı Araplaştırma-şeriat düzenine destek olmakta, bu anlayışın reklamını yapmaktadır. Oysa dini herkes vicdanında yaşamalı, hiç kimse illa da dinciliğini ispat için kılıktan kılığı girmeye zorlanmamalıdır.

Bu Araplaştırma ve şeriat düzenine geçiş projesi kapsamında seneler öncesinden başlayan birtakım faaliyetler sürdürülmektedir. Son olarak TC den atanan din işleri dairesi sorumlusunun yaptığı konuşmalar da bu projenin bir devamıdır.

Bu gidişe karşı modern ve laik yaşamı savunmak, korumak en büyük görevlerimiz arasındadır.

- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
355AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin