yaklaşımlarHalil KarapaşaoğluBir Televizyon Hikayesi; Kanal SİM - Halil Karapaşaoğlu
yazarın tüm yazıları:

Bir Televizyon Hikayesi; Kanal SİM – Halil Karapaşaoğlu

Yeniçağ podcastını dinleyin

1 Ocak 2023 itibariyle Türksat üzerinden yayın yapan Sim TV, Türksat’a 30 bin dolar teminat ve 150 bin TL aylık kira ödeyemeyeceğinden dolayı Türksat üzerinden gerçekleştirilen yayınlarını durdurdu. Genç TV, Ada TV, Kıbrıs TV, Kanal T gibi diğer yerli kanallar ise bir taahütname imzalayarak, bu parayı vereceklerine dair söz verdi. Kanal Sim ise bu parayı ödeyemeyeceğini açıkça ifade etti.

UBP, DP ve YDP hükümeti Türksat’a özel kanalların vermesi gereken parayı sübvansiye ediyordu. Artık sübvansiye etmeyeceğini duyurdu. Peki hükümet neden artık bu parayı sübvansiye etmeyecekti? Bu kararı almasındaki sebep neydi?

Hükümet televizyon kanallarıyla ilgili bir yasa tasarısı hazırlıyor. Basına düşen bilgiye göre, önceleri TV kanallarındaki yabancı hisse oranı %25’le sınırlandırılmıştı. Hükümet bu oranı yüzde %75’e çekmek istiyor. Türk sermayesi KKTC hükümetinin dağıttığı vatandaşlıklar üzerinden zaten yerli sermaye grupları olmadan yatırım yapabiliyordu. Eski devrik Başbakanlardan Faiz Sucuoğlu’nun Ankara ile imzalamış olduğu protokole göre Türk sermayesi vatandaş olmadan, yerli sermaye gruplarıyla işbirliği yapmadan yatırım yapma imkânına sahip olması öngörülüyor. Bu yasa tasarısıyla da TV kanallarını Türk sermayesine tamamen devretmek istiyorlar.

Bu ne anlama geliyor? Bu Kıbrıslı Türklere ait kanalların her ne kadar resmi ideolojiyi savunsalar da, Türklük sözleşmesinin çerçevesinde yayın yapsalar da mülkiyet devrinin Türklere geçirtilmesi anlamına geliyor. Kıbrıslı Türk televizyonlarının Türklere devredilmesi, Türklerin baştan aşağıya her şeyi düzenlemesi ve çıkarlarına göre bu kanallarda karar alması anlamına geliyor. Buradan çıkartılacak başka bir sonuç ise Kıbrıslı Türk sermaye gruplarının tasviyesi olacaktır.

Kolonyalizm literatürünün merkezinde sermaye hareketleri ve sömürgecilik bulunmaktadır. Sömürgeciye ait sermaye grupları yani şirketler sermayenin doğası gereği büyümek zorundadır. Kapitalizm koşullarında büyüyemeyen sermaye grupları yok olur. Feodalizmden tekelci kapitalizme geçiş süreci sermaye gruplarının kendi içindeki savaşımına dayanır. Bu savaşın sonunda devasa şirketler ortaya çıkar. Diğer şirketler de ortadan kaybolur. 48 yıl sonra Türk sermayesi içinde bulunduğu genleşmeden dolayı Kıbrıs’ın kuzeyindeki Kıbrıslı Türklere ait sermaye gruplarını bitirmek için girişimde bulunmuştur. Protokol kararları ve Falyalı Cinayeti bu süreçlerin önünü açan iki büyük girişimdir. Kıbrıs’ın kuzeyinde Türk şirketlerinin korkunç bir hegemonyasıyla karşı karşıyayız. Kıbrıslı Türk sermaye gruplarının gelişmesi ne anlama geliyor? Türk kolonyalizmi neden Kıbrıslı Türk sermayesini kendisiyle işbirliği yapmasına rağmen tasviye etme kararı aldı? Kıbrıslı Türk sermayesiyle Türk sermayesi arasında fark yoksa neden Kıbrıslı Türklere ait şirketler ortadan kaldırılmak isteniyor? Bu soruların başka bir makalede tartışılması gerekiyor. Marksist bağlamda bu soruların teker teker değerlendirilmesi şarttır.

Basın kuruluşları; basılı gazeteler, televizyonlar, Web TVler, dijital gazeteler yani genel anlamda medya, ideolojik aygıtların en önemli bileşenlerinden biridir. Medya üzerinden kitlelerin bilinçleri, kültürleri, kimlikleri ve sosyal davranışları şekillendirilir. Bu ne anlama geliyor? Bu kitlelerin davranışlarını uzun zaman içinde kontrol altına alıp, onları yaratmak istediğiniz toplum yapısına dönüştürmek demektir. Geneleneksel medya araçlarının yanında yeni medya araçları da insan üzerinde tahakküm kurmaktadır. Basılı gazeteden, facebook’a… TikTok’tan artırılmış gerçeklik, sanal gerçeklik teknolojilerine kadar medyanın şu an geniş bir yelpazesi vardır.

İletişim kanalları sermaye grupları tarafından neden ele geçirilmek isteniyor? Kitleler iletişim aracılığıyla neden sermaye grupları tarafından kontrol edilmek isteniyor? Sermaye grupları tarafından sömürülenlerin sömürüye karşı başkaldırmasını engellemek için. Ezilenlerin, sermaye gruplarıyla işbirliği içinde faaliyet gösteren politikacılara oy vererek iktidarlarını meşrulaştırmak için. Aslında hikaye çok basit. Bütün kavga “kâr” dediğimiz artı değerin devam etmesi için. Medya, barbarlaşan bir dünyanın kitleler tarafından “demokratik” kabul edilmesini sağlayan en güçlü araçlardan bir tanesidir. Yani barbarlık kitleler tarafından “demokratik” olarak algılanıyor. Şiddet, sömürü, eşitsizlik toplumlar tarafından normalleştirilip, bu ilişkiler ağının meşrulaştırılması söz konusu oluyor.

Sömürgeci sömürülenlerin kendisine itaat etmesi için bütün medya kanallarını ele geçirmek zorundadır. Kıbrıslı Türkler, Türk medyasının Tükleştirme, Sünni Müslümanlaştırma ve apolitikleştirme süreçlerinin ağır saldırısı altındadır. Çocuklarımızdan yaşlılarımıza kadar herkes Türk medyasının propagandasına maruz kalmaktadır. Çizgi filimlerden dizilere, reality showlardan haber programlarına kadar… Bunun yanında aynı dili paylaştığımız için yeni medya araçalarında da Türk kolonyalizminin hegemonyasıyla karşı karşıyayız. 90 milyonluk bir ülkenin sermaye yapısıyla ve içerik üretimiyle kıyaslanamayacak derecede küçük bir toplumuz.

Kültür sürekli olarak değişim ve dönüşüm halindedir. Bunda hiçbir sorun yoktur. Ancak bir toplumun diğer bir toplumu kendine benzetmeye çalışması bir toplumun diğer toplumu tek tipleştirmeye çalıştırması kabul edilemez. Buradaki en önemli sorunlardan bir tanesi budur. Kıbrıs’taki bu çeşitlilik yok edilip arı bir kültür anlayışı bizlere dayatılmak isteniyor. İnsanlarımız kendilerini Kıbrıslı veya Kıbrıslı Türk olarak tanımlayabilir. Hatta Türklük vurgusunun tonunu arttırıp Kıbrıs Türk’ü diye de tanımlayabilir. Siz kendinizi istediğiniz şekilde tarif edin karşı taraf sizi hiçbir şekilde kabul etmiyor. Kimliğinizin önünde “Kıbrıslı” veya “Kıbrıs” diye bir ifade varsa bu onlar için tehlike arz eden bir durum oluyor. Bunun sonucu olarak yerleşimci kolonyalizmle birlikte adanın kuzeyinde Kıbrıslı olan ne varsa Kıbrıs’a ait olan ne varsa yok edilmeye çalışılıyor. Türk siyasal tarihi İttihat ve Terraki’den bu yana kendi dışındaki bütün etnik grupları “düşman” olarak nitelendirdi. Bundan dolayı da bütün Türkiye’den Türk olmayan grupların imha süreci başladı. Bu imha sürecinin bir benzeri de şu an kuzey Kıbrıs’ta yaşanıyor.

İttihat ve Terakki’nin Kıbrıslı Türkleri veya Türkçe konuşan Kıbrıslıları başka bir ifadeyle müslüman cemaatı Türkleştirme operasyonları 1900lerin başında başlar. Ekonomi politik açıdan bugün Türk bankası olarak isimlendirilen bankanın kuruluş ve gelişim aşaması bunun için çok önemli bir örnektir. İkinci önemli adım Necati Özkan’ın 1930’larda yürütmüş olduğu ticari faaliyetlerdir. Türk devletinin sistematik bir şekilde Türklük bilincinin geliştirilmesi çalışmalarına başlaması 1925 yılına kadar dayanır. Türk Devleti Kıbrıs’ta ilk elçilik binası açtığında bu faaliyetler başlamış olur. Gazetecilerin fonlanması, cumhuriyet bayramlarının kutlanması, Türklük bilincinin geliştirilmesi için Ankara’dan buraya gönderilen maddi kaynaklar bunların temelidir.

Bütün kimlikler bir kurgudur. Hayalidir. Kimlik oluşumlarının son iki yüz yılda en önemli belirleyicilerinden biri sermayedir. Sermaye kendi çıkarları doğrultusunda kimlik oluşumlarına maddi destek sağlar. Kimlik bilincinin oluşması için uygun zeminlerin yaratılması için sistematik olarak çalışır. 1901 yılında, Müftü Hacı Hafız Ziyaî Efendi müslümanlık sözleşmesi içerisinde “Lefkoşa İslam İddihar Sandığı’nı” kurar. Müslüman cemaatin Ortodoks cemaatın bankalarına para yatırmaması için kurulur bu sandık. Müslümanların ve Hristiyanların ayrılması gerekir. Ortak yaşam alanlarında kültürden ekonomiye buluşmaması gerekir. Kimin için? Birilerinin daha fazla para kazanması için…  Lefkoşa İslam İddihar Bankası, 1943 yılında Lefkoşa Türk Bankası olur. Neden önceleri “İslam” ifadesi olan bankanın isminden “İslam” sözcüğü kalkar ve “Türk” kimliği gelir? Neden 1901 yılında kurulan bu banka “Lefkoşa Türk İddihar Sandığı” olarak isimlendirilmez? Bilinç yaratımı ve bilinç çalışmaları bu bağlamda çok önemlidir. İnsan bilinci kurumlardan, üretim ilişkilerinden, sınıf çatışmalarından bağımsız değerlendirilemez. Yerleşiklerle ilgili olan problem buradan doğmaktadır. Bilinç iktidar araçları tarafından nasıl inşa edilir? Bilinç kontrolü iktidara ne sağlar? Yerleşiklerin bilincini güç ilişkilerinden “power relations” soyutlayarak bu soruna yaklaşırsanız günün sonunda büyük bir hayal kırıklığına uğrarsınız. İktidar insan bilincini sürekli olarak kontrol altında tutulmak ister. Bundan dolayı değil midir Kapitalizm insanları sömürmesine rağmen ezilenler sömürü düzeninin temsilcileri olan işbirlikçi siyasal partilere oy verirler? Bundan dolayı değil midir Türk devleti buraya taşıdığı nüfusun siyasal davranışlarını kontrol altında tutmak için kültürel, siyasal ve ekonomik olarak bu nüfusa tahakküm uygular. Karl Marx’ın “ideoloji” kavramı tam olarak bunu açıklar. Marx, kitlelerin yaşadığı sömürü ilişkilerini, eşitsizliği, adeletsizliği nasıl olur da dünyanın olağan döngüsü içinde gördüğünü anlatır. Biz yoksulların hakkını savunuyoruz. İşçilerin özgürleşmesini savunuyor, sınıfların kalkması için mücadele veriyoruz. Ancak kitleler yine onlara oy veriyor yine onların safında duruyor. Bu nasıl oluyor? Bu soruların bütün cevapları Marx’ın ideoloji kavramında saklıdır.

Türk kolonyalizmi Türk medyası üzerinden Kıbrıslı Türkleri kendine benzetmeye çalışırken, Kıbrıslı Türkleri tek tipleştirmeye çalışırken başka bir ifadeyle Kıbrıslı Türklerin “Kıbrıslılıklarını” imha etmeye çalışırken şimdi bunun yetersiz olduğunu düşünüp buradaki yayın kuruluşlarını da ele geçirmeye çalışıyor. Bunu yapmasındaki diğer bir önemli faktör ise buraya getirdiği nüfustur. Buraya getirdiği nüfusu kendine konsolide etmesi gerekir. Buraya getirdiği nüfusu kendi kontrolünde tutabilirse alt yönetimdeki siyasal yapıyı kontrol edebilir. Buraya getirdiği nüfus Türklük bilinci içinde bir “Turuva” atıdır. İktidarın (Türk Devletinin) bir silahıdır. 1976’dan bugüne, 1975 yılında 26 köy ve 4 mahalleye yerleştirilen bu insanların oy davranışları Türk Devletinin Kıbrıs politikasına Türk devletinin dış politikasına göre şekillenmiştir. Annan planı da bu hikayenin içindedir. Peki neden Türk Devleti kendi medya organlarıyla kusursuz bir şekilde propagandasını yaparken yerli medya organlarını da almak istiyor? Bunun iki sebebi var. Birincisi sermayenin doğal hareketlerinden doğan tekelleşme arzusu bir diğer sebep ise hem yerleşimciler hem de Kıbrıslı Türkler üzerine uygulanan kültür ve bilinç alanında kurulacak hegemonyadır. İnsan bilincini üretim ilişkilerinden soyutlayarak tartışmaya çalışanlar, iktidarın ürettiği sömürü ve asimilasyon politikalarını meşrulaştırırlar. Marksizm yapılar üzerinden tartışır. Yapıların kamusal alandaki faaliyetlerini, gücünü anlamaya çalışmazsanız sorunları iyi niyetinizle çözemezsiniz.

Türkiye’de uydu üzerinden yayın yapma faaliyetleri Türk Telekom’un elinden AKP’nin özelleştirme politikaları çerçevesinde 2004 yılında alınmıştır. Uydu yayınlarının işletmesi Türksat’a devredilmiştir. Türksat’ın yönetim kurulunda İbrahim Kalın ismi dikkat çekicidir. AKP’nin en önemli ideologlarından ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın en kıymetli danışmanlarından biridir. Oraya İbrahim Kalın ismi boşuna konmamıştır. Medya kitlelerin kontrolü, davranışlarının şekillenmesi ve bilinç yapılanması için en önemli araçlardan bir tanesidir.

Kuzey Kıbrıs’ta yayın yapan medya kuruluşlarından hangileri AKP ve Türk Devleti aleyhine konuşanlara yer vermektedir? Neden AKP kendi sömürgesinde kendi politiklarına muhalefet edenlere konuşma hakkı veya seslerini çoğaltma hakkı tanısın? Avrupa Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Gazeteci Şener Levent SİM TV’nin yayınlarının Türkiye’de durdurulması olayıyla ilgili bir detay paylaştı. Avrupa gazetesi muhalif yayınlarıyla rejime karşı mücadele eden en önemli gazetelerimizden bir tanesidir. Devletin haber ajansı bütün medya organlarına ücretsiz bir şekilde kendi muhabirlerinin yaptığı haberleri dağıtıyor. Avrupa gazetesinin yayınlarını durdurmaya yönelik önemli bir adım atılıyor. Bütün yayın kuruluşlarına TAK tarafından ücretsiz olarak dağıtılan haberler artık 1000 pounda satılmaya başlıyor o dönem. Buradaki amaç Avrupa gazetesinin kısıtlı bütçesinden dolayı kendi muhabirleri olmadığından gazetenin sayfalarını dolduramayacağı ön görüsü yapılıp, gazetenin yayınlarını durdurmak hedefleniyor.

Türk devleti burdaki siyasal hamlelerini çok dikkatli atıyor. Doğrudan bir şeyleri yasaklamak onlar için çok tehlikelidir. Eğer herhangi bir çıkış bulamazsa en son çare olarak yasaklamayı veya doğrudan müdahaleyi tercih ediyor. Şener Levent’e Ankara mahkemelerinde dava açılması bundan dolayı değil mi? Faiz Sucuoğlu Esentepe’de neden trafik kazası geçirdi? Bu trafik kazasından sonra neden UBP kurultayından çekilmeyeceğini söyleyen bir aday kazadan iki gün sonra çekildi?  Kıbrıslı Türk aydınların Türkiye’ye girişleri neden yasaklanıyor?

2022 yılında Türk Devleti’nin Kıbrıslı Türklere uyguladığı dayatmaları sistematik olarak düşündüğünüzde SİM TV’nin yayınlarının Türksat’tan kaldırılma sebeplerini daha net anlarsınız. SİM TV’nin yayınlarının yasaklanması bu sistematik saldırıların sonucu olarak karşımızda durmaktadır.

Kuzey Kıbrıs’taki kanallar karasal yayınlar üzerinden faaliyetlerini yürütüyorlardı. Karasal yayınlar GSM şirketlerine 4G ve 5G çalışmalarından dolayı peşkeş çekildi. Televizyon kanalları buradan atıldı. Karasal yayınlar, yeryüzünde bulunan bir anten, verici üzerinden yayınların bütün ülkeye dağıtılması demektir. Kuzey Kıbrıs’ta iki GSM şirketi vardır. Bunlardan biri Turkcell bir diğeri de Telsim/Vodofone’dur. Telsim Uzan grubundan İngiliz sermayesine satıldı. Turkcell ise %26.2 ile Türkiye Varlık Fonu ve diğer sermaye grupları tarafından kontrol edilmektedir. Türkiye Varlık Fonu’nun Yönetim kurulu başkanı Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep Tayip Erdoğandır. Bu koşullarda SİM TV’nin karasal yayınlardan AKP’ye ve Türk Devletine karşı Kıbrıs halklarının hak ve çıkarlarını savunacak şekilde yayın yapması mümkün mü? Buradan başka bir soru daha ortaya çıkıyor. Kıbrıslı Türklere ait olan karasal yayınları hangi hükümet hangi siyasal partiler bu GSM şirketlerine peşkeş çektiler? Ne yazık ki bu bilgiye ulaşamadım. Bugün SİM TV’nin analog bir şekilde yayın yapamamasının en önemli sorumlularından biri de karasal yayınları bu GSM şirketlerine peşkeş çekenlerdir.

Ne zamandan beri Kıbrıslı Türk televizyonlar Türksat üzerinden yayın yapmaya başladı?  2016 yılında UBP ve DP hükümeti yani Hüseyin Özgürgün ve Serdar Denktaş’ın kurduğu bu hükümet sözde Kıbrıslı Türklerin sesini bütün dünyaya duyurmak için Türk Devleti’nin kontrolü altında olan kanallardan televizyonların yayın yapmasını sağlayarak televizyonlarımızın Türk Devleti’nin yayın politikasının bir parçası olmasını sağladı.

Bu önemli bir dönemeçtir. Çünkü bu karardan sonra Kıbrıslı Türk televizyon yayıncılığının “Kıbrıslı Türklerin sesini duyurmak” bahanesiyle Türksat kanallarına hapsedilmesinin en önemli adımlarından biridir. “Mersin 10 Turkey” üzerinden Kıbrıslı Türklerin bütün haberleşme ve iletişim alanlarının Ankara’nın denetimine verilmesi gibi Kıbrıslı Türk televizyonculuğunun denetimi ve kontrolü de Ankara’nın eline geçmiş oldu.

Merit Hoteller Zinciri’nin sahibi olan Besim Tibuk’un fonladığı Diyalog TV ekranlarından Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a yapılan eleştiriler sonucunda Türkiye’de faaliyet gösteren Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RÜTÜK) tarafından kapatıldı. Diyalog TV Genel Yayın Yönetmeni Reşat Akar KKTC’de yetkili kurum olan Yayın Yüksek Kurulu (YYK) üzerinden RÜTÜK’e ulaşma yollarını denediyse de başarız oldu. Dönemin UBP ve HP hükümetine yönelik yayınlar yapması, “Anavatan Türkiye” ifadesini ağzından düşürmemesi ne yazık ki kendisini kurtaramadı. RÜTÜK YYK’yı bile arama, bilgilendirme tenezzülünde bulunmadı. RTÜK YYK’yı tanımadığını YYK gibi bir kurumu ezip geçerek bu şekilde göstermiş oldu. Belki de ilk kez ekranları karartılan kuzeydeki TV kanalı anavatancı Diyalog TV oldu. Diyalog TV gitti yerine TV 2020 geldi. 2020 yılında Diyalog TV’nin başına gelenler, bugün SİM TV’nin başına gelmiş oldu. Yarın belki de başka bir televizyonun başına gelecektir.

Sim TV bu parayı ödeyemez mi? Cumhuriyetçi Türk Partisi ile tarif edilmeyen adı konmayan bir bağı var SİM TV’nin. Bu bağ üzerinden CTP’nin o kadar belediyesi, o kadar milletvekili ve üyesi olmasına rağmen neden bu parayı ödemiyor, diye bir çok insan sitem ediyor. CTP elbet bu parayı ödeyebilecek güçte bir partidir. Bence ödememesi önemlidir. SİM TV CTP’nin televizyonu olarak değil, demokrat kitlelerin de konuşabileceği bir ortama dönüşmelidir. O yüzden SİM TV yöneticilerinin CTP’den destek almamama tavırları olursa, bu tavır benim için gayet anlaşılırdır. Fakat CTP’nin siyasal olarak SİM TV’ye destek çıkmaması, CTP’nin konuyla ilgili partisel olarak sert bir duruş göstermemesi ve gösterememesi düşündürücdür.

Türkiye birçok açıdan kuzey Kıbrısla sömürü ilişkisi kurmuştur. Oysa pratikte bunun tam tersi bir söylemin propagandası yapılmaya çalışılıyor. Kıbrıs’ın kuzeyindeki çarpık ekonomik yapıya rağmen, kuzey Kıbrıs Türk devletine her şekilde para kazındırmaya devam ediyor. Yani burada Türkiye’nin ekonomik çıkarları mevcuttur. Yani Türkiye hayatın her alanında Kıbrıslı Türkler üzerinden para kazanmaktadır.

Türkiye şirketleri uydu üzerinden verdiği reklamları batılı ülkelere sokamamaktadır. Batılı ülkelerin sınırlarına girdiği anda bu reklamların hepsi kesilmektedir. Türk şirketleri isterse bunlar için ekstra para ödemek zorundadır. Bu ülkelerin kendi kanallarında bu reklamlar dönmek zorundadır. Ancak KKTC mevzuatında bölye bir durum yoktur. Bu ne anlama geliyor? Bu KKTC’de ticari faaliyetlerini yürüten Türkiyeli firmaların, Kıbrıs’ın kuzeyindeki kanallara reklam parası ödememesi sonucunu doğruyor. Buradan bile ekonomik sömürü ilişkilerinin nasıl yaratıldığını görmek mümkündür. Kıbrıslı Türk televizyon kanalları arkasında büyük sermaye grupları yoksa SİM TV gibi nasıl yayın hayatına devam edecektir? Türkiyeli şirketlerin yerli kanallara reklam vermesi gerekiyor, diye bir şey kesinlikle söylemiyorum. Bütün bunları oluşturdukları yapının anlaşılması için ifade ediyorum. Kamusal ücretsiz yayın hakları bizlerin hakkıdır. Sadece sermaye gruplarını temsil eden televizyon kanallarının olması çok sorunludur. Yayın kanallarının ücretlendirilmesi bizler gibi ezilen kesimlerin bu parayı ödemeyecek olmasından dolayı seslerinin bastırılması demektir. SİM TV şu an bu büyük sermaye gruplarının yaratmış olduğu ilişkiler ağının dışında kalan tek televizyon kanalıdır. SİM TV bu zor süreçte bizlere de çağrıda bulunmalıdır. SİM TV ile devrimciler dayanışmalı, SİM TV’de devrimcilerin Türk işgaline karşı kendilerini ifade etmeleri için alanlar oluşturmalıdır. Birlikte dayanışalım. Birbirimizin elini tutalım. Demokratik bir toplum inşa etme sürecini buradan başlatalım.

SİM TV’nin ekranlarının karatılması basit bir olay değildir. Eski genel yayın yönetmeni Sami Özuslu’nun Avrupa gazetesi üzerinden Türkiye’nin burada uyguladığı nüfus politikasına karşı çıkan bizlere “ırkçılık” yakıştırması yapması elbette birçoğumuzu üzmüştür. Bazılarımızı kırmıştır. Özellikle Erhan Arıklı gibi bir faşistle yan yana konmak, birlikte anılmak bu kesimleri yaralamıştır. Ne yazık ki solun bir kısmı, yerleşimci kolonyalizm meselesini tartışamamaktadır. Tartışmaktan kaçınmaktadır. Israrla yerleşimci kolonyalizmin ne olduğunu, Türkiye’nin burada uyguladığı soykırımı anlatmaya devam edeceğiz.

Devrimciler Türk kolonyalizmine karşı hayatın her alanında direniş aygıtlarını geliştirmeli ve her alanda cepheler açmalıdır. Kendimize ait kurtarılmış alanlar, işgal karşıtı ittifak modelleri yaratmak için çaba sarf etmek zorundayız. İşte bundan dolayı SİM TV bizimdir. SİM TV için maddi manevi ne yapılması gerekirse yapmaya hazırız. SİM TV’nin özgürleşmesi, bizlere de SİM TV’de kendimizi ifade etme şansı verilmesi iletişim alanında önemli bir cephenin oluşması anlamına gelecektir. Hayatın her alanında işgale karşı direniş cephelerini, dayanışma alanlarını açmak en büyük sorumluluklarımızdan biridir.

- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
325AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin