yaklaşımlarÖzkan YıkıcıSömürgeleşme, ilhaklaşma sürecinde demokrasi oyunu - Özkan Yıkıcı
yazarın tüm yazıları:

Sömürgeleşme, ilhaklaşma sürecinde demokrasi oyunu – Özkan Yıkıcı

Yeniçağ podcastını dinleyin

 

Siyasal taraf olmamda özellikle de sosyalist eksene yöneldikten sonraki süreçteki dalgalanmamdan belirli yere gelmemi sağlayan, önemli siyasal deyerlendirmeler, Kıbrıs alakalı da olma sonucu sömürgeleşme düşünceleriydi. Mahir Çayan eksenine yönhelmemdeki önemli iki kuram “sömürge tipi iile yeni sömürgecilik” kavramları oldu. Beraberindeki Kıbrıs katgımızla da ilhaklaşma ile klasik sömürge ikilemlerini de kavramamıza neden oldu. Demokrasi veya bağımsızmış gibi görünme bir yana özdeki sömürge ilişki ağı tartışmaları Kıbrıslı bazı arkadaşlarda daha ielri analiz yapmamızda yayarlı oldu. Nitekim, bunun sonucu, seksen yılı başında netleştirdiğim Kuzey Kıbrıs geleceğindeki Türkiye politikkasında ilhaklaşma  anlayışını da böylesi yoğun birikim ve tartışmalar sonunda anlamaya başladım.****

Konuyu kısa makalede teörik tartışma ile boğmayacam. Hemen somuta geçiyorum. Sadece birkaç güne bakalım. Nereden nereye gelindiğinin en basit gerçeği ile tanıklaşacağız. Tabi ki gerçeklerle konuşmak istersek. Gerçeğin yerine sınırlarla bezenen algılara esir olmazsak. Birkaç gün içinde vatandaş yapılarak ve hemen din işleri dayresinin başına geçirilen Ahmet Ünsal en son Mağusada Polatpaşa camisindeki seminerle aslındaa kendi bağrından oluşturulan K. Kıbrıs politikasının ışığı gibiydi. Kadınlar üzerinden yaptığı seminer aslında idolojik duruşun hedefinin de işaretini net şekilde verdi. Peki nemi oldu: bazı sözler elbet söylendi. Uzay muhalif laflar da savruldu. Fakat yine klasik politik gidişin duruşları sergilendi. Bizim klişemizle Müftülü savunanlar hemen direk savunularını getirdiler. Dinle bezenli ilhaklaşma sürecini açık şekilde savundular. İşbirlikciler ve özellikle koltukçular şimdilik şaşkın. Mutlaka onlar da laf bulacak veya gelen metni yine okuyup birşeyler atacaklar. Fakat ters olan da yaşandı. Muhalefetin bir kısmı olayın özüne deyil de konuyu hem kişiselleştirip hem de hükümetleştirip birşeyler söylediler. Olayın idolojik yönü ile türkiye gerçeğine dokunmaktan ısrarla kaçtılar. Ancak, birşeyler söylemek zorunda olma ve söylemeyerek dolaşma teknikleri de sömürgesel kültürle gayet güzel öğrendikleri de kesin. Hedefe yine Tatar konularak yanına Üstel eklenerek bir karşı çıkış oldu.

Daha vahiminbe gelelim: konu kadınlardı. Kadınları resmen aşağlayan bir dil kulanıldı. Kuluk denilen durumu anlatıldı. Ama birçok kadın örgütü seslerini hala çıkarmadı. El deyince kadın lafları birden ölü mezarına sokuldu. Ama işin içinde eğlence gezi ve kota olunca kadın örgütleri heme ortak sese doğru hemen yönelirler. Mecliste kadın vekiler var. Belediyeye seçilen de var. Ama din işleri dayresi başkanının söyledikleriyle onlar bu görevleri brakın yapmayı, ilgili kuruluşlara dahi giremeyecek. Ama, sesleri çıkmadı. Yeri geldiğinde her kes laiklik ve çağdaşlıkla Atatürkçülükte toz kondurmazlar. Fakat son yıllar yine gösterdi ki bu laflar aslında bir direnç noktası dahi oluşturmaya yetmedi. Çünkü her denilen dönem sömürge koşularında yaşandı ve o koşulalrdaki eğitim ile kültürle yoğruldu. Bu dahi söylenmedi. Sanki laiklik ve çağdaşlık kelimeleri sömürge koşularında hat da teşvik edilerek yerleşmemişçesine konuşuluyor.****

Tek olay dahi turunsol olmaya yetiyor. Özellikle son dönemde artık seçilecek olanlar dahi ya direk yurtaş yaptırılarak veya Ankara talimatyla yapılan bir kurumsal dönüşüm oluşturuldu. Fuat Beyin lider kılındığı herkes tarafından biliniyor. Metin beyin marifetleri de net şekilde gözümüzün içine sokuluyor. Son semineri veren başkan da hem yurtaş hem de makamı birkaç günlük zamanla aldırtıldı. Böylelikle resmen alıştığımız sömürgesel olsa da kurumsal yapı da dahan çivisini çıkartarak devam etiriliyor. Ama muhalefet darala darala hep hükümet demenin ötesine gitmedi. Reşat Akarın Çarşanba günkü prokramını dinledim. En azından bir gözlem yapmam gerektiği noktasında doyurucu olmayı yeyledim. Konuşanlar oldu. Ama, konuşturdurukları bir yana, mesaj çekenler de oldu. Mesajlarda şu gariplik memleket insanının aynası gibiydi. Bu derece gerici semineri ve ortaçağ karanlığı çağrısı yapan siyasal durumu özündeydi. Bunu savunanlar ayni görüşleri çekinmeden yazıp savundular. Fakat, karşı çıkanlar çıarmışa gerileyip karşıtların gerçekleriyle saldırılarına sanki ile ve algıyla karşılık vermeye çalıştılar. Onlar gericiliği net şekilde savundular. Halbuki karşı çıkanlar birşeyler demek istediler, ama gerçekelri konuşmadılar. Öyle konuşmadılar ki deyinmek zorunluluğu ile hükümete suç yaptılar. Dahası, olayın temel geliş ekseni türkiyeye dokunmadan geçiştirme ama konuşma zorunluluğun ikileminde sıkıştılar. Öyle sıkıştılar ki klasik abartı sığınağına yönlendiler: “Kıbrıslılaar laiktir, burada bu maya tutmaz” demekle teseli bulmaya uğraştılar. Oysa o telesi çoktan gelip geçti. Sis duvarı epey zamandır kalktı. Net olanlar yaşanıyor. Öyle yaşanıyor ki suçlanan hükümet dahi artık partinin oyu ile dyeil, Fuat beyin talimatıyla koltuğan oturuluyor. Elbet ezberler ve gerçekler çakışmıyor. Sömürgecilikte demokrasi oynamanın da kral  çıplaklığa gelmesi her an muhtemeldir.****

Son dönemde K. Kıbrısta din, vakıflar ve Elçilik ekseninden hareket sürüyor. Yerel koltukçuların yandaş kayırma ve paylaşım dışında elerinde yetki kalmadı. Öyle kalmadı ki ağızlarından eksik olmayan Atatürkçülüğü dahi söylemekten korkuyorlar. Yaşanan olay hakında açıklama yapmak iiçin ya talimat veya yazı bekler hale geldiler. K. Kıbrıs sadece sosyal yönden değil. Kültürel yeniden şekilleniş de yetmiyor, şimdi de resmen ortaçağ karanlığının kurumsal gücüyle de yerleşiliyor. Örnekler net. Peki direnç olmamanın ve onlar net şekilde gericiliği savuvunurken, neden kolayca yerleşiliyor: yılların Kuzey Kıbrıs ve anlatılan masaların ne olduğunun resmi karşımıza gelir. Yok böyle yok şöyle, hükümet ne yapıyorla işler ne sonlanır nede durdurulur. Yarın başka bir gerici sayfayla karşılaşmayacağımızın hiç garantisi yok.

Kısa bir karşılaştığım olayla konuyu bvağlayalım. Yemek yiyorduk. Birkişi gelip yanımdakine konuşuyordu. Tanıdık olmasa da şöyle veya böyle konuşmaya girişti. Adam, resmen gericilik probagandası yapıyordu. İkidebir “alahın” deyip de kanıtlar gibi anlatmaya işdahlanıyordu. Öteki tanıdık da beni dürterek: “aman ha bir şey söyleme. Boşver” diyordu. Oysa ben fırsatı bulupn konuşmak istiyordum. Ama dinleyen ve konuşan yalan olsa da dinliyordu. Benim gerçekleri söylememem isteniyordu. Hani klasik kandırmaca var ya: gerçekler ortaya çıkıp da konuşmamak için bazı gazeteciler “ben tarafzsızım, tarafzsızlık duruşundayım” kullanımına nsığınıyor. Oysa olay deyil gerçekle olay birlikteliği önemlidir. Siz tarafsızlığı öyle bir hale soktunuz ki duymanazlığı ve gerçekleri ötelemek için kulanıuorsunuz. Nitekim önemli tehlikeler karşısında gerçeklerle konuşmamanın da silahı gazetecilikte tarafsızlık oldu. Halbuki habercilikte gerçekçilik vardır. Gerçekcilikten kopup yalan ile gerçek arasında tarafsız kalmak demek yalanın zemin bulmasından başka bir şey deyildir.

Ha! Doktor Küçüğün anılma günü de önümüze geldi. Şimdi makamcılarımız Doktor hakında atarken, onun Şeh Nazımı kovma durumunu veyan öteki gerici kesime karşı tutumunu nmu anlatacak yoksa günümüz teslimieyt talimat koltukçuluktan dem mi vuracaklar: malum yanıtla bu günler de yaşanıp yarın yeni olaylarla daha karanlığa doğru giderken hep unutulacak.Taki gerçeklerle hareket ederek onun üzerinden örgütlenip politik çizgi geliştirmeye dek. Bugün eleştiren ve hükğüemtcilikle suçlayanlar, dün kuran ile pinpon topunu özdeşleştirdiklerini de hatırlıyoruz. Gerçeklerden kaçtıkça doğrular da olmaz. GHele sömürgecilik altında ilhak adımları ile fırsat beklenirken de demokratik kurumların adı geçmez. Bunu dahi unuturdular. Başarı burda.

- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
332AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin