yaklaşımlarÖzkan YıkıcıKendimize göre doğrular, gerçeklerle uyuşmuyorsa - Özkan Yıkıcı
yazarın tüm yazıları:

Kendimize göre doğrular, gerçeklerle uyuşmuyorsa – Özkan Yıkıcı

Yeniçağ podcastını dinleyin

Hep hatırlatırım. Yine de hatırlatacam, gerçeklerden kaçarak biz kendimize has doğrular oluşturursak, oluşturduğumuz kendimize doğrular gerçekler karşısında anlamı yoktur. Sadece gerçeklerden kopuk doğrularımız kendimizi kandırarak gerçeğe ulaşmayı engelemede bir sis perdesinin ötesine gidemez. Bu ayni zamanda acıalrda da deprem gibi doğal afetlerde de deyişmez. Sadece, kriz dödönemlerinde yaşanan gerçekler daha da acıtıp keserken, eğer kendi doğrularımızdan sıyrılamadığımız zaman da aşmazlarda daha debelenme dönemine gireriz. Son deprem olayı her yünüyle gerçekler haykırırken, hala kendi bildik ama gerçeklerle hiç alakası kalmayan doğrularımızla kendi kendimize debelenip durmaktan başka bir şey yapmıyoruz.

Ek olarak, K. Kıbrısın Türkiye gerçeği vardır. Üstelik bu politik yapılanış yönelişinin de fırsata göre ilhaklaşma adımı da olduğu müdetce de sonuçlanmaya hazır hale doğru geldi. Biz bu gerçeği yok sayarak hala normal ülke gibi davranış kendi doğrularımızla dolanırsak, önümüze gelen en sert gerçeği dahi konuşmaktan uzak halde birşeyler le kendi doğrumuza kelime aramaya çalıştığımız dönemi yaşarız. Nitekim son deprem ve felaket üstüne hem Türkiye hem de K. Kıbrıs aynen yönetim şekilerinin pratikteki uygulamalarıyla acı şekilde karşılaştılar. Aslında normal görülmeyecek ne varsa hepsi normal şekilde hem de resmi siyaseti kurtarma adına kulanılıyor. Unutuğumuz faşizmi, sömürgeciliği hepsini Türkiye Kıbrıs ekseninde yeniden yaşadık. Hala bunları anlamlayanlara, bizat resmi siyaset gündem belirlemeden küfretmeye dek yanıtlarını kondurtu.

Basit şekliyle birkaç örnekle konuyun somutlayalım. Deprem olup hem de muhalefet ile gönülü örgütlerin güçleri oranında yardıma koşan bir ülke düşünün. Yönetimi ise her yönüyle dökülmekte olayı da öteki gerçeklik halindeyken. Ama, ilgili lider ve çevresi doğru bilgi ve dayanışmayı teşvik yerine hem yasaklarn koyuyor, hem kendinden olmayanların yardınlarını engelemeye uğraşıyor hem de gerçekleri söyleyenleri tutukluyor, medyasını kapatma tutumunda bulunmaktadır. Yetmedi, bizat hem de deprem aşmazında, kendi dökülmüş kurumsal gerçekliklerinin direk yaşanmasına karşın da sıkılmadan küfürler yağdırıyor. “Ahlaksızlar, n namusuzlar”demekten çekinmiyor. Defter tutup gerçekleri söyleyenleri de tehtit etmekten geri kalmıyor. Bunları normal bir yönetim söylemez. Ama faşist hele de islomafaşist olup da üstelik krizi yönetemediği zaman “be” başlığı ile vurguluyorsa, demek ki rejim tutumu olarak kulanılan esruman olma gerçeği vardır. Ama, bunu görmezden gelmek veya tam tersini söylemek de bunun kurumsallaşmasını desteklemeninde ötesidir.

Bir başka örnek de Diyanetden; sıkılmadan hem de kriz anında aylesiz kalan yetm çocukların evlatlığının evlenebilme kuralımı ferman gibi açıklıyor. Daha kötüsü de şimdiden gelen haberlere göre bazı yetim veya bakılamayacak derecedeki çocukların hem de namı büyük tarikatlara verilmesidir.  Bu tarikatların da altı yaşında gelin veren yapının da olması herhalde tesadüften öte olması gerekir.

Bunlar deprem olayı üzerinden uygulanan resmi poletik tutumlardan bir kaçıdır. Aynen K. Kıbrısa da yansıyor. Burada ayrıca nasıl ki Türkiyede çaktırılmayanlar gerçekleştiriyorsa, burada da aynen devam deniliyor. Sosyal Hizmetler dayresi protokolü en can acıtandır. Göçmen kayıtlarının da buradaki koltukçular deyil de elçilik tarafından tutulması da ahalide anormal gelmiyor.

Sonra başlıyor hükümetimize veriştirme. Kimse düşünmüyor: en çok küfreden Tahsin beyin bizat atanan yeri Türkiye olduğu. Ersinin seçilme şekli, Üstelin makama oturtulurken ki sicili ve kimin görevlendirdiği de akılda kalmadı. Tahsin hikayesi bir başkadır. Üstelik seçilmemiş ve atanmadığı halde ansızın makama getirilişi akılda kalınmadı. Onlara baktıkça Ersin, Ünal ve Tahsin hepsi makyaja gerek duyulmadan TC rejiminin tercihi oldukları net. Bunları tercih eden TC yönetimi elbet kendine benzeyeni, isteneni yapmasına bağlıydı. Tahsin ve Erdoğanın ayni gündeki kendi halkına söylediklerinde de küfür ve saldırganlık olması da ters olacak durum olmayacağı da anlaşılmalıdır.

Biz hala bu gerçekten kaçıyoruz. Hala hükümetcilik saldırısıyla ama ayni koşullarda koltuğa oturma hesaplıların çizgisinde sıkışıp kaldık. Nitekim son Sendikalar ve CTP çelişkisi de bunun artık gizlenemeyecek dereceye gelişinin sonucudur.

Tekrarlayım: Erdoğan ve Bahçeli kendi halkına ve muhalif kesime “ahlaksızlar, namusuzlar, alçaklar” diye haykırıp küfürler yağdırırken, Tahsin bey de Kuzey kIbrıstan ağzına geleni öteki kesime söylemekten dolayı oda menzile giriyordu. Üstelik sıkılmadan da  ülkeden kovmaya dek hırsını vardırıyor. Tahsinin orada kimin sayesinde olduğunu, hem de partisinde seçilmemiş olmasına ve listeye konulmamasına karşın oturuyorsa, Erdoğan gerçeğinin sömürgesel işbirlikçi olmasını da neden söyleyememe durumunda olmamızı sorgulamak gerekir. Sistem ve onu yöneten kesimler kendi rollerini yapıyorlar. Sorun, bu durumu hala söyleyemeyip karşıtını oluşturamayanlar. Hala ayrıymış gibi durmanın kendi doğrusunda sıkışıp kaldık.

Bir önemli hatırlatma ile yazımı tamamlayım: Hatırlayın şu Özkan Yıkıcının Annan planındaki sonrasının önemli birkaç uyarısını: bu uyarılardan biri de Annan planıyla kaybedilen önemli hak uluslararası hukuka ulaşma süreciydi. Bunu kaldırıp direk ulaşma kısa hyolu da kaldırıldıydı. Bunun dan ilerdeki bir yazıma konu edecem. Çünkü, şimdiden başlayan depremdeki Adiyaman hikayesi, eğer Annan planı dönem öncesi olsaydı konu banbaşka alanlara daha kolay taşınacaktı. Bunuda yeri geldiği için hatırlatayım.

- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
355AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin