Geçtiğimiz günlerde bir sosyal medya sitesinde Türkiye İşçi Partisi (TİP) Genel Başkanı Erkan Baş’ın kazağı gündeme geldi. “Kazağın güncel fiyatının bin 500 lira olduğu, dolayısıyla Baş’ın kendisine sosyalist/komünist diyemeyeceği” iddia edildi. Ve böylece yılların eskitemediği o malum soru yine karşımıza çıktı: “Komünistim diyorsun ama giydiğin kazak kaç lira, hem de Iphone kullanıyorsun, kendinle çelişmiş olmuyor musun? Şah mat!”
Bu sorunun ardından dünyadaki bütün komünist partiler olağanüstü kongrelerde toplanıp kılık kıyafet ve telefon yönetmelikleri mi hazırlayacaklar? Yoksa dükkânı kapatıp herkesi evine mi gönderecekler? Bir tweet, Marksizmin defterini dürdü mü? Gelin ‘Iphone açmazının’ neden saçmalıktan ibaret olduğunu sabırla yanıtlamaya çalışalım. Hem belki neden bu sorunun bazıları için saplantı haline geldiğini de öğrenebiliriz.
***
Bir şeye tezat diyorsak önce aslının ne olduğuna dair az buçuk fikir sahibi olmak gerekiyor. Gönül rahatlığıyla “Komünistler Iphone ya da kazak sahibi olursa bu ikiyüzlü bir davranış olur” demek istiyorsanız eğer, önce kaynak olarak memleketteki kuzeninizi ya da takip ettiğiniz youtuber’ı değil; Marksizmi temel almanız gerekiyor, beğenin ya da beğenmeyin…
Peki ‘kazak sorununda’ Marksizm ne diyebilir?
En kaba tarifiyle Marksizm, toplumun sınıflı yapısını dağıtabilmek için üretim araçlarının kamulaştırılmasını hedefler. Bu ne demek? Mesela koskocaman bir fabrika ya da işyerinin tek bir kişi yerine, o fabrikada ya da işyerindeki üreticilerin hepsine ait olması demek. Fabrikadaki makinalar ise insan emeği sayesinde tüketim malları üretmektedir. Tıpkı bir Iphone ya da x marka kırmızı kazak gibi… Yani Marksizmin sorduğu soru ise “Bu makinaların sahibi kim, mülkiyeti kime ait?” sorusudur; “Makinaların ürettiklerini kim alıyor?” değil… Eğer Marksizm, “Bu makinaların ürettiği ürünleri kim alıyor?” sorusu üzerine kurulu bir ideoloji olsaydı, ya da çözüm yolu olarak “üretim araçlarının kamulaştırılması” yerine “herkes en ucuz ürünü almalı” yöntemini işaret etseydi, o zaman ‘komünist ikiyüzlülük’ yorumları haklı olurdu.
**
Bu noktada ‘Iphone ya da kazağın kapitalizmin bir nimeti olduğunu, bu yüzden kullanımının da bir komünist için doğru olmayacağını’ dile getirenler olacaktır. Her ne kadar tüm tüketim malları fiilen kapitalizm tarafından değil, onları tasarlayan, üreten emekçiler tarafından yaratılıyor olsa da şöyle basitleştirelim:
Marksizm size Iphone’u ya da diğer bireysel tüketim mallarını yasaklama gibi bir plan sunmaz. Hele ki bugünün dünyasında böyle bir ‘plan’ suya yazı yazmaktan ibaret olacaktır. Boykot tek başına bir mücadele tarzı değildir. Nitekim sistemi topyekûn boykot demek, herkesin çilehaneye kendini kapatması ve toplumsal hayattan uzaklaşması demektir. Dolayısıyla boykot halihazırdaki bir kavgayı beslediği ölçüde verimlidir. Yemeksepeti’nde geçtiğimiz yıl direnen işçilerin çağrısıyla, onların mücadelesine ses olmak için düzenlenen kampanya gibi.
Dolayısıyla bir Marksiste göre asıl olan ‘her şeyi boykot’ ya da ‘tüketim malları imhası’ yerine, Apple şirketinin mülkiyet ilişkilerini değiştirmektir. Yani Apple şirketi, Iphone’u üretenlerin olmalıdır. Bunun dışında Marksizm, bireysel tüketim mallarında özel mülkiyetin kaldırılması gerektiğini söylemiyor. Hele ki astronomik bir ekonomik değeri yoksa. Çorabınız da, telefonunuz da, kazağınız da sadece ve sadece size ait olabilir. Sadece bu ürünlerin karşımıza gelmesini sağlayan üretim araçlarının mülkiyetinin, üretim sürecinin dışındaki bir kişi yerine onu üretenlerin olması gerektiğini savunuyor.
Özetle; başkasını sömürerek değil kendi emeğini satarak kazandığın parayla Iphone mu almak istiyorsun? Buyur al. Bir gömleği mi beğendin? Hay hay, ne yaparsan yap. Bugün içerisinde yaşadığımız ekonomik sistemde paranı neye göre nasıl harcayacağına dair kişinin kendi komünist düşüncesine ters düşen bir yan yok, zira böyle bir yönetmelik yok.
**
Şeytanın avukatlığını yapmaya devam edelim ve sanki birinin şu sözleri söylediğini varsayalım: “Bir saniye! ‘Kendine sosyalist diyen bir kişi emeğini satarak ne isterse alabilir, bu da onun komünistliğine zeval vermez’ Böyle bir şey olabilir mi? Bahsettiğimiz kişi bir siyasi parti temsilcisi?”
Az önce de anlatmaya çalıştığımız üzere Marksizmin ‘kılık kıyafet yönetmeliği’ ve ‘kullanılması caiz olan tüketim malları listesi’ yok. Yine de “Olsun, bence yine de bir siyasetçinin x markası bir ürünü kullanması etik değil. Daha ucuzu varken neden bunu tercih etmiş?” derseniz eğer, o zaman başka. Kendinizce sosyalist bir liderin gardırobunda olması gerekenler üzerine liste hazırlayabilirsiniz, hatta belki bu liste hoş ve takip edilesi bir liste bile olabilir. Ancak kullanılan itham artık ikiyüzlülük olamaz. Neden mi? Çünkü bu yönetmelik ‘hayali bir Marksist kılık kıyafet etiğine’ göre değil sizin bireysel taleplerinize göre şekillenmiş olacaktır. Söz konusu liste sizin paşa keyfinize göre belirlediğiniz bir yönetmelikten ibaret olduğu için kimse sizin müstesna etik ilkelerinizi takip etmedi diye kendi düşüncesiyle çelişmiş olmuyor.
**
Eskiden daha çok Converce ya da Iphone dile getirilirdi. Nihayet kötüye giden ekonomiyle birlikte kazağa kadar düşüldü. Peki sürekli bu ürünlerin bir fetiş haline getirilip argümanmış gibi sunulması çok garip değil mi? “Komünizm = Fakirlik” yakıştırması sahiden pek çok kişinin aklına kazınmış durumda. İşin fetiş kısmı ise sadece belli başlı ürünlerde bu ‘ikiyüzlülük’ tartışmasının ortaya çıkıyor oluşu. En saçması “Iphone ABD emperyalizminin ürünü” diyecek kadar ileri gidenler. Sanki dünyada emek sömürüsüne dayalı ekonomik sistemin geçerli olduğu tek memleket ABD’ymiş gibi. Cümleye bir de ‘emperyalizm’ sihirli değneği dokundu mu, hop! Bir anda kendimizi ‘Coca-Cola dökme’ şovunun içerisinde buluyoruz…
Yine basitleştirerek devam etmek gerekirse eğer, diyelim günümüzde hâlâ Nokia 3310 kullanıyorsunuz ve de kendinizi komünist olarak tanımlıyorsunuz. Muhtemelen seviyesiz tartışma ortamlarına 1-0 önde girecek, hatta belki galip ayrılacaksınız. Kimse size “Komünistim diyorsun ama…” suresini okuyup işi telefona getirmeyecektir. Oysa Iphone da Nokia 3310 da aslında aynı sistem dahilinde üretildi. Her iki telefonu üreten fabrikalarda da mülkiyet ilişkileri aynı şekilde dağılıyor?
Bugün yaşadığımız ülke ve dünya üzerinde tüketim malları üreten hemen hemen bütün dev fabrikalar kapitalist birinin mülkiyetinde. Marksizm tüm bu ürünlere ‘boykot’ örgütleyip, ‘çekildiğimiz yerlerde kendi tüketim mallarımızı kendimiz üreteceğiz’ çağrısı yapmıyor. Bakın caps lock’u açıp tekrar etmemiz gerekiyor: Marksizm ÜRETİM ARAÇLARININ kamulaştırılması ile ilgilidir. Kendini üretim ilişkilerinden soyutlayıp bir nevi çilehaneye kapanmakla ilgili değildir. Çünkü bir sorunun ‘şov’ kısmıyla değil, bilimsel köküyle ilgilenir. Marksizmi dini bir mezhepmiş gibi görüp komünistleri de ABD’de modern teknolojilerden uzak bir hayat tercih ederek içlerine kapanık yaşayan Amiş topluluklarıyla karıştırmamak gerekiyor.
**
Böylece hikâyenin ‘emek sömürüsüne ortaklık’ kısmına gelmiş bulunuyoruz: “Tamam ama Apple’da ya da başka şirketlerde emek sömürüsü var? Sen de bu ürünü alarak bu sömürüye ortak olmuş olmuyor musun?” Marksizmin bireysel kurtuluş ya da bireysel boykot üzerine kurulmadığını söyledik. Ama varsayalım şimdi de bu abes yorum önümüze gelip duruyor. Burada bir çelişki var gerçekten ancak bu çelişki kişinin komünist olup olmamasıyla ilgili değil, genel olarak emek sermaye arasında GENEL bir çelişki söz konusu.
Sömürünün miktarına göre tüketim tercihlerimizi yapabileceğimiz bir Marksist barometre yok, olamaz da zaten. Daha az sömüren daha mübah değil. Kaldı ki kalkıp birine “Komünistsin ama emek sömürüsünün ürününü kullanıyorsun” dendiği zaman buradan çıkan sonuç, soruyu soran kişinin emek sömürüsünden ‘yana’ olduğudur. Çünkü soruyu soran kişi de tıpkı diğer herkes gibi emek sömürüsü sonucunda üretilen belli başlı tüketim mallarını kullanıyor. Ancak sorsanız insanların büyük bir çoğunluğu emek sömürüsüne karşıdır. O halde neden sadece Iphone alan bir anda ‘ikiyüzlü’ oluyor da ‘emek sömürüsüne karşı olduğunu’ söyleyen diğerleri ikiyüzlü olmuyor? Bu da ‘Iphone açmazı’nın bir başka saçmalığı.
**
Geldik bugünkü konumuzun en keyifli kısmına… Diyelim ki tüm bu açıklamalara rağmen karşınızdaki anti-komünist elindeki son kartı açıyor ve şöyle diyor: “Kanka o işler yalnız teoride güzel, pratikte olmuyor. Komünistsin ama kapitalizmin nimeti olan telefonu kullanıyorsun…”
Daha fazla kendimizi tekrar etmeye gerek yok, yeterince sabırlı bir şekilde tüketim malları, üretim araçları, sonsuz boykot beklentisi ve Marksizm arasındaki ilişkiyi açıklamaya çalıştık. Yine de her şeyden önce bu ‘nimetlerin’ kapitalizm tarafından değil, satılan emeklerle yaratıldığını bir kez daha hatırlayalım. Ama madem ki bu tartışma her zaman ‘telefon kapitalizmin nimeti’ ekseninde dönüyor ve söylediğimiz sözler sığ yaklaşıma sahip anti-komünistlerin bir kulağından girip diğerinden çıkıyor o halde biz de elimizdeki son kartı aynı eksende oynayarak kapanışı yapalım:
Cep telefonu kapitalizmin nimeti diyen biri olursa eğer, karşıdakinin anlayacağı dilden verilecek en pratik yanıt şu olacaktır: “Hayır, sen anti-komünistim diyorsun ama komünizmin bir nimeti olan cep telefonunu kullanıyorsun.” Hayır yanlış duymadınız. Hem de sadece onu üreten emekçiler olduğu için değil. Dünyanın ilk cep telefonunun Sovyetler Birliği’nde kullanıldığını biliyor muyduk? Sovyet Elektronik Mühendisi Leonid Kupriyanoviç, henüz 1955’te LC-1’i icat eder. Geliştirdiği ilk prototip 1,2 kilo ağırlığında ve 1,5 km menzillidir. İki yıl içerisinde daha gelişmiş özelliklere sahip LK-1 cep telefonu modeli tanıtılır. Takibindeki yıllarda yeni modelleri de hem Sovyetler Birliği’nde hem de Bulgaristan gibi Doğu Bloğu ülkelerinde kullanılmaya başlar. Amerika Birleşik Devletleri’nde cep telefonunun pazarlanmaya başlaması 1970’leri bulacaktır…
**
Fazla sulandırmayalım. Özetin özeti: Sorun bir kişinin kendi emeğini satarak kazanıp aldığı kazağın ya da telefonun varlığı değildir. Asıl sorun bir kişinin başkalarının emeğini sömürerek kazandığı servetle yüzbinlerce telefon alabilecek kadar zengin olabilmesidir.
Yazımıza eşlik eden hayali anti-komünistimiz “Kardeşim belki çalışmış kazanmış, o da o kadar insana iş veriyor” demeden bugünlük bu kadar diyelim…
EK: Dileyenler “Bill Gates’in Parasını Harca” isimli bu oyunda servetin büyüklüğünü Erkan Baş’ın kazağıyla kıyaslayabilir. Keşke yerli versiyonları da olsa…