Vekil müvekkili varsayar. İlişkinin yönünün müvekkilden vekile doğru olması gerekir. Başka türlü söylersek, seçilenlerin halk iradesine dayanması ve onu temsil etmesi gerekir. Oysa halk siyasi sürece beş yılda bir kere ‘müdahale’ ediyor. 1825 günde bir… Aslında o bir günde yaptığı da parti başkanı tarafından ‘tayın’ edileni onaylamak… Velhasıl ortada adına layık bir seçim ve temsil yok, hiçbir zaman da olmadı… Kitleleri aldatmaya- oyalamaya yarayan bir sirk oyunundan ibaret… Seçilenler seçenleri temsil etmiyor. Mülk sahibi sınıflara, profesyonel politikacılara ve çevresine hizmet ediyor… Kaldı ki, siyaset bir ‘meslek’ ve profesyonellerin işi olmaya devam ettikçe, gerçek bir temsilden ve demokrasiden söz etmek mümkün değildir…
Temsilî demokrasi denilenin hiçbir zaman gerçek bir varlığı olmadı. Egemen sınıfların kitleleri aldatmak, oyalamak amacıyla yaptıkları bir manipülasyon olmanın ötesinde bir varlığı ve kıymet-i harbiyesi yoktu. Burjuva partileri toplumu kutuplaştırıyor, hasım kamplara bölüyor. Partiler tek kişinin örgütleri. Her şeye başkan karar veriyor. 20-30 yıl başkanlık yapanları var… Osmanlı İmparatorluğunda padişahların tahtta kalma aritmetik ortalaması 17 yıl 3 aydı… Demokrasinin, tartışmanın zerresi yok. Kendileri demokrasiyi içselleştiremeyen örgütler demokrasinin araçları olabilirler mi? Milletvekili varlığını parti başkanına borçludur ve borcunu ödemek için her isteneni yapar. İradesi parti başkanı tarafından rehin alınmış durumdadır… AKP Ordu milletvekili Şener Yediyıldız’ın, “Biz Tayyip ağabeye ihaneti bırak, sırtımızda taşımamız lazım, yani ayakkabısını elimizle yalamamız lâzım” sözleri şaşkınlık yarattı ama aslında mevcut parti başkanı-milletvekili ilişkisinin abartılı bir ifadesi sadece… Geride kalan 5 yılda AKP Grubu muhalefetten gelen hiçbir teklife olumlu oy vermedi. Başkan öyle istiyor diye… Ne gündeme getirilirse getirilsin, AKP-MHP oylarıyla reddedildi… Bu, AKP Grubu’nun iradesi partinin başkanı tarafından rehin alınmış demektir… AKP’li vekiller Tayyip Erdoğan’ın vekili ve sadece ona karşı ‘sorumlu’… Bal tutup parmaklarını yalıyorlar… Bunlar milletin vekili mi?
Aslında profesyonel politikacılar bir ‘alt-sınıf’ oluşturuyorlar. Milletvekili olmak sınıf değiştirmenin bir aracı… Bir kere seçilen bile ömür boyu gelire kavuşuyor… Milletvekili maaşı asgari ücretin 8-10 katı kadar ama başka avantajlara da sahipler… Reel gelirleri aldıkları aylıktan ibaret değil…
Esasen Türkiye’de siyaset, bütçeyi, hazineyi, müşterekleri yağmalamak, yağmalatmak için yapılıyor… Gerçek durum öyle olsa da söylem farklıdır… Her partinin programında açlık, yoksulluk, işsizlikle mücadele vaadi vardır ama dönem sonunda işsizlik, yoksulluk, sefalet, doğal çevre tahribatı daha da derinleşiyor… Esasen kapitalizm dahilinde işsizlikle, yoksullukla mücadele edilemez zira sistem doğası gereği işsizliği ve yoksulluğu azdırmadan var olamaz, yol alamaz… Kapitalizmin her ileri aşaması daha çok mülksüzleşme, daha çok proleterleşmedir. İnsanları üretmek ve yaşamak için gerekli araçlardan ve kaynaklardan mahrum etmektir.
Sömürü, yağma ve talanı, hakları ve özgürlükleri budamadan mümkün değildir. Ve gereği yapılıyor. Milletvekili yemininde, “hukukun üstünlüğüne demokratik ve laik cumhuriyete bağlı kalacağıma namusum ve şerefim üzerine and içerim” deniyor… Bunların bir kırıntısı var mı? Hukuktan ve laiklikten eser kaldı mı?
Verili durumda kitleler, burjuva siyasetinin nesneleri durumundalar… Dolayısıyla, demokrasi söyleminin bir varlığı ve karşılığı yok… O halde demokrasi nedir veya ne olması gerekir? Bir kere demokrasi, politikanın ne olması ve nasıl yapılması gerektiği sorusundan bağımsız değildir… Eğer bir toplumun yapısı, kurumları, örgütlenme tarzı ve işleyişi sorgulanabiliyorsa, sorgulanmaya açıksa, insanlar yaşadıkları topluma dair her temel sorunu tartışabiliyor, tartışmalara müdahil olabiliyorsa, politik ve sosyal kurumların yapısı ve işleyişi de dahil olmak üzere yasalar ve yönetmelikler değiştirilebiliyorsa, toplumu oluşturan yurttaşlar toplumsal-politik sürece gerekli olduğu her zaman ve her durumda müdahale edebiliyorlarsa ( itiraz, eleştiri, tartışma, öneri, karar sürecine katılma)…
Başka türlü söylersek, toplum kendisi hakkında düşünebilir ve gereğini yapabilir durumdaysa, orada politikanın ve politika yapmanın bir anlamı-değeri, velhasıl bir kıymet-i harbiyesi var demektir…
Demokrasiden söz etmenin ikinci koşulu da politika yapmanın herkesin işi-şeyi olmasını varsayar… Ya da demokrasi, politika herkesin işi-şeyi olduğu, herkes tarafından içselleştirildiği, sahiplenildiği durumda mümkündür… Nitekim, Etienne Balibar, ‘politikanın evrensel bir hak sayılması gerektiğini’ söylediğinde, herkesin sorununun herkesin ilgi, kaygı ve sorumluluk meselesi olması gerektiğini kastediyordu… Buna politikanın sosyalleşmesi de diyebilirsiniz…
Velhasıl demokrasi, insanlar arasında politik-ekonomik-sosyal eşitliği varsayar ve bunlar arasındaki tamamlayıcılık ve karşılıklı belirleyicilik ilişkisi hayatî öneme sahiptir… İşte bu yüzden demokrasi ve kapitalizm yan yana getirilmesi uygun olmayan iki kavramdır… Zira, kapitalizm böler, kutuplaştırır ve dışlar… Burjuva toplumunda ekonomik alanla politika alanı birbirinden ayrılmış, ekonomik alanın yönetimi mülk sahibi sınıfların tekeline bırakılmış durumdadır… Böylesi bir ayrımın geçerli olduğu bir toplumda politik alanda oynanan “demokrasi oyunu” (seçimler, vb.) bir sirk oyunu olmanın ötesine geçemez ve geçemiyor… Oysa demokrasi her türlü ayrımcılığı ve hiyerarşiyi reddeder… İşte bu yüzden bir insan= bir oy ilkesi insanlığın büyük bir kazanımıdır…
Politik İslamcı AKP iktidar olup ‘yerini sağlamlaştırdıkça’ asgari hukukun ve sınırlı hakların ve demokrasinin de defterini dürdü. Tüm kurumları çökertti… Şimdilerde Türkiye’deki rejim adı konmamış bir ‘monarşi’, tek adam rejimi… Kural yok, yasa yok, hukuk yok, ahlâk yok, İfade özgürlüğü yok, dahası can güvenliği de yok… İnsana ve doğaya düşman bu rejimden kurtulmak aciliyet kesbetmiş bulunuyor… Vakitlice bu kör gidişi durdurmak gerekiyor… Aksi halde işlerin daha da sarpa sarması kaçınılmazdır… Bu yeni durumda yeni bir yaklaşım gerekiyor… Aslında yapılması gereken de bir sır değil. Bu kör gidişten şikayetçi olanların, ülkenin ve toplumun geleceğine dair kaygı duyanların küçük hesapları bir yana bırakıp, tek amaç için tek cephede bir araya gelmeleri yeterli…