Görsel, yazınsal ya da sözel olan kültürel temsiller, önceden belirlenmiş bir ideolojiyi yansıtma ve ifade etmenin çok ötesinde geleceğin kurgulanmasına ve dönüştürülmesine neden olurlar. Kullanılan spesifik kodlarla dünyayı anlamlandırırlar. Bu kodların çoğu cinsiyetçi olmakla beraber kadını ikincilleştirmiştir. Çünkü ayrımcı bir içerikle donatılmışlardır. Kültürel temsilleri ve söylemleri üretenler erkeklerdir. Gücü elinde bulunduran, mülkiyet sahibi, toplumda uyulması gereken kuralları “toplum sözleşmelerini” belirleyenler erkeklerdir. Günümüzde ise dünya mülkiyetinin %99’unu elinde bulunduranın yine erkekler olduğunu unutmamalıyız.
1949’da yazdığı “İkinci Cins” kitabıyla feminizme yeni bir soluk katan Simone de Beauvoir düşüncelerini şöyle ifade etmiştir. “Dünya gibi dünyanın tanıtılması da, erkeklerin yarattığı bir şeydir; erkekler dünyayı kendi açılarından tanımlarlar ve bunu mutlak hakikatle karıştırırlar.” Ve devam eder; “Kadın doğulmaz kadın olunur.” Bu oluş çoğunlukla iktidardaki erkeklerin, erkeksi tavır/tutum/düşünüş dediğimiz “erkekliğin” eseridir. Shakespeare, Hamlet eserinde “Zayıflık, senin adın kadın” söylemi bu tavır/tutum/düşünüşün örneklemidir.
Adem’den bu yana günahın sahibi, suçlusu kadındır. Günahkâr Havva’dır! Yunan yazıtlarındaki Truvalı Helen ise erkekleri şehvetli güzelliğiyle esir eden ve felaketlere sürükleyen tehlikeli bir kadın imgesi olarak sunulur. Aksine onu kaçıran Paris’in çapkınlığından, zaafından olumsuz olarak bahsedilmez. Kadının bütün kötülüklerin anası ve erkeğin yanlışlarının baş sorumlusu kabul edilen Pandora’nın hikayesi de aynıdır.
Mustafa Gökçeoğlu’nun derlediği “Efsanelerimiz” kitabından bir alıntıyla bizdeki duruma bakalım. Bu anlatımın bir varyantı Oğuz Yorgancıoğlu’nun “Kıbrıs Folkloru” kitabında yer almaktadır. Kaynak kişisi, 1910 Gönyeli doğumlu Ali Tosun.
“Çok eskiden dünyamızda yaşayan insan sayısı azacıktı. İnsanlar o günlerde ekip biçmeyi bilmezlerdi. Gökten yağan unları toplarlar, ekmek yaparlardı.
Bir gün kadının biri ayakyoluna gitti. İçindekileri boşalttı. Taharetlenmek için sağına soluna bakındı. Su bulamadı. Silmek için bir taş parçası aradı. Bulamadı. Nasıl temizleneceğini düşünmeye başladı. Bilemedi.
Bu sırada yine gökten un yağmaya başladı. Unla taharetlendi.
Ne olduysa o günden sonra oldu. Gökten un yağması durdu. Dünyanın beti bereketi kesildi. Dirlik düzeni bozuldu. O gün bu gündür dünya açlıkla tokluğu birlikte yaşamaya başladı.”
Havva, Helen, Pandora gibi buradaki anlatımda da günahkâr, kötülük ve uğursuzluğun nedeni kadındır! Erkeklik, erkeksilik kutsanırken kadınlık kötülenir. Kadına yönelik şiddetin kökeni, yukarıda saydıklarım gibi inşa edilen ve aktarılan kültürel temsillerdir.
Geçtiğimiz hafta Kuzey Kıbrıs’ta basına yansıyan çok sayıda kadına yönelik şiddet ve homofobik saldırı yaşandı. Sosyal medyada ise bu cinsiyetçi saldırıları uygulayanların akıl hastası olduğu yorumlarıyla doluydu. Halbuki, LGBTİ+ lara dair saldırılar, kadına yönelik şiddet ve cinayetler akıl hastalığı olarak açıklanamaz. Örneğin Hitler akıl hastası değildi, tam tersi milyonlarca insanı katledebilmek için plan yapabilecek kadar sağlıklıydı. Kadına yönelik şiddeti akıl hastalığı olarak açıklamak suçu örtbas etmektir. Kadını birey olarak görmeyen ve onu bir eşya gibi metalaştıran eril zihniyeti kutsamaktır.
Şiddete veya cinsel saldırıya uğrayan kadın travma yaşar. Travma yaşayan kişinin en büyük zorluğu konuşamamasıdır. Niye kendinin başına böyle bir şeyin geldiğini sorgular durur. Bu nedenle suçluluk hisseder. Yaşanılanı anlamlandıramaz. Tıpkı olayı öğrenenlerin, tanıklık edenlerin sorgulamaları gibi…“Ne işi vardı orada?”, “Kendisi de kuyruk salladı.”, “Bakalım neler yaptı…”, “O iyi biridir, öyle şeyler yapmaz”, “Kadın para koparmaya çalışıyor”… Kadına yönelik şiddet vakalarında tanıkların tepkileri önemlidir. Tanıkların ters tepkileriyle şiddete maruz kalan kadın konuşamayabilir hatta şikayetini dahi geri çekebilir. Suçlunun kendisi olduğu hissine kapılabilir. Tanıklar ise şiddete maruz kalanı suçlayarak sorumluluktan kurtulur. Şiddet uygulayıcısı veya katil mutlaka sırtını güvendiği birilerine yaslar. Bunu engellemek için yasalar, cezalar, polisin olaya yaklaşımı, tahkikat, egemenlerin söylem ve tavırları önemlidir. Başka bir ülke tarafından sömürülen yarım bir adada, kurumların vasatlaştırıldığı koloni yönetiminde şiddet uygulayıcıları, tecavüzcüler ve katiller “iyi insan” onayı alabilirler. Cezasız kalabilirler.
Antigone, mitolojide ender rastlanan güç karşısında kendini ifade edebilme cesaretini göstermiş bir kadının hikayesidir. Antigone’nin kardeşi krala karşı gelir. Kral onu öldürür ve yasının tutulmasını yasaklar. Fakat Antigone kralın emrine itaat etmez, ölümü göze alarak kardeşinin yasını tutar. Tıpkı günümüzdeki Cumartesi Anneleri gibi ne örgütten ne devletten korkar. Geçmişten günümüze aktarılan efsanelerle, mitolojiyle, söylemlerle değersizleştirilen, uğursuzluk ve kötülük atfedilen kadınlık erkekliğin kurmacasıdır. Gerçeklik ise cesaretinden dolayı otorite karşısında dahi imlaya getirilemeyeceğidir.
Yazıda bahsi geçen haberler:
https://www.queercyprus.org/2023/03/22/lgbtilar-hala-guvende-degil-kibrista-nefret-sucu/