Nükleer karşıtı haber ve yazılaranti-nükleer yazılarÇernobil nükleer gerçekler Akkuyu yalanları - Fatoş Negiş

Çernobil nükleer gerçekler Akkuyu yalanları – Fatoş Negiş

Orjinal yazının kaynağıyesilgunebakan.net
diğer yazılar:

İnsanları ve doğa üzerindeki tüm canlıları yüzyıllarca etkileyecek olan Çernobil Nükleer felaketinin üzerinden tam 37yıl geçti. Felaketleri’’ dersi anlatılmadan girilen sınavlar’ ’olarak tanımlarsak sınavlardan sonra hiç ders alınmadığını söyleyebiliriz. Çünkü siyasi irade 27 Nisan’da Akkuyu’ya ilk nükleer yakıtın getirileceğini açıkladı.

Bu durum halk sağlığı açısından felakete davetiye çıkarmak anlamını taşımaktadır.

Nükleer yakıt çubuklarının getirilmesi ülkemiz için büyük bir tehdittir. Tüm canlı yaşamını derinden etkileyecek olan binlerce yıl radyoaktif atıkları doğada kalacak olan bu pahalı ‘’nükleer   faturadan’’ vaz geçilmesi gerekmektedir.

Radyasyon gözle görülmeyen, kokusu olmayan, gürültü, ışık, titreşim çıkarmayan bu nedenle 5 duyumuzla algılayamadığımız bir enerji aktarımıdır. Ve canlılar üzerinde, genetik bozulmaya mutasyona, kalıcı deformasyonlara, vücut bütünlüğünün bozulmasına yol açan sinsi bir aktarımdır.

Çernobil nükleer faciası sonrası radyasyon etkisi tüm Rusya’ya yayılıp ardından Marmara, batı Trakya, Edirne, doğu ve batı Karadeniz bölgelerimizde de yayıldı. Etkileri hala tam olarak bilinmemektedir. Sağlık Bakanlığı o süreçte kanser artışı olmadığını açıklasa da halk sağlığı uzmanları   kadın göğüs kanserleri lösemi, tiroid hastalıklarındaki artış hızının radyasyona bağlı olduğunu açıklamış Dünya Sağlık Örgütü de   kabul edilip onaylanmıştı. Çernobil’de halen patlama yaşanan ünitede çekirdek erimesi devam ediyor. Bu ne kadar sürecek? belli değil.

Ardından yaşanan Fukişima felaketinde hükümetin, kurucu şirketin   ciddi çalışmalarına karşın kontrol sağlanamadı.

TAEK (Türkiye Atom Enerji Kurumu Çernobil felaketinden ancak 20 yıl sonra açıklama yapabilmişti. Türkiye’ deki bilim insanlarına akademisyenlere bilim insanlarına Çernobil konusunda araştırma yapma yasağı da getirilmişti.

Esasen günümüzde yaşanan tüm insani ve çevresel felaketlerde gerçekler, gerçek rakamlar hükümet yetkilileri, karar vericiler, lobiler sayesinde karartılmakta ve gizlenmektedir.

Dünyada 1957 yılından beri ölümlü nükleer ölümlü   kazalar süregelirken ülkemizde de 50 yıldır bir ‘’nükleer sevdası’ ’sürmektedir.

Bu süreçte NKP kurumsal olarak bileşenleriyle beraber hukuksal manada ve alanlardaki etkinlik ve eylemleriyle nükleere karşı kararlı   mücadelesini sürdürmektedir.

Nükleer Santraller, nükleer silahlar gezegen üzerinde yaşayan insanlar, canlılar tüm doğa ve ekosistem için büyük bir tehdit ve yok oluş demektir

Bu tehdit içinde bulunduğumuz Küresel İklim Krizi nedeniyle kat kat katlanmaktadır.

Örneğin küresel ısınma nedeniyle deniz seviyelerinin 2 metreyi de aşabilecek seviyede yükselebileceği bilimsel öngörüler içindedir

Bu bağlamda nükleer santral sisteminin işleyişi gereği devasa boyutlarda suya ihtiyaç vardır. Bu su Akdeniz’ den temin edilecektir. Bu   miktar ortalama günde 750 bin litre civarındadır.

Oysa küresel iklim krizi nedenli artan sıcak hava dalgaları su kaynaklarımızı ve doğal ekosistemi etkilemekte var olan türler de yok olmaktadır.

Akkuyu nükleer santrali nedeniyle Akdeniz’in   ısınması aynı zamanda bir eko kırımdır. Uluslararası bir suç teşkil etmektedir.

Avrupa Konseyi Meclisi Türkiye’den Akkuyu gibi komşu devletleri de etkileyecek projeler için özellikle ÇED sürecine komşu ülkeleri de katması için Espoo’ya katılmasını önermişti. Halbuki  Akkuyu ÇED raporu tamamen  geçersizdir.

Diğer çok önemli bir sorun da radyasyonlu nükleer atıkların bertaraf edilmesinin asla mümkün olmamasıdır. Örneğin İzmir Gaziemir’de bulunan radyoaktif atıklara 15-16 yıldır yetkililerce   çözüm bulunamamıştır.

Bu radyoaktif atıklar bunca yıldır bölge halkının sağlığını tehdit etmeye devam etmektedir. Ülkemizdeki 5 milyon ton tehlikeli atığın sadece yaklaşık 1.5 milyon ton kadarı kayıt altında olup geri kalanı meçhul durumdadır.

Diğer yandan en korkutucu gerçeklerden biri de nükleer atıkların radyasyon aktarımının   kuşaktan kuşağa geçerek 30 bin kuşağı etkileyecek olmasıdır.

Türkiye’nin herhangi bir atık depolama tesisi olmadığından yapılan hesaplamalara göre 1kg’lık kg’lık bir atığın yeraltı deposuna saklanma bedeli yaklaşık 600 dolara mal olmaktadır. Bunun da toplam tutarı 787 milyon dolardan fazladır.

Rusya’nın 60 yıl   işletmesi tasarlanan Akkuyu gibi bir nükleer santrale ‘’bir deprem ülkesi olarak kabul edilen’’ Türkiye’nin asla ihtiyacı yoktur. Çünkü   Türkiye zaten enerji alanında Rusya’ya yeterince bağımlıdır. Akkuyu nükleer santrali anlatıldığı gibi dışa bağımlılığı azaltmayıp tam tersine Türkiye’yi Rusya’ya tam bağımlı hale getirecektir.

Akkuyu nükleer santrali eğer tam kapasiteli çalışırsa Türkiye’nin Rusya’ya alım garantisi kapsamında ödeyeceği tutar her yıl yaklaşık 2.3 milyar dolardır. Bu konuda yapılan araştırmalar Türkiye’de yenilenebilir enerji kaynaklı elektrik üretiminin, nükleerden çok daha ucuz olduğunu göstermektedir. Güneşi ve rüzgarı bol olan ülkemiz için yenilenebilir enerji kaynaklı enerji yatırımlarına kıyasla nükleer enerjinin kat kat pahalı olduğu çok açıkken bu politik güç gösterisi ve ısrar mantık dışıdır.

Pandemi süreci ve özellikle deprem felaketi sonrası içinde bulunduğumuz ekonomik çöküntü, yoksulluk, pahalılık her gün hep beraber yaşadığımız yakıcı gerçeklerken, gıdaya, içme suyuna erişmek gitgide zorlaşmaktadır.

Bu durumda Mersin’de elde kalan narenciye bahçeleri de Akkuyu nükleer santralinin çalışması durumunda radyasyona maruz kalacağı için açlık sorunu baş gösterecektir. Halbuki dünya ülkeleri, tarım, su ve gıda konusunda çoktan önlemlerini almaya başladılar.

Mersin coğrafyası taraf olduğumuz uluslararası anlaşmalar uyarınca Akdeniz foklarının da üreme ve yaşam alanı olan ve 1. Derece sit alanı statüsünde bulunan Beşparmak adasını da içinde barındırır.

Akkuyu Nükleer Santrali bu deniz canlılarının da yaşam alanını tehdit altına sokacak, balıkçılıkla geçinen aileleri de dara düşürecektir.

Yapılan çalışmalar dünyadaki iki radikal ısınma noktasından birinin Akdeniz havzası olduğunu ortaya koydu. Bu nedenle Akkuyu Nükleer santrali içinden iki fay hattı geçen Kıbrıs adası başta olmak üzere tüm Akdeniz Havzası için geri dönülemez kayıplar demektir.

Akkuyu’ya 27 Nisan tarihinde yani Çernobil acısının yıldönümünde yakıt çubuklarının yükleneceği ve bunun halkımıza bir kazanım olarak sunulması bir akıl tutulmasıdır.

Bu politik tarih tercihinin bir seçim yatırımını olduğu çok açıktır. Halbuki demokratik ülkeler nükleer santrallerden vaz geçiyor. Almanya’da son kalan 3 nükleer santralde tüm reaktörler devre dışı bırakılarak artık, nükleer elektrik işletmeciliğinin ‘’cezai bir suç’’ olacağı açıklandı.

Kullanım ömrü ortalama sadece 50-60 yıl olan aynı zamanda işletmeye alındıktan sonra bile yıllarca yüksek maliyetler çıkaracak olan Akkuyu Nükleer Santralini ne   Mersin halkı ne de Kıbrıs halkı istememektedir. Iğdır köylerindeki halk artan kanser vakalarının Metzamor nükleer santraline olan yakınlığın neden olduğunu düşünmektedir. Esasen toplumumuzun yüzde 75’i yaşam alanına yakın yerde nükleer santral istemiyor.

Zararlı etkileri nesiller boyu sürecek olan ve denetlenemeyen riskler barındıran Akkuyu Nükleer

santralinden vaz geçilmesi, gezegenin geleceği, ülkemizin geleceği hem de   çocuklarımızın geleceği için acildir.

Nükleer santraller, nükleer silahlar güç olamaz olması gereken ‘’yaşam hakkıdır’ ’aynı zamanda da Anayasal hakkımızdır.

Yöneticilerimizin de tarih boyunca asıl görevleri ‘’halkını sağlıklı, mutlu yaşatabilmek aç ve açık koymamak’’ olmuştur.

Bu görevlerini hatırlamalarını diliyor ve onları akl-selim’e davet ediyorum.

  • Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Yeniçağ Gazetesinin editöryal politikasını yansıtmayabilir 
- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
334AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin