“Eğer Batı siyasi düşüncesi diye bir şey varsa, bunun köklü bir anti-demokratizmle malül olduğnu söylemekte bir sakınca yoktur”
J.S. Cellanda
Adı ‘temsilî demokrasi’ veya ‘Batı demokrasisi’ denilen bir oyun sahneleniyor… Oyunun senaryosu ‘kutsal devlet’ tarafından yazılıyor, kaşarlanmış profesyonel burjuva politikacıları – siyasi partiler- tarafından da oynanıyor… Gerçi seçimlerle seçilenler değişebiliyor da şeylerin seyri hiçbir zaman değişmiyor… Seçilenler seçenleri temsil etmediği için… Siyasetin bir meslek, profesyonellerin işi olduğu durumda başka türlü olması mümkün değildir… 76 yıldır oynanan ‘demokrasi oyunu seyirciyi oyalamak üzere sahneleniyor… Oysa demokrasi ‘yurttaş bilincine’ sahip insanları varsayar….
Bir yerde bir kavramın kullanılması, orada söz konusu kavrama uygun bir gerçekliğin var olduğu anlamına gelmiyor… Söylenenlerle yapılanlar arasında ekseri bir uyumsuzluk söz konusu olabiliyor… Egemenliği sürdürmenin koşulu, gerçek dünyada olup-bitenlere, yaşananlara dair bir yanlış bilinç oluşturmakla mümkündür. Şimdilerde insanlığın ezici çoğunluğunun yaşadığı gerçek, küresel egemenlerin ve akıl hocaları ‘konunun uzmanlarının’ resmettiğinden çok farklı… Nitekim, sömürünün ve baskının derinleştiği, insan onurunun her geçen gün daha çok ayaklar altına alındığı, insanı aşağılayan, etik kaygılara yabancılaşmış bir kör gidiş pupa-yelken yol almaya devam ediyor… Üstelik bu netameli süreç bir de şeylerin normal hali, insanlığın nihai kurtuluşu olarak sunuluyor…
Demokrasiden halkın kendi kendini yönettiği, kaderinin kendi elinde olduğu, hiçbir dış iradenin dahli olmadığı, insanların özgür iradeleriyle yaşamlarını düzenlediği, insan onurunu yaralayan, insan özgürlüğünün gerçekleşmesini engelleyen, sömürü, bağımlılık, hâkimiyet ilişkisinin söz konusu olmadığı, velhasıl insanın insana kulluğunun sona erdiği bir toplumsal yaşam anlaşılmalıdır… Bu yüzden demokrasi kavramı, evrenselliği içeren bir kavramdır ve ancak tüm insanları kavrayıp-kucakladığında bütünüyle gerçekleşebilir…
Bugüne kadar siyaset felsefecileri, filozoflar, sosyal bilimciler, edebiyatçılar, siyaset adamları vb. kendilerince bir demokrasi tanımı yapmışlardır, demokrasinin ne olması gerektiği konusunda kafa yormuşlardır. Bunların ezici çoğunluğunun soruna demokrasinin gerçekleşmesinden zarar görecek olan egemen sınıflar tarafından baktığını söylemekte bir sakınca yoktur… Ekseri demokrasi kavramı, demokrasiyi engellenmek amacıyla, bir mistifikasyon aracı olarak kullanılagelmiştir…
Esasen demokrasi sorunu, son tahlilde sınıf mücadelesinden bağımsız değildir. Tam tersine, sınıf mücadelesinin en başat bileşenidir… Demokrasi önü açık bir süreçtir ve özgürlük, eşitlik ve sosyalizm özdeş, birbirlerini tamamlayan ‘akraba kavramlardır’… Toplumsal eşitlikten, özgürlükten söz etmeyen ve bunların anlam ve önemine gönderme yapmayan birinin demokrasi şampiyonluğu bir safsatadan ibarettir…
Demokrasi ve sosyalizm kavramları arasındaki ilişki ve tamamlayıcılık da büyük öneme sahiptir… Zira, sosyalizasyon yokluğunda demokrasi söylemi içi boş kabuk olmaktan kurtulamaz… Aynı şekilde demokrasi yokluğunda da sosyalizmin bir karşılığı olması mümkün değildir…
Mülkiyet ilişkilerini, sömürü, bağımlılık, hakimiyet ilişkilerini yok sayarak, demokrasiden, özgürlükten, insan haklarından söz etmek ikiyüzlülükten başka bir şey değildir… Nitekim demokrasi ideali, tüm üyelerinin eşitliğine dayalı bir ‘insan toplum’ demeye gelir… Demokrasi insanların sadece ‘kendilerini yönetecek’ temsilcileri seçmesiyle gerçekleşemez. İnsanların yurttaş bilinciyle hareket etmeleri, bilinçli özneler oldukları durumda gerçekleşebilir… Yurttaşlık bilinci de, ancak ortak bir şeylere sahip olunduğu duygusunun içselleştirildiği durumda mümkündür… Bunun için de reel-maddi bir geri plan veya temel gereklidir… Yüzde onluk azınlığın ülke kaynaklarının %90’nına el koyduğu, geniş emekçi kesimlerin derece derece açlığa, işsizliğe, yoksulluğa, sefalete, aşağılanmışlığa, horlanmışlığa terk edilmişken, baskı ve zulme maruzken, velhasıl ülke zenginliğinin asıl yaratıcıları olan emekçi sınıflar denklemin dışına atılmışken, kullanılan oyun, sergilenen demokrasi oyunu bir sirk oyunu olmanın ötesine geçebilir mi?… Yoksa sadece ahmakları aldatmaya mı yarar…
Demokrasinin gerçekleşmesinin bir önkoşulu da toplumu oluşturan insanların toplumsal sorunlarla, başka türlü söylersek siyasetle aktif biçimde ilgilenmesidir. Nitekim Aristotales “insan politik bir hayvandır” demiştir. Eğer insanı diğer canlılardan ayıran birinci özellik onun alet yapma yeteneğiyse, ikinci bir özelliği de politika yapabilme yeteneğidir… Politika, toplumun alternatif örgütlenme ve yönetim olanaklarına sahip olduğu, her zaman verili olandan farklı bir şeyler yapma yolunun açık olduğu anlamına da gelir… Türkçedeki yurttaş kavramı, Fransızcadaki citoyen’in karşılığıdır. İnsanların sitenin, kentin, toplumun, ülkenin, insanlığın sorunlarıyla ilgili olması demektir… Aktif yurttaşlıksa, özgür düşünce ve tartışmanın geçerli olduğu yurttaşlar arasında uzman-uzman olmayan, bilen-bilmeyen…türü ayrımlar da dahil her türlü ayırımcılığın ve hiyerarşinin olmadığı bir kamusal alanın varlığını gerektirir… Toplumda olup-bitenlere kayıtsız bir yurttaş olamaz… Hem bir toplumun üyesi olup hem de orada bir tür misafir, sığıntı, mülteci bilinci taşıyarak yaşayan, kendi kaderinin başkaları tarafından belirlenmesine razı olanların yurttaş sayılması mümkün değildir…
Nihayet, demokrasinin üçüncü önkoşulu da kamusal alanın olabildiğince genişlemesini varsayar. Kamusal alan ne kadar genişse, demokrasinin gerçekleşme olasılığı o kadar büyüktür. Elbette ‘kamusal alan’ kavramı ekseri yapıldığı gibi, siyasetin ve ekonominin devletleştirilmesi anlamında değildir…Zira, siyasetin devletleştirildiği bir rejim, demokrasiyle değil, dikta rejimine, totaliter rejime denk gelir… Bir ülkenin ekonomik varlığı bürokratik bir kast tarafından tasarruf edildiği koşullarda, demokrasiden söz etmek mümkün değildir. Ekonominin sosyalleşmesine, siyasetin demokratikleştirilmesi eşlik ederse hem demokrasi ve hem de sosyalizm istikametinde yol alınabilir ve insan özgürlüğünün (emansipasyonunun) derinleşmesi mümkün olabilir. Velhasıl, bireysel ve kollektif self-determinasyon olanaklı hale gelebilir.
Oysa, neoliberal küreselleşme çağında, kollektif olan, müşterekler alanına dahil olan ne varsa piyasanın, dolayısıyla özel çıkarların etkinlik alanı haline getirildi, özel sektör (sermaye) kamusalın önüne geçti, bireysel egoizm ve bireysel zenginleşme kutsandı, İşbitiricilik marifet sayıldı…
Oynanan temsilî demokrasi oynunun hiçbir kıymet-i harbiyesi yok… Kitleleri aldatma-oyalama aracı… Zaten bidayette de temsilî demokrasinin gerçek demokrasinin önünü kesmek üzere peydahlandığını unutmamak gerekir… Velhasıl bir şeyi olmadığı yerde aramanın bir alemi yok…