Kıbrıs iktibasHare YakulaGirne’de Allah, kumarhaneler ile beton makinelerini başımızdan eksik etmesin denildi mi? -...
yazarın tüm yazıları:

Girne’de Allah, kumarhaneler ile beton makinelerini başımızdan eksik etmesin denildi mi? – Hare Yakula

Yeniçağ podcastını dinleyin

Din sözcüğünün kökeni İngilizce religion, Latince religare yani ‘sıkıca bağlanmak’ anlamını taşır. ‘Bağ’, ‘bağlama’ ya da ‘sıkıca bağlanmak’ diyebiliriz. Din sözcüğünün etimolojik anlamı bizlere dinin ne olduğu sorusunu yanıtlamada kolaylık sağlar.

Kongo’da Ituri Ormanı’nda küçük gruplar halinde yaşayan “Mbuti Pigmeleri” vardır. Dünyanın en kısa boylu insanları olarak bilinen pigmeler hayatlarının tümünü ormanda geçirirler. Ağaç yapraklarıyla kendilerine geçici kulübeler inşa ederler. Avcılık yaparak ve ormanın onlara sunduklarıyla yaşamlarını sürdürürler. Orman onlar için yaşam kaynağıdır, yaratıcılarıdır. Yaşamlarını sürdürmeleri için herşeyi sunan orman onlar için Tanrıdır. Salgın hastalık, kıtlık veya herhangi bir olumsuzluk durumunda ormanı uyandırmaya, bağlılıklarını göstermeye yönelik festival düzenlerler. Doğayı kutsarlar.

Pigmelerin ilkel, çağdışı diye tanımladığımız yaşam biçimi tarih öncesindeki insanlığa dair ipuçları barındırır. Doğaya tapan ve onu tanrı ilan eden kültürü terk ederek toprağın bereketiyle ilişkilendirilen kadın tanrıçalara tapmaya başladık. Sonrasında mülkiyet düzenine geçişle birlikte tapınılan kadın tanrıçaların yerini kadını sahiplenen ‘erkek insan’ ve toprak sahibi erkekler aldı. Erkeğin üstünlüğü kabul edilerek gökyüzüne “Allah Baba” yerleştirildi. Kısacası doğaya tâbiyetten hükmedici pozisyona geçtik. Böylelikle doğa gitti, dua geldi!

Din insanlara hayatı ve dünyayı anlama gayretinde yardımcı olacak kavramlar ve anlam haritası sunar. Varlık ve varoluşla ilgili sorulara yanıt üretir. Ruhsal rahatlamayla birlikte motivasyonu artırır. Ancak din, toplumsal denetim mekanizması olarak kabul edilebilir davranış ve tutumları ve uygun olmayanları belirleme gücüne sahiptir. Dinin ideolojik işlevini göz ardı etmemek gerekir. Siyasal süreçlerde, iktidar mücadelelerinde, kimlik politikalarında, toplumsal çatışmalarda karşımıza çıkabilir. Din, şiddeti meşrulaştırabildiği gibi sömürüyü de görünmez ve kabul edilir kılar. Bu nedenledir ki Marx dinin toplumların afyonu olduğunu, sakinleştirme görevi gördüğünü iddia etmiştir. Yoksul kitleler din aracılığıyla rahatlatılır manevi zenginlik vaadiyle dünyaya tahammülleri artırılır.

Kişisel ve kurumsal iktidar mücadelelerinde din, amaçsal olduğu gibi araçsal da olabilir. Avrupa’da gerçekleşen cadı avlarının kilisenin ekonomik-politik iktidarını kaybetme tehlikesinin olduğu döneme denk gelmesi şaşırtıcı değildir. Kilise gücünü toparlayabilmek için Tanrıyı temsil edenlerin yani kendilerinin kutsallığını çatışmadan beslenerek pekiştirmiştir. İktidarlarını sağlamlaştırmıştır.

Modern öncesi toplumda din merkezi bir konumda idi. Modernleşmeyle birlikte rasyonel düşünce ve bilim önem kazanır. Postmodernizmle ise dine iadeiitibar edilir. Dine dönüşe imkân tanır. Yalnız bu dönüş modernite öncesi dönemden farklı merkezi-aslî ve rakipsiz değildir.

Post modernleşmenin yarattığı imkanla Türkiye’deki “Şahsım Rejimi”nde ayetler adeta siyasi sloganlara dönüşmüş, İslam din olmaktan öteye siyasi bir ideoloji olarak araçsallaştırılmıştır. Birçok simge, deyiş ve ritüel sözde din adına kullanılmıştır. Ancak Siyasi İslam süreç içerisinde mutasyona uğrayarak Ticari İslam ile hayatlarımızı şekillendirmeye devam etmiştir. Örneğin İslam’ın simgelerinden biri olan türban günümüzde Allah’ın emrinden ziyade tüketimi ve kapitalizmi destekleyen ticari bir aksesuar olarak teşvik edilmekte. “Bunları Allah’ın emri olduğu için giyinin” değil, “İslam adına, şeriat yolunda mücadelemizi bayraklaştırmak için giyinin” hiç değil. “Bunları güzel olmak ve güzel görünmek için giyinin” mesajı hâkim.

Onca yıllık anti-kapitalist siyasi ideoloji ile Necmettin Erbakan’ın bu mutasyonu gerçekleştirmesi mümkün değildi. Bu onun için kendini inkâr etmek olurdu. Bunu fiiliyata geçirme potansiyeline sahip “Şahsım Rejimi”, AKP ve post-İslâmist yapı oldu. Mutasyon AKP ile gerçekleşti. Artık görünür olmak, gösteriş ibadet sayılıyor. Tevazu değil şatafat özendiriliyor. Ezan, desibeli yükseltilerek okunuyor. Camiler boşken sokaklarda namaz kılınıyor. Meydanlarda iftar sofraları kuruluyor. Kar helâl sayılıyor. Betoncu bir motivasyonla “İnşaat ya Resulullah” devam ediyor. 1000 odalı saraylar, içinde insanı olmayan camiler inşa ediliyor. İmar afları devam ediyor.

Kıbrıs’ın kuzeyinde yaşayan biri olarak Türkiye’deki din ve siyaset ilişkisini neden bu kadar sorguladığımın çok basit bir nedeni var. Çünkü adanın kuzeyindeki KKTC Din İşleri Başkanlığı koltuğunda AKP tarafından atanan cübbeli bir hoca oturmakta. Görevi Post-İslamist AKP siyasetini yaymak. Kendisine taraftar toplamak, yerleşik nüfusa imtiyaz tanımak ve örgütlenerek siyasi rüşvet dağıtmak.

Türkiye’nin birçok ili gibi Kıbrıs’ın kuzeyi özellikle deniz kıyısında olması hasebiyle İskele ve Girne betona gömülmüş durumda. Sermaye-rantiye-şantiye galibiyetini sürdürüyor. Yerel yönetimlerdeki yetkililer, belediye başkanları koltuklarını koruyabilmenin sermayeyle ve sömürgeciyle uzlaşıyı devam ettirmek koşuluyla olabileceğinin farkında.

Geçtiğimiz hafta Girne Belediye Başkanı’nın davetiyle Girne’nin en işlek meydanda kumarhane iş birliğiyle İftar Yemeği verildi. Yemeğe KKTC Din İşleri Başkanı da katıldı. Dualar okundu. Acaba, Allah kumarhaneler ile beton makinelerini başımızdan eksik etmesin denildi mi?

- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
322AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin