Antik Yunan’dan bu yana “politika” iyi yaşam kurma hedefi ile açıklanmaktadır. İyi yaşam ise ekonomi ile ilişkilidir. İhtiyaçları karşılamak, ev geçindirmek, güzel bir gelecek uğraşı… Bu anlamda çaba göstermiş herkes politika yapmış demektir.
Politikanın yoldaşları, dostluğun ise dostları vardır. Yoldaş ve dostluk aynı gibi algılansalar dahi birbirlerinden farklıdırlar. Yoldaşlar, aynı hedefe yürürler fakat yol boyunca birbirlerini sevmeleri gerektiğini zorunlulukmuş gibi hissederler. Sevme zorunluluğu! Büyük bir tezatlık.
“Yoldaşlar hedefe yürürken, hedefi davalaştırmış olurlar. Böyle olduğu anda, o hedefe varmak dışında hiçbir şeyin önemi kalmaz. Dava dışında her şey küçük ve önemsiz görülür. Bir defa her şey dava için yapılmaya başlandığında, varsa bile ilkeler ayak bağı olarak ihmal edilebilir. Sadece devrimler değil, davalar da kendi çocuğunu yer. Sonuçta o kadar büyük davanın yanında çocukların ne önemi olabilir!” diyor “Dostluk ve Politika” başlıklı yazısında Kenan Göçer. Kenan Göçer’in yazıları ve oluşturduğu kavramlar alanda ufuk açıcıdır.
Yukarıdaki paragraftan da anlaşılacağı üzere politik yoldaşın gözü karadır. Hedefe-davaya kilitlenmiştir. Kendisi gibi hedefe-davaya odaklanmadığını düşündüklerini ise her an ajan, hain, satılmış, popülist olarak yaftalayabilir.
Politik dostlar ise hedefe odaklanmak değil yolu görmek ister. İlkeli davranışı önemser. Yoldaşların tersine hedefe varmak için yanındakileri feda etmezler. Dostunu önemser. Yoldaşların gündemi çalışma ve iş üretme üzerinedir. Dostlar ise eyleme geçerek politika üretir. İş değil olay çıkarır ve eyleme geçer. Harekete geçirir.
6 Şubat’tan beri sayısız yazıyla acımızı dillendiren, sözümüzü çoğaltan, yasımızı paylaşanlardandır Avrupa Gazetesi. “Ölümün ih(ti)mallerini öğrenip can havliyle eklemeye çalışırım kendimi yüzyılın en kara Şubat’ını haklı olarak geride bırakamayan Mart’a…Kimilerine göre önümüz bahar, benimse dökülür yapraklarım kurumadan, içim tıka basa sonbahar. Yarın’a geçiş yok, şehirler yıkıldı köyler silindi haritadan, yollar kapalı, aynaya bakarım, yüzüm yok, Mağusa’nın can çocukları geçer önümden, bir de saçlarımda boyanmaya utanan boyanmayı ayıp sayan aklar, bilmem ki, yüzün kendini arar aynalarda? Anlamam neden ‘eski kafalı’ derler benim gibilere buralarda…” diyor Faize Özdemirciler üzerinden 30 gün geçse bile kendinden yola çıkarak aynalara küsmüş hem kendini hem bizi tarifliyor.
Her yazısıyla iktidardakilerin ve sömürgecinin sinir uçlarına değmeyi başaran Aziz Şah; “Çocuklarımızın Adıyaman’da Ne İşi Vardı?”, “1978’de Mete Adanır Kaldıramaz Mıydı Dünya Kupasını”, “Ya Karaman İlçesi Ya Kıbrıs Cumhuriyeti”, “İSİAS Katliamı Olmamış Gibi Çek Fotoğrafçı”, “Katilin Adını Söylemeden İSİAS Katliamı İçin Adalet Talep Edemezsiniz”, “Yalanlarla İSİAS Katliamını Gizleyebileceğinizi Mi Sanıyorsunuz?” köşe yazıları ile katilleri işaret etti. “6 Şubat’ta Adıyaman’da devlet olma vasfını yerine getirip denetlemediği İSİAS Otel’de 35 Mağusalı’yı öldürdü Türkiye Cumhuriyeti Devleti…, Çocuklarımızın Adıyaman’da ölmesinin sebebi TC’nin 1974’ten beridir Kıbrıslı Türk Toplumunu rehin tutma politikasıdır. Çocuklarımızı yalnızca bina öldürmedi, TC’nin uluslararası hukuka inat 49 senedir sürdürdüğü Kıbrıs işgali öldürdü.” 18 saat gecikmenin perde arkasını araladı. “Bir iyi haber otelin katları arasında fazlası ile boşluk olduğu ve enkaz altında kalanları bastırmadığı yönünde ki, bu çok önemli bir bilgi” yalanını yayan Ersin Tatar’ın iletişim danışmanı Kartal Harman’a bu bilgileri kimin verdiğini sorguladı. Ona bu yalanları kimin söylettiğini sordu bizim soracak gücümüz yokken.
“Evet, hiçbir şey eskisi gibi olmamalı…Eskisi gibi gördüğüm şey canımı yakıyor…Sanki hiçbir şey olmamış gibi hayatın sürüp gitmesinin hüznüne yakalanmadınız mı siz hiç? İsyanlar beklediğim yerde isyan görmedim…Enkaz yığının ortasında feryat eden kadının çığlıklarının bir meydanda milyonların tek yürekten bir çığlığına dönüşmesini isterdim…Onu da görmedim…Yürekli insanlar neden hep bu kadar az diye üzüldüğüm günler oldu… Bu yazı birini eleştirmek için yazılmadı…Sizinle dertleşmek için yazıldı…” öylesine içli bir yazı kaleme alıyor Şener Levent. Ürküyor birilerini incitmekten. Can sıkıntısı bundan daha kibar nasıl ifade edilebilir ki?
İSİAS Katliamı’nda enkazdan çıkabilen fakat çocuğunu kaybeden bir kadının sosyal medyadaki paylaşımlarından özellikle biri politik dostluğu kuracak derecede güçlü idi. Hakikat belki acıyı dindirmez hatta acıyı artırabilir fakat mücadele zeminini tarifler. Yurdundan umudunu çoktan yitirdiğini ve tek çabasının çocuklarının iyi bir eğitimle farklı coğrafyalara tutunmasını sağlamak olduğunu yani haklı isyanın dile getirdi. Çoğu Kıbrıslının evladına nasihatidir “Git ve gelme!”. Çünkü Kıbrıslı yurtsuz kalmıştır. “Yıllar önce kurtaranın bizleri diri diri gömdüğünü”, katil olduklarını haykıran bir yazı. Hakikati içeren cesur bir paylaşım. Verili tekrarı-düzeni kesintiye uğratıcı ve ezber bozucu. Paylaşım, hedefe yani sadece 3-5 müteahhitin cezasıyla sonuçlanacak davaya kilitlenmiş yoldaşlığın ötesinde. Süreci sorgulayıcı yönüyle dostluğa davetiye denilebilir. Bu davete icabet etmek cesaret ister. Bu tür paylaşımları görenler, sahiplenenler ve çoğaltabilenlere Kenan Göçer’in tanımıyla politik dostlar diyebiliriz. Normalleşmenin, kanıksamanın karşısında sizinle dimdik dururlar. Davanız, davasıdır ortaktır.
6 Şubat’tan bu yana #İsiasOrtakDavamız etiketiyle çok fazla paylaşım yapıldı, çoğu ise haber sitelerinde, internet gazetelerinde ve basılı medyada haberleştirildi, yorumlandı. Yukarıda içeriğinden bahsettiğim paylaşım da tıpkı öncekiler gibi Avrupa Gazetesi’nde yayımlandı. Bu kez ne oldu bilinmez lakin kadın -kendi ifadesiyle- bir arkadaşı tarafından haberdar edildikten sonra sosyal medyadaki paylaşımının izinsiz olduğu gerekçesiyle gazeteye ihbar yazısı gönderdi. Şikayetini de sosyal medyadan “Benim davam KIZIM” vurgusuyla paylaştı. Bu hassasiyete sahip bireyler yalan yanlış haberlerle ilk 18 saati kaybettiren Kartal Harman hakkında yazılı şikâyette bulunmuş mudur?
Hedefe yürürken, hedefi kilitlenip davalaştıranlar yoldaşlardır. Onlar için hedefe varmak dışında hiçbir şeyin önemi yoktur. Dostluk saf dışıdır. Bireysellik ağır basar. Ortaklaşma bir yanılsamadan ibarettir. Davasına odaklanmadığını düşündüklerini de çelişkilerle dolu “popülist yaklaşımlarıyla bu davayı benimseyenlere de acı üstünden değil, siyasi görüş üzerinden birleşecekleri başka davalarda kolaylıklar dilerim” ifadeleriyle dışlar ve metalaştırma eyleminin ötesine geçemez.
Bunları babasının evlat, ablasının kardeş acısına her gün tanıklık eden, İSİAS Katliamında abisini yitiren biri olarak yazıyorum. Onun hatırası da acısı da daimi. Bizlerin davası sadece İbrahim değil!
Biliyorum, “İyi ki yaşadı da gördü” diyecek bir şey kalmadı. Bu yazı dostluğun çok yakıştığı Aziz Şah, Faize Özdemirciler ve Şener Levent için. Deldiği yerlerin acısını unutturmasa da hafifletsin…