yazılariktibasPost-Truth (Hakikatin Önemsizleşmesi) - Yalın Alpay

Post-Truth (Hakikatin Önemsizleşmesi) – Yalın Alpay

Orjinal yazının kaynağıpolitikyol.com
diğer yazılar:

Post-truth döneminde, herkes için aynı anda kabul edilebilir nesnel hakikatler önemini yitirmiştir. İşin en ilginç kısmı ise, uydurulmuş veya manipüle edilmiş hakikatin ısrarla ve körü körüne bu kitleler tarafından ölümüne savunulmasıdır.

Post-truth (hakikatin önemsizleşmesi) kavramı, Oxford Sözlükleri tarafından bir sıfat olarak “nesnel olguların, kamuoyu oluşturmada, duygulardan ve kişisel inançlardan daha az etkili olması durumu” diye tanımlanıyor.

Post-truth siyasetinde, sav oluşturma ve kitleleri bu sava inandırma ya da ikna etme sürecinde, dinleyicilerin zihinleri yerine kalplerine hitap etmek söz konusudur. Doğrudan duyguları harekete geçiren yüce kavramlar olarak “şehitlik”, “kutsallık”, “din”, “milliyetçilik”; korku kavramları olarak “terör”, “savaş”, “ekonomik kriz”; öfke ve nefret kavramları olarak “şer odakları”, “ülkeyi ele geçirmeye çalışan kötüler”, “gizli gündemleri olan dış güçler”, “kıskanan ve kuyu kazan ötekiler”; hüzün kavramları olarak da “tarih boyunca uğranılan haksızlıklar”, “yaşanan mağduriyetler” ve daha birçok benzeri yaklaşım, post-truth’un temel başvuru amaçlarıdır. Batı’da hakikat için ısrarcı olan Aydınlanmacı mirası gölgeleyen post-truth tehdidi, siyasi karar almanın yalnızca bir parametresi olan duygusal bağı, siyasi rekabetin temel ölçütü haline getirmiştir. Birleşik Krallık eski başbakanı Tony Blair’in yakın zaman önce post-truth siyaseti için ifade ettiği üzere, “bunu kullananlar ve onların izleyicileri için akıl ve hakikat gerçek bir irkilme, kanıt ise bir dikkat dağıtıcıdır. Onlar için önemli olan tek şey söyledikleri ve vaat ettiklerinin duygusal etkisi”dir.

Kitlelerin ikna edilmesi için nesnel verilerin kullanılması yerine duyguların coşturulmasına başvurulması ve bunun kitlelerce kabulü, hakikatlere değil, algılara dayalı sahte bir evren üretmektedir. Böylece gerçeklik ve onun insan zihnindeki yansıması olan hakikat arasındaki bağlantı kop(arıl)maktadır. Doğru şartlar altında bir yalan, olguların sergilenişiyle mağlup edilebilir. Ancak post-truth, her şeyden önce duygusal bir olgudur. Gerçeğin kendisinden çok, bizim gerçeğe ilişkin tavrımızı umursar. Olaylara, olgulara, gerçekte olup bitenlere sadık kalma, onların tanıklığının ortadan kaldırılmasıyla birlikte sona ermiştir. Gerçek hala dışarıdadır fakat zihinlerdeki yansıması olan hakikat, duygusal kurmacalarla yer değiştirmiştir.

Sahte, gerçeği yerinden etmiş ve onu taklit etmeye bile tenezzül etmeden, kendisini onun yerine geçirmiş görünmektedir. Sahte, artık gerçeğe değil, kendi uydurduğu sahtekarlıklara referans vermektedir. İnsanlar da artık hakikate değil, canlarının istediğine inanmaktadırlar. İşte post-truth dünyasının tanımlayıcı karakteristiği budur.

Post-truth’ta, kitlelerin fikirleri kanaatlerden/inançlardan ibarettir. Çünkü postmodern dünyanın böylesine çok veri ve farklı uzmanlık gerektiren alanları yağmurunda, hiç kimsenin hiçbir olay hakkında hakikate ulaşması mümkün görünmez. Her şey başkasının tanıklığı bağlamında görünür. Kendi başına görünen hiçbir şey kalmamıştır. Başkasının tanıklığında gelenler ise doğru, yalan, yanlış, çarpıtılmış evraklardan ibarettir. Post-truth’da dünya evrağa boğulmuştur. Kişi bu evrak okyanusu içinde kaybolur. Ürker, hangi tanıklara inanacağına yönelir. Her insan, kendisine benzeyen bir kimlikteki tanığa inanmayı seçer. Böylece post-truth, siyasette kanaat önderi olarak kabul edilenin söylediklerinin hakikat, diğerinin söylediklerinin yalan/yanlış/çarpıtma olduğu inancına kapanır.

Siyasetçiler eskiden de çok yalan söylerlerdi. Post-truth’un farkı, artık siyasetçiler ile seçmenlerin yalanları ortaklaşa birlikte üretmeleri, birlikte yaymaları ve birlikte savunmalarıdır. Post-truth, yalan söylemek değildir, değişen dünya şartları yüzünden erişilemeyen hakikatin önemden düşmesiyle, hakikatin önemsenmemesidir. Kitlelerin yalana, yalnızca kandırıldıkları için değil, aynı zamanda öyle olmasını arzuladıkları için inanmasıdır.

Bu inanç ve kanaat icat edilmiştir. Toplumsal olarak kendisini dışlayana, başkalaştırana, kimliğini hoş görmeyene karşı verilen bir sosyal savaşın aracı yalan olmuş, amaç hakikati bulmak değil, karşıtını yenmeye evrilmiştir.

Önemli olan ortak çıkarı, ortak aklı, ortak iyiyi, ortak doğruyu bulmak değil, öteki (rakip) kimliği ezmek, yok etmek, yılların biriktirdiği hınç ve intikam duygusuyla, onu ne pahasına olursa olsun ortadan kaldırmak için aynı kimlikteki siyasetçi ve seçmenin, farklı kimlikteki siyasetçi ve seçmeni icat edilmiş yalanlarla, saçma sapan tezlerle, uydurulmuş gerekçelerle devre dışı bırakmak, kamusal, hukuksal ve gündelik yaşamsal her yerde boyun eğdirmeye çalışmaktır. Sınıfsal değildir, kimlikseldir.

Böyle bir ortamda toplum için komplo teorileri önemli bir tutamak noktası haline gelir. Zira komplo teorileri post-truth döneminde iyice karmakarışık, hayret verici ve muğlak hale gelen hakikatin üzerine basit açıklamalar getirerek örtmeyi mümkün hale getirir. Komplo teorileri sayesinde, kaostan ziyade bir düzen olduğu gösterilir ve her şeye en indirgenmiş basitlikte dahi olsa bir neden üretilir. Yani paradoksal bir şekilde, aslında komplo teorilerinin açıklamaları güven vericidir. Ancak bu açıklama çoğu kez sahte bir gerçekliktir. Böylesi iddialarda, psikologların “olumlu test stratejisi” dedikleri mekanizma devreye girer ve bizler, bulmak istediklerimizi ararız. Yani komplo teorileri, bizim inanmayı istediğimiz şeyleri, aşırı basitleştirilmiş ve deliller yerine tahminlere ve önyargılara dayanan bir şekilde inanılabilir kılmaya yararlar.

Yeni olan bir başka şey de artık komplo teorilerinin eski dönemlerin aksine muhalefet kanadından değil, iktidar kanadından geliyor olmasıdır. Komplo teorileri, post-truth siyasetinde iktidarın kendi başarılarını büyütmesi ve hatalarını örtmesi için kullandığı basitleştirici bir anlatı biçiminden başka bir şey değildir. Eski dönemlerde olduğu üzere muhalefetin iktidardan kuşkulanan zihinlerinden çıkan bir eleştiri olmak yerine, her koşulda iktidarın haklı olduğunu fısıldayan bir meşrulaştırmadan ibarettir. Post-truth siyasetinin önemli bir öyküleme yöntemidir. İnanmaya hazır kitleye, inanmak için hissi nedenler üretmek için kullanılır.

Post-truth, ekonomik bollaşmadan çok, seçkinlerin güçlü olduğu dönemde itibarlı sayılmayan toplum kesimlerini itibarlı yurttaşlara dönüştürmesinden güç alır. Bu anlamda seçkinlerin sosyokültürel tekelini yıkma ve hem siyaseten, hem ekonomik olarak onların ayrıcalıklı pozisyonlarına ortak olma hareketidir. Doğası gereği anti-seçkincidir. Bu nedenle dili ve eylemleri vulgardır.

Post-truth döneminde, herkes için aynı anda kabul edilebilir nesnel hakikatler önemini yitirmiştir. Kitlelere en popülist yöntemlerle yönetilen, kitlelerin inançlarına, duygularına, toplumsal değerlerine oynayan ifadeler, bir süre sonra hakikate dönüşebilmekte ve o kitle için başka bir hakikatin anlamı ve önemi kalmamaktadır. İşin en ilginç kısmı ise, uydurulmuş veya manipüle edilmiş hakikatin ısrarla ve körü körüne bu kitleler tarafından ölümüne savunulmasıdır.

  • Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Yeniçağ Gazetesinin editöryal politikasını yansıtmayabilir 
- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
334AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin