Türkiye’deki cumhurbaşkanlığı seçiminde umutlar başka bahara kaldı. Kolay değildi aslında. Büyük umutlarla değişim için canla başla çalışanlar hayal kırıklığı yaşadılar. Şartlar eşit değildi. Kolay değildi. En modern silahlarla donatılmış bir orduya karşı okla mızrakla, kılıçla savaş kazanmak. Hatta imkansızdı. Onun için bir mucize olmalıydı. O mucize de olmadı.
Şimdi bu durumu tarihsel süreç içinde değerlendirmeye çalışacağım:
Osmanlı İmparatorluğunun son yıllarında topraklar emperyalist devletlerce işgal edilmişti. Hazine bugünkü gibi boştu. Padişahın eli kolu bağlı iktidar uğruna her türlü tavizi vermişti. Ordu1. Dünya savaşından yeni çıkmıştı. Yorgun ve moralsizdi.
Atatürk önderliğinde başlatılan Kurtuluş savaşı hem bağımsızlık mücadelesi hem de anti emperyalist bir savaştı. Bu nedenle Sovyetler Birliği’nin ilgisini çekmiş ve yardım alabilmişti.
Savaş çok zor koşullarda kazanıldı. Bu savaş sadece işgalcilerin topraklardan geri çekilmesini sağlamadı. Aynı zamanda Osmanlı İmparatorluğu’nun feodal devletini de yıkmıştı. Bu açıdan bir devrimdi.
Devrimlerin başarılı olmasının en önemli şartı onu koruyabilmek ve karşı devrimcileri etkisiz hale getirmektir. Aksi halde en uygun zamanda karşı devrimciler harekete geçer.
Karşı devrimciler eski düzenin kalıntılarıdır her zaman. Kendilerini gizlerler. Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılıp yerine Türkiye Cumhuriyeti kurulunca bu kalıntılar kendilerini gizlemeye başladılar. Zaman zaman yeni cumhuriyete karşı başkaldırma çabası içine girseler bile Atatürk zamanında başarılı olamadılar.
Atatürk’ün ölümünden sonra özellikle Menderes döneminde ABD emperyalizmi Türkiye’de yönetimi etkin şekilde denetlemeye başladı. NATO’ya girerek bu ilişkiler tescillenmiş oldu. Atatürk zamanında egemenliğin en temel belirleyicisi olan ekonomi ABD ve diğer Batı ülkelerine bağımlı hale geldi. Bu şekliyle Türkiye Cumhuriyeti Yarı Sömürge oldu.
1968 kuşağı öğrenci hareketlerinin mücadele eksenini oluşturan Tam Bağımsız Türkiye kısa sürede Anti emperyalist bir hal aldı. Bu mücadeleyi başlatan ve solcu üniversite gençliği ABD emperyalizminin emri ile ya öldürüldü ya da tutuklanarak uydurma yargılama yöntemi ile idam edildiler.
Cumhuriyet dönemindeki Osmanlı kalıntıları yakın tarihte siyasi parti kimliği ile gerçek düşüncelerini gizleyerek siyasi yelpazede yer aldı. Milli Selamet Partisi, Fazilet Partisi Erbakan liderliğinde “Milli Görüş” adı altında örgütlendiler.
Erdoğan’ın okuduğu bir şiir nedeniyle hapse girmesi ve Siyasi yasaklı olması seçimlere girememesine sebep olmuştu. İşte bu yasaktan onu kurtaran ve bugünkü Türkiye’nin başında olmasını sağlayan kişi de zamanın CHP başkanı Deniz Baykal’dır. Bu nedenle Deniz Baykal’ı da gelinen aşamada unutmamak gerekir.
Şu anda cumhurbaşkanı seçilen Erdoğan da Millî Görüş içinden gelen biridir. Erbakan ile yollarını ayırma sebebi ABD emperyalizminin Büyük Ortadoğu Projesi içinde görevlendirilmesidir. Bu amaçla kurdurulan AKP ABD’nin güdümünde olan Fetullah Gülen Cemaati ile onların çıkarları doğrultusunda göre yapmaya başladı.
Seçim sonuçlarına bakıldığında Türkiye’de 3 grup seçmen olduğunu görürüz:
Birinci grup yurttaşlıklarını kul mertebesine indirenler. Bu grup seçmenin %35’ini oluşturur. Türkiye’nin iç Anadolu ve Karadeniz Bölgesinde yaşayan bu seçmen kesimi hiçbir şeyi sorgulamadan Erdoğan’a biat edenlerdir. Bu insanların ekonomik sıkıntıları sorgulaması beklenmemeli. Tıpkı savaş esiri gibi hayatta kalabilmek her şeyi yapmaya hazırdırlar. Aynı kesim dini inançları nedeniyle de kolay inandırılırlar. Erdoğan dini siyasette kullanarak bu kesimi avcunun içinde tutmaktadır.
Erdoğan’ın karşısında demokrasi ve hak arama mücadelesi veren ikici kesim aydın ve seküler bir yaşamı seçen coğrafi olarak Trakya, Ede Bölgesi, Akdeniz Bölgesi insanlarıdır ki Avrupa ile kültürü ile yakın temastadırlar. Bu grubun yanına Doğu ve güneydoğu Anadolu’da yaşayan Kürt seçmeni de ekleyebiliriz. Kürt seçmen uğradıkları baskı ve yaşadıkları acıların sorumlusu olarak gördükleri Erdoğan rejiminde karşı en disiplinli ve örgütlü mücadele eden kesimdir.
Erdoğan ve çıkar ilişkisi içinde olan oligarşi de seçmenin üçüncü grubunu oluşturur. Bu grup ulusan gelirden aslan payını alan kesimdir. Aç gözlü sermayenin istediği, sömürünün sınırsızlaştığı bir yönetim tarzıdır. Erdoğan bu yönetimi kendilerine altın tepside sunmuştur.
Erdoğan seçimi yaklaşık %4.34 bir yüzde farkı ile kazandı. Bu seçmen sayısının yaklaşık 2600,000 seçmen demektir. Bu sayı vatandaşlık verilen Suriyeliler, Afganlılar, mülk alan Araplar, özellikle Almanya ‘da yaşayan Türkiye vatandaşlarının toplamından azdır. Kısacası Türkiye’de yaşayan ve oradaki sıkıntılar nedeniyle değişim isteyen insanların bu istekleri yukarıda saydığım seçmenler nedeniyle engellenmektedir.
Başta ABD emperyalizmi olmak üzere uluslararası sermaye Türkiye’deki seçimlerin sonuçlarıyla elbette ilgileneceklerdir. Onların ilgileri sermaye yatırımları ile ilgilidir. Yoksa Erdoğan’ın tek adam rejimi altında ezilen insanların demokrasi mücadeleleri ile ilgili olduğunu düşünmeyiniz.
Tarih göstermiştir ki emperyalist devletler kendi çıkarları için işbirliği yaptıkları sürece hiçbir devletin yönetimi ile sorun yaşamazlar. İnsan hakları ihlallerini sorun olarak görmezler. Ortadoğu’daki Arap ülkeleri ile ABD emperyalizminin ne kadar uyumlu olduklarını görebiliriz.
Sonuç olarak Türkiye’de önümüzdeki süreçte Erdoğan’ın intikamcı kişiliği ile seçim sürecinde bastırdığı duygularını açığa çıkaracak. Başta Ekrem İmamoğlu olmak üzere kendine rakip gördüğü birçok kişiyi ya hapse yollayacak ya da siyasi yasaklı yapacak.
Ekonomik durum Türkiye’yi iflasa sürüklemektedir. Bundan kurtulmak için de kara paranın Türkiye’ye daveti olabilir. Bu olursa Türkiye gri listeden kara listeye geçer. Ambargolar başlar. Yaşam zorlaşır ve insanlar yönetilmez duruma gelir. Toplumsal direnişler başlar. Bu toplumsal direnişleri örgütleyip yönetecek anti faşist bir cephenin kurulması bu aşamada kaçınılmaz olmalıdır. Erdoğan karşıtı seçim ittifakları bu anti faşist cephede birleşmesi Erdoğan’ın kabusu ve sonu olabilir.