yazılariktibasÜç mermi, bir hançer: Kıbrıslı gazeteci Fazıl Önder neden öldürüldü? - Umut...

Üç mermi, bir hançer: Kıbrıslı gazeteci Fazıl Önder neden öldürüldü? – Umut Ergüven

Kıbrıslı gazeteci Fazıl Önder, tam 64 yıl önce bugün Lefkoşa’da bir dükkânda, bir arkadaşının oğlunun oyuncak tabancası için deri kılıf yapıyordu. Küçük çocuk gelecekte KKTC’nin başbakanı olacaktı. İçeri giren tetikçi ise 32 yaşındaki Önder’in geleceğini çalacaktı. Saldırgan art arda ateş etti. Boğuşma sırasında Fazıl Önder çocuğu korumak için masayı devirirken sırtından hançerlendi. Önder’in katilleri cezalandırılmadı, mezarı bile bilinmiyor. Kuzey Kıbrıs Faili Meçhuller Bülteni‘nde konumuz 24 Mayıs 1958’deki bu cinayet

Orjinal yazının kaynağıjourno.com.tr
diğer yazılar:

Fazıl Önder, 1 Ocak 1926’da, o tarihte İngiliz sömürgesi olan Kıbrıs’ın Lefkoşa kentine bağlı Küçük Kaymaklı kasabasında, Yusuf Nuri Bey ile Şerife Hanım’ın dört çocuğundan biri olarak dünyaya geldi. Ailesinin yaşadığı maddi sıkıntılar nedeniyle ilkokuldan sonra okuyamadı. Çocuk yaşlarda çalışma yaşamına atıldı. Kardeşi Cemal ile bir saraç dükkânında çalışmaya başladı.

At eyerinden şapka ve yeleklere dek birçok deri ürünün yapımı ve tamirini içeren saraçlık, Fazıl Önder’in dede mesleğiydi. Bu meslekte kendini geliştirerek zamanla çıraklıktan ustalığa yükselen Fazıl Önder, bir süre sonra ortağıyla Lefkoşa kent merkezindeki Arasta’da kendi dükkânını açtı. 1940’lı yıllarda Kıbrıslı Türkler arasında Fazıl Önder’e ün kazandıran ise saraçlığından ziyade gazeteci ve eylemci kimliği oldu.

İlkokul mezunu olmasına karşın çok okuyan, kendini entelektüel açıdan geliştiren, kültürlü ve bilgili bir insandı Fazıl Önder. İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde sosyalist düşüncelerden etkilenmişti.  Bir grup arkadaşıyla zaman zaman Küçük Kaymaklı’da toplanıp Moskova ve Sofya radyolarını dinliyor, Türkiye ve Bulgaristan’da yayımlanan sol görüşlü yayınlarla Nazım Hikmet ve Sabahattin Ali gibi yazarların eserlerini okuyorlardı.

Arkadaşı Kamil Tuncel’in anlattıklarına göre Küçük Kaymaklı’daki bu toplantıların müdavimlerinden biri, Fazıl Önder’den yıllar sonra bir başka faili meçhul cinayete kurban gidecek olan Emekçi Halkın İlerici Partisi (AKEL) Merkez Komite Üyesi Derviş Ali Kavazoğlu idi. Fazıl Önder, bu dönemde Kıbrıslı Türk işçilerin kurduğu Emekçi gazetesinde köşe yazıları yazmaya başladı. Böylece saraçlıktan gazeteciliğe adım atmıştı.

İşçiler seslerini duyuracak gazete bulamayınca Emekçi’yi kurdular

1948 yılına gelindiğinde Kıbrıs, yeni çalkantılara gebeydi. 1878’den beri İngiltere’nin sömürge idaresi altında yönetilen adada birçok uluslararası şirketin yatırımları vardı. Bu şirketlerden birisi de Kıbrıs Maden İşletmeleri (Cyprus Mines Cooperations- CMC) adındaki Amerikan şirketi idi. Adanın güneyindeki Skouriotissa köyünün yakınlarında bulunan maden bölgesinde CMC’nin işlettiği ocaklarda çalışan işçiler, kötü çalışma koşulları ve düşük ücretler nedeniyle 25 Ocak 1948’de fiili bir grev başlattılar. Greve katılan 2.000 işçinin 1.300’e yakını Rum, 700’e yakını ise Türk işçilerdi.

Grevin ilk gününden itibaren İngiliz sömürge idaresiyle işbirliği yapan Rum ve Türk milliyetçileri, grevi bastırmak için her türlü yolu denedi. Adadaki Rum Kilisesi de greve karşı açıktan tavır aldı. Rum ve Türk toplumları içinde grev kırıcılar örgütlendi. Bütün bu baskı ve saldırılara karşın 17 Mayıs’a kadar süren grev, olağanüstü bir dayanışmaya sahne olmuş, toplumun her kesiminden büyük bir destek görmüştü. Grevi örgütleyen Tüm Kıbrıs İşçi Federasyonu (Pancyprus Federation of Labour- PFL veya Rumca kısaltması ile PEO) ise bir noktadan sonra gücünü yitirmeye başlamıştı. En sonunda CMC ile PEO, mayıs ayı içinde masaya oturd. Grev, taleplerin bir kısmının karşılanması sonucunda 17 Mayıs 1948’de resmen sona erdi.

Yaklaşık 5 ay süren grev boyunca şu görülmüştü: Kıbrıs basınında grevci işçilerin sesini duyuracak bir gazete yoktu. Dahası, greve başlangıçta destek veren Hürsöz ve Halkın Sesi gazeteleri, bir süre sonra desteklerini çekmişti. Kıbrıs Türk İşçi Birlikleri Kurumu yetkililerinden, kendisi de yıllar sonra adada örgütlenen kontrgerillanın saldırısı nedeniyle Kıbrıs’tan ayrılmak zorunda kalacak olan Ahmet Sadi Erkurt, greve ilişkin olarak sendikacı Cahit Ahmet’in kaleme aldığı yazıyı yayımlaması için Halkın Sesi gazetesine götürdüğünde, gazetenin sahibi Fazıl Küçük’ten ret yanıtı aldığını söylemişti. Sadi’ye göre Küçük, “Gazetede yerimiz yok” demişti. Ahmet Sadi, Hürsöz gazetesinden de aynı yanıtı aldı.

Fazıl Önder’in yazarlık yaptığı ilk gazete hedef gösterildi

Grevin sesini duyuracak bir gazetenin noksanlığı, Kıbrıslı Türk sendikacıları yeni arayışlara itti. Bu arayışın sonucu olarak Emekçi gazetesinin çıkarılması fikri doğdu. Grevin sona ermesinden iki gün sonra, 19 Mayıs 1948’de ilk sayısı yayımlanan günlük Emekçi gazetesinin sahibi Ahmet Sadi Erkurt, yazı işleri müdürü ise Cahit Ahmet idi. Emekçi gazetesinde yazıları yayımlanarak basın camiasına adım atan Fazıl Önder, Hürsöz gazetesinde de zaman zaman köşe yazıları kaleme alıyordu.

1.5 yıla yakın bir süre yayın yapan Emekçi gazetesi, o dönemde Kıbrıs Türk toplumu içinde en çok okunan gazetelerden birisi oldu. Günlük 1.500 tiraja ulaşan (1948 itibarıyla Kıbrıs nüfusu 477.000 idi) gazete, Kıbrıs’ta İngiltere veya başka bir devletin idaresine karşı çıkıyor, Türk ve Rum topluluklarının bir arada yaşadığı bağımsız bir Kıbrıs devletini savunuyordu. Emekçi, bu yüzden bir süre sonra karalama kampanyalarının hedefi hâline geldi. Türk Sözü gazetesinin yazarlarından Ahmet Muzaffer Gürkan, 2 Temmuz 1948 tarihli yazısında, Emekçi gazetesini şu sözlerle hedef alıyordu:

  • Ve nihayet bu memlekette o hâle geldik ki, ecdadımızın bize mirası olan milli hissimiz, yine bizden olduğunu iddia eden Emekçi gazetesinde öldürülmeye çalışıldı ve hâlâ çalışılıyor. Kendi al bayrağının gölgesinde yaşamayı istemeyen, Türk idaresini bir boyunduruk olarak gören ve gösteren bir kimse neden hala aramızda Türk ismiyle dolaşıyor? Ve bu gibi milli vicdandan uzak yazılara sütunlarını açan gazete, ne yüzle Kemalist olduğunu iddia ediyor?
  • “İstiklal” başlıklı yazıyı yazana [Fazıl Önder] hatırlatmak isteriz ki tarihi hakikatler ancak cahillerin gözleri önünde yanlış tefsir edilebilir. Bu makaleye yer açan, aynı muharririn başka bir yazısında yine Kıbrıs’ın müstakil olması ileri sürülmüştü. Birbirine zıt milliyette iki cemaatin bir arada müstakil bir devlet kurması gibi acayip bir fikri isbat için bulduğu sebep de mantıktan uzaktı. Muharrire göre Kıbrıs bir zamanlar müstakilmiş, dokuz kralı varmış. Nüfusu şimdikinden kat kat fazla ve ticarette ileriymiş. O devrin ahval ve şeraitini şimdiki zamana uydurmaya çalışmak kadar çürük bir tez olur mu? Hele bu çürük fikri milli şuurumuzu hançerlemeye vesile yapmak bilmem ne ile kabili teliftir? Fakat halkımız saf olmakla beraber, milli hissi tamdır. Bu vaziyette münevverlerimiz uyanık olmalı ve halkı ikaz etmelidir. (Kaynak: Ahmet An, Fırtınalı Yıllarda Kıbrıs)

Gürkan, yıllar sonra milliyetçi görüşlerini terk edip bağımsız Kıbrıs Cumhuriyeti’ni savunmaya başlayacak ve kendisini hain ilan eden Türk Mukavemet Teşkilatı’nın (TMT) üstlendiği 23 Nisan 1962 tarihli saldırıda yaşamını yitirecekti.

Bu türden hedef göstermelerle ve karalama kampanyalarıyla sıkça karşılaşan Emekçi gazetesinin yayını, 1949 yılının sonlarına doğru sona erdi. Fazıl Önder, Emekçi’nin kapanmasından sonra, 1950 yılında İstiklal gazetesinde öykü ve köşe yazıları, Memleket gazetesinde ise köşe yazıları kaleme aldı.

Fazıl Önder, gazeteciliğinin ve yazarlığının dışında politik faaliyetleriyle de tanınmaya başladı. 1950 yılının ağustos ayında Kore Savaşı’nın başlaması ve Türkiye’nin de içinde olduğu bazı ülkelerin bu savaşa ABD ve Güney Kore lehine dâhil olmasına karşı ‘Kıbrıs Sulhu Koruma Cemniyeti’nin açtığı imza kampanyasına etkin bir şekilde katıldı, kampanyanın örgütleyicilerinden biri oldu.

Aynı yılın sonlarında gerçekleşen PEO-Kıbrıs Türk İşçi Birlikleri birleşmesinde etkin rol oynayan isimlerden birisi de Fazıl Önder’di. 1954 yılında Kıbrıs Türk Eğitim Spor Kulübü’nün (TEK) kuruluşuna katıldı. TEK’in amacı, Kıbrıslı Türk gençliğine spor ve eğitim olanakları sunmaktı. TEK’e gelen gençler, burada spor yapıyor, kitap okuyor, kendilerini fiziksel ve entelektüel olarak geliştirme olanağını buluyorlardı. Fazıl Önder, ilk toplantıda TEK Sekreteri seçilmişti.

1955: Fazıl Önder, İnkılapçı gazetesini çıkarıyor

Fazıl Önder’in üyesi olduğu PEO’nun 11. Kongre belgelerinde, 1956-59 yıllarını kapsayan dönemde, Kıbrıslı işçilere hitaben “İşçinin Sesi” adında bir gazete çıkarılması ve bu görevin eski Emekçi gazetesi yazarlarından Fazıl Önder’e verilmesi kararının alındığı yazıyordu. Ancak 1955’in eylül ayından itibaren İnkılapçı gazetesinin yayın yaşamına başlaması ile bu düşünceden vazgeçildi. Haftalık İnkılapçı gazetesinin ilk sayısı, 13 Eylül 1955’te yayımlandı.

İnkılapçı’nın yayına başlaması hiç kolay olmamıştı. Gazete için İngiliz sömürge idaresine ödenmesi gereken 500 Kıbrıs Lirası’nı toplamak üzere Derviş Ali Kavazoğlu ve Fazıl Önder bir bağış kampanyası örgütledi. Kıbrıs’ın köyleri ve kasabaları dolaşıldı, film gösterimleri ve çekilişler organize edildi, PEO üyesi işçilerden ve halktan para toplandı. Uzun ve meşakkatli bir kampanyanın ardından gerekli paranın toplanmasıyla İnkılapçı gazetesi, 13 Eylül 1955’te ilk sayısını yayımladı. Gazetenin başyazarı da Fazıl Önder’di. Yazarlar arasında Ahmet Sadi Şaşmaz, Derviş Ali Kavazoğlu ve Turgut Erden gibi isimler yer alıyordu. İnkılapçı’nın ilk sayısındaki başyazıda şöyle deniliyordu:

  • Gazetemizin adı İnkılâpçı. Biz de İnkılâpçıyız, ilhamımızı 1918-1922’de içten zararlı kuvvetlere, dıştan saldırganlara, sömürgecilere karşı şahlanan Türkiye halkından ve  bu harekete kılavuzluk ve öncülük eden Atatürk’lerden almaktayız…
  • Sayın Okuyucu: Elinde tuttuğun “İnkılâpçı” gazetesi, bir buçuk yıl uğraşıldıktan sonra, büyük emek neticesi ve senin paranla, halkın parasıyla yayın alanına atılmıştır… Gazeteyi çıkarmak için, fedakâr halk çocukları köy köy, kasaba kasaba dolaşırken, köy ve şehirli halk tarafından büyük ilgi ile karşılanmakta idiler. Buna rağmen “zırıltıcılar” diye isimlendireceğimiz bazı kişiler, “İnkılâpçı” etrafında dedikodu yaratmaktan (şahsi menfaat icabı olarak) geri kalmadılar. Biz gene yolumuza devam ettik ve şerefle, en fazla güvendiğimiz halkın huzuruna çıktık.
  • Daha önce broşürlerde bildirdik. Siyasetimiz açıktır, siyasetimizi, temasa geldiğimiz halkın fikirlerini de kullanarak çizdik: Nereden gelirse gelsin, halkımızın zararına olan her şeyle savaşacağız. İşçilerimizin, çiftçilerimizin, dar gelirli zanaatkâr dükkân sahiplerimizin, memurlarımızın haklarını savunacağız. Askıda kalan cemaat davalarımızın yılmadan ele alacağız. Sömürge hükümetinin, halkımızın aleyhine tatbik etmeye yelteneceği anti-demokratik ve anti-liberal kanunlara karşı kalemlerimizle mücadele edeceğiz, bütün dünya halkı tarafından lânetle anılan harp kundakçılığına, harp propagandasına karşı durarak, barışı savunacağız.
  • Adada yaşayan iki vatandaş cemaatın arasını açmak için yapılan tedhişçiliklerle, yanlış, yalan, parçalayıcı ve gurur kırıcı propagandaları nereden ve hangi taraftan gelirse gelsin takbih ve tel’in edeceğiz. Başkalarının hayat haklarına, düşüncelerine hürmet ederek, halkımıza eşit hayat hakkı tanınması ve varlığımızın adada idamesi için bütün kuvvetimizle faaliyet göstereceğiz. Bu çetin yoldan başarı sağlayabilecek miyiz? Uğraşacağız. Halkın yararına çalışacağımız için halka güveniyoruz.

Eğitim ve sosyal haklar için kampanyalar, röportajlar

İnkılapçı gazetesi, tıpkı Emekçi gibi sosyalist bir dünya görüşüne sahipti. İşçilerin meseleleri dışında, Kıbrıs toplumunun yaşadığı sosyal sorunlara da sayfalarında sıkça yer veren gazetenin 20 Eylül 1955 tarihli ikinci sayısında Turgut Erden, “Evkaf mı, hükümet mi? Camisiz, imamsız, mektepsiz köyler” başlıklı yazısıyla köylerdeki okul ve eğitim sorununa dikkat çekiyordu.

Gazetenin bu dönemde yürüttüğü en önemli kampanyalardan birisi de, Osmanlı döneminde Türkler’e ait olan, ancak Kıbrıs’ın II. Abdülhamid döneminde İngiltere’ye satılması ve Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasından hemen sonra adanın resmen İngilizlerce ilhak edilmesinin ardından sömürge idaresince el konulan Evkaf İdaresi’nin yeniden Türk toplumuna devredilmesi amacıyla yürüttüğü kampanyaydı.

İnkılapçı, üç ay gibi kısa bir süreyi kapsayan yayın yaşamında eğitim sorunlarına da sıkça yer verdi. Fazıl Önder, 12 Aralık 1955 tarihli başyazısında, eğitim sorununa ilişkin bir dizi talebe yer veriyordu. İlköğretimin mecburi olması, milli tarihin tam olarak okutulması, kitapsız tedrisata son verilmesi, çok sayıda sanat ve ziraat okulunun açılması, öğretmen okullarının ıslahı, milli ve dini günlerin serbest olarak kutlanması gibi talepler bunlar arasındaydı.

İnkılapçı gazetesi, 14 sayı çıkmasına karşın, yayımlandığı dönemde önemli bir iz bırakmıştı. Adadaki 60 köyden izlenimlerin aktarıldığı röportajlarıyla da ses getirmiş, kadın işçilerin ve memurların sorunları, hayat pahalılığı, maden işçilerinin sorunları, sanat, spor gibi birbirinden farklı konularda dikkat çekici haberlere yer vermişti.

Aynı dönemde PEO öncülüğünde başlatılan ve tüm işçilerin sigortalanmasını talep eden kampanya da İnkılapçı’da kendine sıklıkla yer bulmuştu. Adadaki Türk ve Rum işçilerin ortaklaşa düzenledikleri bu kampanyanın sonucunda İngiliz sömürge idaresi, 1956 yılında bütün Kıbrıslı işçileri sigortalamayı kabul etmek zorunda kalacaktı.

“Tavuk kafası mı ezeceksiniz be birader!”

İnkılapçı’nın Kıbrıs Türk toplumunun sorunlarına sıklıkla yer vermesi, İngiliz sömürge idaresine karşı Kıbrıslı Türk ve Rum topluluklarının bir arada yaşayacakları bağımsız bir Kıbrıs’ı savunması, iki tarafın milliyetçilerinde ve İngiliz sömürge idaresinde rahatsızlık yarattı. “Enosis” yanlısı Rum ve “Taksim” yanlısı Türk milliyetçiler, iki toplum arasında barış ve birliği savunanları hedef almaya başlarken İnkılap gazetesine de tehditler yağmaya başladı.

O dönem Türkiye’de Soğuk Savaş konseptinin bir parçası olarak ortaya çıkan, sonraları “kontrgerilla” adıyla anılacak olan yapı, İnkılapçı’nın yayın yaşamına başladığı günlerde Kıbrıs meselesine el atmış, 6-7 Eylül 1955’te İstanbul’da örgütlediği pogrom vasıtasıyla şehirdeki Hristiyan ve Museviler’in birçoğunu Türkiye’den ayrılmaya zorlamıştı. Bu sefer sıra Kıbrıs’taydı. O günlerde art arda gelen tehditlerin ardından İnkılapçı 14. ve son sayısını 12 Aralık 1955 tarihinde yayımladı. “Tehdit” başlıklı yazıda şu ifadeler kullanılıyordu:

  • Son günlerde oraya, buraya gelişigüzel tehdit mektupları gönderildiğini müşahade etmekteyiz. İki hafta evvel, Leymosunlu tanınmış sporculardan Bay Sevim’e böyle bir mektup gittiğini haber alarak yayımlamıştık. Aynı ayarda bir mektup, geçen gün yazıhanemize de gelmiştir. Muhtevası: “İnkılapçı gazetesini durdurunuz’, öldürüleceksiniz, kafanız ezilecektir” vs. Maşallah! Tavuk kafası mı ezeceksiniz be birader!
  • Bu hareketi yapanların saf ve masum olduklarını biliriz. Fakat yaptıranlar ve idare edenlerin nedir maksatları? Kime ve hangi emellere hizmet ediyorlar? Medeni ve akıllı adam işi mi bu? Bizim bildiğimiz, gangstervari tedhiş ve tehditler, siyaset vasıtası olamaz; ölüm tehditleriyle fikirler susturulamaz. Bu gibi hareketler halkın nefretini kazanacak ve failleri er geç ortaya çıkarılarak halkın gazabına uğrayacaktır. Tehdit mektupları! Gangstervari hareketler! Bu mu idi eksiğimiz”

İnkılapçı gazetesinin yayınını sonlandırmasının nedeni ise doğrudan bu tehditler değil, İngiliz sömürge idaresinin aldığı yasaklama kararı oldu.

Birleşik Kıbrıs’ı savunan gazeteleri İngiltere kapattı

İngiltere, Soğuk Savaş döneminde Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin (SSCB) karşısında kapitalist blokun en büyük güçlerinden birisi ve Kuzey Atlantik Paktı (North Atlantic Organisation – NATO) üyesiydi. Londra, başta Amerika Birleşik Devletleri (ABD) olmak üzere NATO’daki çeşitli müttefiklerinden “komünistlere karşı gereğinden fazla yumuşak” olduğu yönünde eleştiriler alıyordu. Bu ortamda Kıbrıs’ta Türkler’in ve Rumlar’ın birlikte örgütledikleri işçi hareketinin güçlenme eğilimi göstermesi, 1955 yılı biterken İngiliz sömürge idaresini harekete geçirdi.

Sömürge idaresi 14 Aralık 1955’te Kıbrıs’ta olağanüstü hâl ilan etti. SSCB güdümünde olmakla suçlanan Emekçi Halkın İlerici Partisi’nin (Anorthotikó Kómma Ergazómenou Laoú- AKEL) yöneticileri tutuklanarak Larnaka’daki toplama kampına gönderildi. AKEL’in yayın organı Neos Demokratis gazetesi ile Rumca yayın yapan sol görüşlü Embros ve Aneksarsitos gazetelerinin yanında İnkılapçı gazetesinin yayını da İngiliz sömürge idaresinin kararıyla sonlandırıldı.

Yasaklanan gazetelerin ortak özelliği, “Kıbrıslı Savaşçıların Millî Örgütü’nün (EOKA) Kıbrıs’ın tamamen Yunanistan’a bağlanmasını savunan “Enosis” fikrine de, Türk milliyetçisi TMT’nin adanın iki toplum arasında bölünmesini içeren “Taksim” fikrine de karşı çıkmasıydı. Bu gazeteler, bölünme yerine, iki toplumun birleşik Kıbrıs’ta beraberce yaşamasını savunuyordu. Ancak Rum ve Türk milliyetçilerin yanı sıra İngiliz sömürge idaresi de, adadaki toplumlar arası birlik ve dayanışmanın kendi çıkarlarını tehdit ettiği görüşündeydi.

Kıbrıs’taki tutuklamalar, İngiltere’de kısa sürede yankısını buldu. İngiltere’deki sol partiler ve işçi sendikaları, Kıbrıs’ta İngiliz sömürge idaresinin işçi hareketine ve sola karşı giriştiği tutuklama kampanyasına karşı büyük bir tepki ortaya koydular. İngiltere’nin dışında da birçok ülkeden İngiltere’ye tepkiler yükseldi.

Gelen tepkilere dayanamayan İngiliz sömürge idaresi, bir süre sonra baskıyı gevşetmeye karar verdi. Tutuklanan AKEL üyeleri ve sendikacılar serbest bırakıldı, AKEL’e yeni bir gazete çıkarması için izin verildi. AKEL’in yeni yayın organı Haravgi, 18 Şubat 1956’da ilk sayısını yayımladı. Aynı günlerde birlik yanlısı, solcu Türkler ise kendilerine karşı uzun yıllar devam edecek, yer yer Türkiye’ye de taşacak daha ağır bir baskı ve terör dönemine giriyordu.

1950’lerin ikinci yarısına gelindiğinde Kıbrıs, adeta bir cehennem adasına dönmüştü. 1878’den beri adayı yöneten İngiltere’nin küresel hegemonyası, İkinci Dünya Savaşı’ndan galip ama ağır yaralı çıktığı bu dönemde sarsılmıştı. Sömürgesizleşme süreci hızlanmıştı. Bir zamanlar ‘İngiliz İmparatorluğu’na bağlı olan Asya ve Afrika ülkeleri bağımsızlığına kavuşuyordu. Yeni küresel süpergüç olarak ortaya çıkan ABD, NATO’nun lideri olarak diğer ülkeleri SSCB’ye karşı örgütlüyordu. 18 Şubat 1952’de NATO’ya kabul edilen Türkiye ve Yunanistan ise Kıbrıs’ı, örtülü bir biçimde çarpıştıkları savaş meydanına çevirecekti.

Türkiye’nin NATO’ya üye olmasının ardından Genelkurmay Başkanlığı’nın bünyesinde bir Özel Harp Dairesi (ÖHD) kuruldu. 1974’e kadar varlığından başbakanların bile haberdar olmadığı bu kurumu ABD finanse ediyordu. Seferberlik Tetkik Kurulu ve kontrgerilla diye de adlandırılan bu kurumun amacı, “olası bir Sovyet işgaline karşı bazı vatanseverleri yaşam boyu görevlendirmek, işgal gerçekleştiğinde ise yeraltına gömülen silahları çıkararak direniş hareketi başlatmak” idi.

Ortada bir Sovyet işgali veya işgal teşebbüsü olmadığı hâlde ÖHD, Türkiye içinde “tehdit” olarak görülen gruplara karşı birçok kez kullanıldı. Örneğin, bir dönem ÖHD’de çalışan emekli orgeneral Sabri Yirmibeşoğlu, “6-7 Eylül de bir Özel Harp işidir. Muhteşem bir örgütlenmeydi. Amacına da ulaştı” diyecek, ama tepkiler üzerine geri adım atacaktı.

Sonun başlangıcı: 1 Mayıs 1958

Kıbrıs sorunu 1950’lerin ikinci yarısından itibaren hızla Türkiye’nin gündemine girerken ÖHD de Ada’ya el attı. Rum milliyetçisi EOKA, Kıbrıs’taki Türk köylerini basıp katliamlar yaparak  İngilizleri, Türkleri ve solcu Rumlar’ı hedef alıyordu. Buna yanıt olarak Türk milliyetçisi TMT’nin kurulması gündeme geldi. Kıbrıs Türk toplum lideri Fazıl Küçük Ankara’ya gidip dönemin Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu’dan destek istedi. Zorlu konuyu Genelkurmay Başkanı Orgeneral Feyzi Mengüç’e sorup olumlu yanıt aldı. 1958 yılının ilk aylarında faaliyete geçen TMT’yi örgütlemek üzere ÖHD görevlisi Daniş Karabelen atandı. Karabelen, Kore Savaşı’na katılmış, burada gösterdiği yararlılıklar nedeniyle ABD tarafından madalyayla ödüllendirilmiş bir askerdi.

1 Mayıs 1958 günü Kıbrıs için, ama özellikle Kıbrıs Türk toplumu için bir dönüm noktasıdır. O güne dek 1 Mayıs’lar, adada PEO tarafından Türk ve Rum işçilerin katıldıkları yürüyüşlerle organize edilir, her iki halktan da yüzlerce işçinin katıldıkları eylemlerde Türk ve Yunan bayraklarıyla işçiler yürür, Türkçe ve Rumca sloganlar atılır, “8 saat iş, 8 saat dinlenme, 8 saat uyku” talepleri ve İngiliz sömürge idaresine yönelik tepkiler dile getirilirdi.

O gün de aynısı oldu. Ama bu kez önceki 1 Mayıs’lara göre farklı bir hava vardı. Yürüyüş başlamadan önce Türk Bürosu’nda bir toplantı yapılmıştı. Yürüyüşe Türk işçilerin ve sendikacıların katılmaması düşünülse de bu öneri kendine fazla taraftar bulmadı. Birer Türk ve Rum sendikacının konuşma yaptığı Lefkoşa’daki yürüyüşe 2.000’e yakın işçi katılmıştı. Yürüyüş olaysız sona ermişti fakat akşam başlayacak olaylar, Fazıl Önder’in de yaşamına mal olan bir terör dalgasını tetikleyecekti.

Basında yer alan haberlere göre TMT üyesi bir grup 1 Mayıs 1958 22.00 sularında TEK lokalini bastı, camları kırdı, lokalin eşyalarını yakınlardaki hisarın altına götürerek yaktı. TMT birkaç gün sonra yayımladığı bildiride Rumlar ile aynı sendikalara üye olan Türk işçileri tehdit ediyor, istifa etmemeleri hâlinde öldürüleceklerini söylüyordu. Hemen ardından saldırılar başladı.

Kıbrıs’ın kara mayısında terör dalgası

PEO Sekreteri Ahmet Sadi Erkurt ile eşi Leman Erkurt, 22 Mayıs 1958’de Küçük Kaymaklı’da uğradıkları silahlı saldırıda yaralandı. Ahmet Sadi Erkurt, Fazıl Önder’in gazetecilik yaşantısına adım attığı Emekçi gazetesinin sahibiydi. Rum halkı içinde de EOKA; aydınları, sendikacıları ve solcu Rumlar’ı benzer yöntemlerle hedef alıyor, katlediyordu.

Erkurt çiftinin yaralandığı saldırıdan iki gün sonra, 24 Mayıs 1958 sabahı Fazıl Önder Lefkoşa’daki saraç dükkânında, bir arkadaşının oğlunun oyuncak tabancası için deri bir kılıf yapıyordu. O gün 7 yaşında olan o çocuk, yıllar sonra Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) başbakanlığı yapacak olan Ferdi Sabit Soyer idi.

Fazıl Önder, dükkâna giren saldırgan tarafından şehrin ortasında güpegündüz katledildiğinde 32 yaşındaydı. Ertesi gün Bozkurt gazetesinde çıkan haber cinayeti şöyle anlatıyor:

  • Saat 10.45’de meçhul bir şahıs, makine başında çalışmakta olan Fazıl Önder’e üç el ateş açmış ve isabet kaydetmiştir. Fazıl Önder kurşunları yediği hâlde mukabele etmeğe davranmış ve bu sırada arkasına bir de kama işlenmiştir. Bu kama, Fazıl Önder’in ölümünden sonra hastaneden zorlukla çıkarılmıştır. Yaralandıktan sonra hastahaneye kaldırılan Fazıl Önder orada ölmüştür. Yayınlanan resmi bir tebliğde 38’lik bir tabanca kullanıldığı ve tahkikatın devam ettiği bildirilmektedir.

İki saldırgan olduğu, birinin dışarıda önce gözcülük yaptığı, ilkinin üç dört el ateş etmesinin ardından Önder yere düşmeyince diğerinin de içeri girip onu sırtından hançerlediği yönünde haberler de çıktı. Bir başka iddia, olay yerine gelen polis memurlarının Önder’i yaralı buldukları hâlde onu hemen hastaneye götürmeyip otomobille uzun süre dolaştırarak ölümüne neden oldukları yönünde.

Müstakbel başbakanın tanıklığına göre Fazıl Önder cinayeti

Fazıl Önder’in torunu Fazıl Zeytincioğlu, cinayet ânının tek tanığı olan Ferdi Sabit Soyer’e teyit ettirdiği şekliyle saldırının şöyle gerçekleştiğini söylüyor:

  • Dedemin öldürüldüğü dönem Ferdi Sabit Soyer’in babasıyla çok iyi arkadaştılar. Ferdi Sabit Soyer’in babası dedemleri desteklermiş ama çok da karışmazmış. O zaman Ferdi Sabit Soyer’e babası oynaması için bir oyuncak tabanca almış ve demiş ki “Git Fazıl Amcana da sana kılıf yapsın deriden.” Dedem severmiş Ferdi Sabit Soyer’i çok.. “N’oldu be haydut?!” dermiş kendine. Ertesi gün babası Ferdi Sabit Soyer’e “Konuştum Fazıl Amcanla, hazırdır kılıfın, git al” deyip para vermiş. Girmiş dükkâna, almış kılıfını, yerleştirmiş tabancasını, parayı uzatmış. Dedem “Al sen parayı cebine koy. Babana da söyleyiver da sen onunla kendine sandviç falan alın” demiş.
  • Tam o sırada, Ferdi Sabit Soyer’in dediğine göre, kar maskeli iki adam girmiş içeri. Daha doğrusu bir tanesi girmiş ilk ve dedem tezgâhta çalışırken omzuna sıkmış mermiyi. Tabii bu arada anlamış bu olayın olacağını ve ayakkabıları çakmak için kullandığı, üstünde çiviler olan masayı Ferdi Sabit Soyer’i korumak için üstüne doğru devirmiş. Hatta çiviler girmiş ayağına Ferdi Sabit Soyer’in ve söyledi da bana hâlâ izleri varmış ayağında. Neyse, dedemin omzundaki yara ölümcül değildi. O hırsan kalkıp adamın gırtlağına yapışıp yere düşürmüş yarasına rağmen ve boğazını sıkmaya başlamış. İkinci adam da arkadan gelip dedemin sırtına hançeri saplamış ve o şekilde devirdiler… Polis Ferdi Bey’in konuşması için 3 gün beklemiş. Konuşamamış 3 gün.

 

Doç. Dr. Ersan Berksel’in “Sevapları ve Günahları ile TMT” adlı kitabından Kıbrıs gazetesi yazarı Hasan Hastürer’in aktardığına göre Fazıl Önder cinayetinde E.H kodlu bir kişi gözcülük yaparken XX ise cinayeti işledi. Kitaba göre XX şunları söyledi:

  • Dükkânına gittim, orada idi. Tabancamı çıkarıp üç dört ateş ettim. Yaralandığını gördüm, ama o kaçmaya başladı. Beni tanırdı. Arkasından koşup ona yetiştim ve bu kez yanımdaki kamayı boynuna sapladım.

Hastürer yazısını, “Doç. Dr. Ersan Berksel’le konuştum. Yaygın kanaati, saldırı ve cinayetlerin, liderliğin bilgisi dışında işlenmediği yönünde” ifadesiyle sonlandırırken Fazıl Önder cinayetinden TMT’yi sorumlu tutan yaygın kanaate hak veriyor.

TMT liderlerinden olan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) kurucu Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş, yıllar sonra kaleme aldığı anılarında, “Bu cinayetler hep ‘faili meçhul cinayetler’ listesine geçti. Bunları TMT’ye mal etmek isteyenler vardır. Bu büyük bir hatadır. O günlerde şahsi hesapların da ‘millî perde’ arkasında görülmesi çok oluyordu. Bu cinayetlerin sorumluluğunu üstlenen olmadı” dese de, Erkurt çiftinin yaralanmasını ve Fazıl Önder cinayetini TMT üstlenmişti.

“İlk basın şehidi olarak anılsın, mezarı tespit edilsin”

TMT, cinayetten iki gün sonra, 26 Mayıs 1958’de yayımladığı bildiride “Türk Mukavemet Teşkilatı harekete geçmiş ve kızıllara hizmet etmekten mutluluk duyan alçak hainlere hak ettikleri ölüm cezasını vermeye başlamıştır. Vatan haini ve komünist maşası ilan edilen Sadi Erkurt ve Fazıl Önder hak ettikleri cezayı almışlardır” ifadesini kullanmıştı. Nitekim Fazıl Önder’in cenazesi de TMT’nin ölüm tehditleri nedeniyle ancak birkaç yakınının katılımıyla yapılabildi. Önder’in eşi dahi bu tehditler nedeniyle cenazeye katılamadı.

Cezasızlık 64 yıldır sürüyor. Fazıl Önder’in katillerinin yakalanması bir yana, Küçük Kaymaklı Mezarlığı’nda hangi kabre defnedildiği bile hâlâ bilinmiyor. O öldürüldüğünde 1.5 yaşında olan kızı Ayşe Zeytincioğlu, babasının gömülü olduğu söylenen yerde üç tane mezar bulunduğunu söylüyor. DNA testi yapılmadan hangi mezarın Fazıl Önder’e ait olduğunu saptamak imkânsız.

Küçük Kaymaklı’daki evleri askeri bölgede kaldığı için ailenin cinayet sonrasında yalnız bir kez izin alıp oraya gidebildiğini söyleyen Ayşe Zeytincioğlu’na, babasından geriye, saraç dükkânında yaptığı bebek ayakkabıları ile “Sevgiliye Mektuplar” adlı 1933 İstanbul baskısı bir kitap kalmış.

Ailesi ve Kıbrıs Türk toplumu, tam 64 yıldır Fazıl Önder için adaleti beklemeyi sürdürüyor. Torunu Fazıl Zeytincioğlu şöyle diyor:

  • Bizim tek isteğimiz ilk basın şehidi olarak anılması ve mezarının yerinin tespit edilmesidir. Bilinsin gençler tarafından. Gençlerin haberi yok bunlardan. Kimdir, neler yapmıştır… Anılmasını isterik. Kıbrıs için değerli ve bilinmesi gereken bir adamdı.
  • Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Yeniçağ Gazetesinin editöryal politikasını yansıtmayabilir 
- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
355AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin