Gerek seçim sürecinde alınacak sonuçla alakalı, gerekse, seçim sonrası Erdoğanın kazanma gerçeği yaşanırken, arada birielri, elerinde hesap makinesiyle “dövizi” soruyorlardı. Oysa ben yeri geldikçe genel sistemi ve K. Kıbrıs koşullarını sohbetler anında anlatmaya hep uğraştım. Baktım ki millet başka havada. Sadece ne kadar artış gelecek merakıyla eflasyoon rakamlarını veya dövizin durumuyla tüm ekonomiyi özdeşletirip orada brakışlar oluyordu. Buna elbet kaçınılmaz olarak ekranlara çıkan, sanal medya kalemşörleri de ayni tutumu yapıyordu. Bir anlamda sistemin sömürgeciliği yönetim şeklinin kültürel ayağını yaşıyordum
Seçimler sonlandı. Özellikle seçim sonuna doğru gördüğüm bazı kesimler bana hep döviz ne olacak çizgisinde soru soruyorlardı. Şu veya bu kazanırsa dövizin ne olacağı merakı oldukça yaygındı. Derken, seçimler sonlandı. Kimisi öyle bir patlama bekliyordu ki sanki hemen dövizin uçacağını tahmin ediyordu. Doğrusu, ekranda söyleyecek fazla sözü olmayan veya konuşmaktan kaçanlar da hep bu psikolojik noktadan hareket ediyordu. Buda, doğrusu karşılık da buluyordu. Seçim sonrası da ayni duruma direk tanık oldum. Hat da döviz hemen 27 çıkmadığı için biraz rahatlayanlar dahi oldu. Öyle bir ekonomik cendere oluştu ki resmen insanlar odaklaştırıldıkları bir konuyla tüm olguları ötelemesini de getirdi.
Seçim sonlandı. Ekonomislerin Marksis olanlarının bir ölçüde haklılıkları da kanıtlandı. Hep şu yanılgının da yanılgısı üretildi. Tanık olmuşsunuz: nedense Erdoğan olayını Batının desteklemediği noktasıyla bağdaştıran çok. Türkiyenin Kapitalist sistem gerçeğini, dış sermaye hareketleri ilkesini, ekonomik batıya bağımlı durumlarını nedense hep yok saydılar. Neoliberal teslimiyetin kavramsal boşaltımıyla ülkesel devletsel biçimiyle konuyu ele almanın yanılmasını da yaşadı. AB Türkiyeye karşı, Baydın desteklemiyor gibi durumlar hep tahmini hava durumu gibi yanılgılarla sürdü. Bana da bu konuda hep sorular soruldu. Doğrusu, yanıtlarımdan da tatmin olmadılar. İstedikleri, kimisi AB olayı ile doğrulatma amaçlıyken, kimisi de ulusalcılık çenberinde daralıp takılıyordu. Kapitalizmin gerçeğinden sanki habersizdiler. Krizin olma kuramını da hiç anlamama düşüncesi de bana sancılı geldi. Oysa bazı Marksis ekonomistler resmen Erdoğanın Türkiyesindeki kriezler gerçeği kadar, Bunu iyi yönetiğini de ekliyordu. YOksulaşmayı idare etme ve sadakat ekonomisi kuramlarını gayet güzel Türkiyede uyarlıyorlardı. Fakat, okumak istemeyen, Türkiyeye dokunmaktan kaçıp üstelik solcuları da öcü görmenin de kısırlığı, eytersizliği burada saklıdır.
Önemli yanlışlardan biri de ekonomiye salt dövizle yaklaşmaktır. Dövizdeki yükselme veya düşme bazen yeytersizlikler ve krizlerle olurken, bazen de ülkeler italat ve ihracata göre kazanma kuralını uyguladığı için kontrol altında gerçekleşen hamlelerdir. Bunu pek seslendiren yok. Hele Türkiye krizi ile yönetim şeklini ileriye taşımak da zahmetli haldedir. Onun için hem marazici hem mersedesli ve hem de partici etiketlerle bir sömürgesel ekonomik kültürle bilincilik oynamaktayız.
Gelelim Erdoğanın seçim sonrası ekonomi gerçeğine: Erdoğanın seçim sonrası anlaşılan ilk net gerçek, öyle dendiği gibi batıdan koptuğu yalanıdır. Nitekim bunu özellikle ilgili çevrelerle oluşan ilk temaslardan anlıyoruz. Yani, batı emperyalist kolektif devletleri ekonomik olarak Türkiyeye denilen baskı ve tehtitleri yapmaya hiç niyetli deyil. Nitekim, atıyla daha da iyi ilişki kurulsun diyue de Mehmet Şimşeği ısrarla görevlendirmek istiyor. Belli ki ilk dirençler noktasından sonra Şimşeğin de ekonominin başına geleceği sinyalleri artıyor. Şimşeğin Dünya bankasıyla olan çalışmışlık ilişkileri ve İngiltere Kapitalist modelin önemli danışmanlarından dolayı batıyla en azından sermaye akışı sürecinde katgı yapacağı kesin. Buradaki soru şu: Erdoğanın tüm olumsuzluklara karşın resmen sadakat ekonomisiyle yönetiği yoksuluğu devam etirip edemeyeceğidir. Tüm krizlere karşın işsizlik Türkiyede artmadı. Buda yoksullalrın en az kaybetmeme korkusuna da hitap ediliyordu. Ancak, Bahadır Özgürün de belirtiği Ağrı örneği gibi yatırımların Mısıra kaçmasıyla işsizlik durumunda olumsuzluklar getirmesi kesindir. Buda Erdoğan için önemli olumsuz haber. Ama seçimi kazandı. Üstelik üçüncü kez. Bunun da adı Emre Hocamın dediği gibi resmen anayasaya aykırı olması demektir.
K. Kıbrısta ise birçok çevre dövize bakıyor, eflasyon rakamıyla ne kadar para alacağı hesabını yapıyor. Ötesi kolay. Düşünce sınırı ve sömürgeciliğin yöneltilmesiyle oluşan kültür bizi gerçeklere epey yabancılaştırdı. Herkes döviz yapmak veya arada çıkarla rant sağlamayla ayakta duracaklarını tahmin ediyorlar. En kötüsü olan gereceği deyil de kitabına uydurmadır. İlaç dahi yok denilirken Elçiliğin atres gösterilmesi de ilhakın nerelere gelişinin mesajıdır. Türkiye gerçeği ve bağımlılık gerçeği, oradan buraya nelerin geleceğinin de öngörüsünü kolaylaştırır. Kolaylaştırır da türkiyeği bilmeden nasıl tahmin edilecek?