18 yaş üstü insanlar beş yılda bir önlerine konan sandığa oy atarak siyasî (politik) sürece müdahil oluyor. Geriye kalan beş yılda politikayla profesyonel politikacılar ilgileniyor… Tabii ülkenin ‘yüksek çıkarları’ gereği sandık bir süre kurulmaya da biliyor… Aslında seçilenler seçenleri temsil etmiyor. Siyaset bir meslek… Beş-altı dönem milletvekilliği yapanların sayısı az değil… Otuz yıldan fazla parti başkanlığı yapanlar var… Osmanlı İmparatorluğunda padişahların tahtta kalma aritmetik ortalaması 17 yıl 3 aydı… Partiler başkanın şirketi gibi işliyor… Aslında seçim diye yapılan parti başkanının ‘tayın ettiğini’ halka onaylatmaktan ibaret… Partilerin iç işleyişlerinde demokrasinin kırıntısı bile yok! Esasen profesyonel politikacılar için siyaset bir sınıf atlama aracı… Bir kere bile seçilen ömür boyu maaşı hak ediyor ama bir dizi başka ‘imkâna’ da sahip oluyor… Şimdilerde milletvekili maaşları asgari ücretin 8-10 katı… Bizde siyaset bütçeyi, hazineyi ve müşterekleri yağmalatma ve yağmalama aracı…
Fakat Politik İslamcı AKP’nin iktidara taşındığı 2002 sonrasında Türkiye’de siyaset yeni bir nitelik kazandı. Zira, AKP’nin rejimi bir İslam Emirliği’ne dönüştürmek gibi bir ajandası var… Her seferinde seçimleri o amaç doğrultusunda bir fırsata dönüştürdü… Esasen burjuva siyaseti toplumu kutuplaştırarak yol alır ama AKP kutuplaşmayı bir adım daha ileriye taşıdı, toplumu iki düşman kampa böldü… Kendini dar-ül İslam, muhalefet cephesini, kendini desteklemeyenleri de dar-ül harp sayıyor ve öyle muamele ediyor… Fakat her şeye rağmen bu ülkede dinci-ırkçı tırmanışın karşısında, laiklik, özgürlük ve demokrasi talep eden hatırı sayılır bir muhalif damar var…
AKP iflah olmaz bir özgürlük, demokrasi, sosyal eşitlik, insan hakları, basın, ifade özgürlüğü, bilim, sanat ve kadın hakları düşmanı… Asgari hak, hukuk ve adalet kaygısına sahip değil… Etik kaygılara külliyen yabancılaşmış durunda… 2002 sonrasındaki tüm seçimleri istediği zamanda, isteği koşullarda yapmayı başardı… Seçimleri ve referandumları iktidarını yerleştirmenin aracına dönüştürdü… Seçimler ve referandumlar yasalara ve teamüllere aykırı gerçekleşti… Hileyle kazanıldı… Bu zaman zarfında muhalefet, sanki olmayan şeyleri varmış gibi davrandı… Hukuk yok iken varmış gibi, Parlamento (Meclis) yok iken varmış gibi davrandı… Oysa Meclis çoktan içi boş kabuğa dönüştürülmüş, işlevsizleştirilmişti… Olmayan mecliste muhalefet yapmanın bir kıymet-i harbiyesi kalmamıştı… Dolayısıyla muhalefetin parlamento dışına da taşınması gerekiyordu… Aslında siyasetin sadece parlamentoya hapsedildiği durumda demokrasiden söz etmek abestir… Politikanın ancak herkesin işi, şeyi olduğunda bir anlamı ve değeri olabilir… Muhalefetin baştan sona yasal ve meşru olmayan seçimleri boykot etmesi, kitleleri bu amaç için harekete geçirmesi gerekmez miydi? Elbette söz konusu olan müesses nizanım muhalefeti ki, öyle şeyler akıllarının ucundan bile geçmezdi… Velhasıl muhalefet partileri ne ile cebelleştiğinin farkında değil, ayakları yere basmıyor…
Muhalefet, sanki hâlâ partiler arası bir yarış varmış gibi davranmaya devam etti ve ediyor… Oysa, karşısındaki bildik bir düzen partisi değil. Çoktan parti-devlete dönüşmüş bulunuyor ki, hiçbir yasa, hiçbir kural, hiçbir etik değer, hiçbir asgarî toplumsal kaygı taşımıyor. Her türlü hileye başvurabildiği gibi, hile işe yaramadığında pekâlâ seçim sonuçlarını da tanımayabilir… Dolayısıyla boşuna ne ile cebelleştiğini bilmek önemlidir denmemiştir…
Fakat ve buna rağmen dinci-ırkçı iktidar koalisyonunun gücünü de abartmamak gerekir… Ellerinde baskıyı, şiddeti, devlet terörünü dayatmak dışında bir kozları yok… Başka türlü söylersek, rıza üretme, gönüllü kabullenme üretme yeteneği sınırlı… Hiçbir sorun çözme yeteneği yok… Toplumun yüzleşmek zorunda olduğu devasa sorunlar giderek ertelenemez hale geliyor. Sınırlı özgürlüklerin ve hakların da budanmasına, açlık, yoksulluk, işsizlik, sefalet, gelecek kaygısı eşlik ediyor ki, bu durum gerçek bir muhalefetin neyi yapması, neden sakınması gerektiğine dair bir fikir veriyor… Vakitlice bildik ezberlerin dışına çıkması gerekiyor… Başka türlü söylersek, geride kalan dönemde geçerli yaklaşımlar, yöntem ve araçlarla bir şeyleri başarmak artık mümkün değil.
Ekolojik sorun sadece müesses nizamın partileri, örgütleri değil, sol muhalefetin de gündeminde gerektiği kadar yer almıyor… Artık dünya XIX-XX yüzyıl dünyası değil… Sosyal kötülüklere (işsizlik, yoksulluk, açlık, yetersiz ve kökü beslenme, aşağılanma) ekolojik yıkım ve iklim krizi de eşlik ediyor ki, bu durum öncelikle zihinsel, ideolojik, entelektüel yenilenmeyi gerektiriyor… Eğer bu dinci iktidar bir süre daha iktidarını korursa, ekolojik yıkım, müştereklerin yağma ve talanı bu tempoda yol almaya devam ederse, geriye kurtarılacak pek bir şey bırakmayabilir… Zira, kapitalizm kendini yeniden üretmekte zorlanıyor, yeteri kadar yeni değer, fazla değer (artı-değer) üretemiyor… Çareyi doğa yağmasını derinleştirmekte buluyor… Esasen kapitalizm ücretli emek (işçi) sömürüsü, karşılığı ödenmeyen (bedava) kadın emeği ve doğa yağma ve talanıyla yol alıyor, var oluyor ama şimdilerde doğa tahribatı insan havsalasını zorlayacak boyutlarda…
Geride kalan dönemde geçerli temsilî demokrasi pratiğinin gerçek demokrasiyle ilgisi yoktu… Yeni egemen sınıf katına terfi etmiş olan burjuva sınıfının, kapitalist oligarşinin bundan sonra nasıl yöneteceğiz sorusuyla ilgiliydi… Kitleleri aldatmanın, oyalamanın bir aracıydı…
Artık eski yöntem ve araçlarla, eski anlayış ve yaklaşımlarla şeylerin seyrini değiştirmek mümkün değil… Vakitlice bu dinci iktidardan kurtulmak gerekiyor ama o kadarı sorunların çözüleceği, işlerin yoluna gireceği anlamına gelmiyor… Ehven-i şerle yetinmek yeterli olmayacak… Artık farklı şeyleri-başka türlü yapma gereği kendini dayatmış bulunuyor…
İki şeyden biri: ya bize dayatılan kepazeliği sineye çekeceğiz, ya da başka şeyleri, başka türlü yapmak için ayağa kalkacağız, zira bir orta-yol yok… Artık sorunların çözümünü hep başkalarından, profesyonel politikacılardan bekleme aymazlığından kurtulma zamanı gelmiş olmalıdır… Aktif politik özneler olmamıza, kaderimizi kendi ellerimize almamıza, haysiyetli insanlar olarak yaşama iradesini ete-kemiğe büründürmemize bir engel var mı? İrade sahibi yaratıklar olduğumuza göre… İlelebet sayın seyirci olmak zorunda olmadığımıza göre…