Avrupa Sol Partisi’nin düzenlediği “Solun 5. Akdeniz Konferansı” YKP, AKEL ve BKP’nin ev sahipliğinde 9-11 Haziran tarihleri arasında Kıbrıs’ta gerçekleşti.
YKP, Konferans boyunca 6 kişilik bir delegasyon ile toplantılara katıldı, çeşitli düzeyde ikili görüşmeler gerçekleştirdi, YKP Genel Sekreteri Murat Kanatlı “Geleceğe sahip olmak için barış ve ekoloji için birleşmeliyiz” başlıklı bir konuşma gerçekleştirdi…
Konferans, Cuma günü, AKEL Genel Sekreteri Stefanos Stefanou’nun açılış konuşması ve hemen ardından “Askerileştirilmiş bir küresel ortamda barışı tesis etmek” başlıklı oturum ile Lefkoşa’da başladı. Oturumda YKP Genel Sekreteri Murat Kanatlı “Geleceğe sahip olmak için barış ve ekoloji için birleşmeliyiz” başlıklı konuşma yaptı. Oturumda ayrıca AKEL Merkez Komite üyesi Toumazos Çelebis, BKP Genel Sekreteri Salih Sonüstün, Filistin Demokratik Birliği, Polisario ve Lübnan Komünist Partisi Genel Sekreteri de birer konuşma gerçekleştirdi… Konuşmalardan sonra AKEL, YKP ve BKP’nin birlikte organize ettikleri politik kültürel dayanışma etkinliği Anagennisi Kültür Merkezinde gerçekleşti… Gecede Arda Gündüz de sahne aldı, ayrıca iki toplumlu barış için dans grubu da bir gösteri gerçekleştirdi.
Cumartesi ise Larnaka’nın Pervolia (Bahçalar) köyündeki PEO tesislerinde “Güvenli, temiz, sağlıklı ve sürdürülebilir bir çevre arayışı” ve “AB’nin Akdeniz’deki göç politikaları: insani alternatifleri destekleme ihtiyacı” başlıklarında oturumlar gerçekleşti. İlk oturumda Türkiye Sol Parti’den Tayfun Mater Çevre Sorunları ve Akkuyu üzerine, ikinci oturumda ise HDP’den Devriş Çimen “Türkiye’de “demokrasi” bağlamında bir silah olarak mülteciler, jeopolitik stratejiler ve çatışmalar” başlıklarında birer sunum yaptı… PEO Kıbrıs Emek Enstitüsü (INEK-PEO) yöneticisi Pavlos Kalosynatos da “AB iklim ve çevre politikaları: çalışan insanlar üzerindeki etkileri” başlıklı sunum gerçekleştirdi…
Pazar günü ise “İnsan hakları ve demokrasi: gerçekler ve zorluklar” başlığı ile 4. oturum gerçekleşti. Bu oturumda Mısır, Tunus ve İran’dan gelen siyasi yapıların temsilcileri birer konuşma yaptı, konuşmacılardan biri olması planlanan Sudan Komünist Partisi temsilcisi ise ülkesinden çıkamadığı için konferansa katılamadı, bir mesaj göndererek Sudan’daki son durumu anlattı ve dayanışma talep etti… Konferansın son kısmında strateji ve eylem planı için görüş alışverişi yapıldı, ortak bir eylemlere karar verildi… Uzlaşılan ortak eylemler arasında 20 Temmuz 2024’te Kıbrıs’taki işgalin 50. yılında ortak bir eylemin gerçekleşmesi de var…
Ortak kısa açıklama
Toplantı sonunda yapılan ortak açıklama şöyle:
Solun 5. Akdeniz Konferansı için Kıbrıs’ta bir araya gelen taraflar, barış ve sosyal adalete ulaşmanın temel koşulu olarak halkların kendi kaderini tayin hakkına saygı gösterilmesi zorunluluğunu teyit etmektedir.
ABD, Avrupa Birliği’nin de suç ortaklığıyla emperyalist tarafgirliğini sürdürdüğü müddetçe, bölgenin acil sorunlarının hiçbirine geçerli bir çözüm bulunamayacağına inanıyoruz. Bu nedenle bölgedeki militarizasyona, emperyalizme ve diğer tüm otoriterlik biçimlerine karşı çıkıyoruz.
Su müşterektir ve öyle kalmalıdır; bu yaşamsal kaynağın çalınmasını ve toplulukların zararına onu sömürmek ya da çalmak isteyen şirketlerin ve siyasi otoritelerin tüm eylemlerini kınıyoruz.
Sol ve ilerici forumlara aktif olarak katılacak ve davalarımızı ilerletmek için mücadeleye devam edeceğiz.
YKP Genel Sekreteri Murat Kanatlı “Geleceğe sahip olmak için barış ve ekoloji için birleşmeliyiz” başlıklı konuşması şöyle:
Öncelikle bugün aramızda olan tüm misafirlere hoş geldiniz demek istiyoruz.
Bugün Kıbrıs’ta bulunuyorsunuz, uzun yıllar silahlı çatışmalar yaşamış, işgaller, sömürgeciler görmüş, şimdi işgal ile birlikte ortasından bölünmüş bir adada bulunuyorsunuz. Filistin sorunundan sonra bölgedeki en eski sorunlardan biri, “Kıbrıs Sorunu”dur… Özellikle Avrupalı yoldaşlardan adanın tümden askersizleştirilerek, Kıbrıslıların ortak vatanlarının yeniden birleştirilmesi için verdikleri mücadeleye daha fazla dayanışma göstermelerini, Kıbrıs Sorunu’nun federasyon çerçevesinde çözümü için daha fazla katkı yapmalarını beklediğimizi söyleyerek başlamak isteriz…
Savaşlara Karşı Barış Mücadelesi
Geleceğin olup olmayacağını konuştuğumuz zamanlardan geçiyoruz. Bu nedenle iklim değişikliği gibi masum kelimelerle değil, durumu ekolojik krizle anlatmamız gerekir.
Peki buraya nasıl geldik?
Kapitalizmin bitmez tükenmez büyüme hırsı, bunun için en ucuz yöntemlerle yeraltı ve yerüstü kaynaklarının kullanılması, paylaşım savaşları çok uzun zamandır devam etmektedir. Ancak bu diğer sorunları da tetikledi. Daha fazla kar için üretimin sınırsızca artırılmasıyla doğanın tahrip edilmesi yanında paylaşım savaşları, savaş teknolojileri doğaya daha da zarar verdi. Geldiğimiz noktada çoklu krizler zamanını yaşamaktayız. İklim krizi, gıda krizi, göç krizi ve diğerleri…
Bugün itibariyle süren Rusya Ukrayna savaşı bizlere bir kez daha savaşların ve gıda krizlerinin yalnızca bölgeleri değil, çok daha geniş coğrafyaları etkilediğini hatırlatması gerekir. Tarıma elverişli toprakları olmasına rağmen uzun yıllardır süren silahlı çatışmalar ve savaşlar nedeniyle Afrika ülkelerinin önemli kısmı ciddi açlık krizleri ile karşı karşıyadır. Süren iklim krizi kuraklıkları tetikleyecek ve daha derin gıda krizi sorunları ile karşı karşıya kalacağız. Ancak hâlâ daha savaş bütçelerine ciddi boyutta yatırımlar yapmaya devam edilmektedir. Bugün itibariyle NATO’nun savaş kapasitesinin nasıl geliştirileceği konuşulmaktadır. Tüm bu nedenlerle uzun zamandan beri savaşa karşı barış mücadelesi, anti-militarizm solun en önemli gündemi oldu. Olmaya da devam ediyor. Savaşlara karşı çıkmak tek başına teorik bir sorun değildir. Savaşların büyüttüğü ekolojik sorunlara da karşı çıkmak demektir. Kamusal hizmetlere ayrılması gereken finansal kaynakların savaş bütçelerine ayrılmasına da karşı çıkmak demektir. Savaşlara karşı çıkmadan milliyetçiliğe de karşı çıkamayız. Akdeniz’in bu küçük adasında yaşayan bizler tüm bu sorunları yakından bilmekteyiz. Ama yalnız biz değil tüm Akdeniz’e kıyısı olan ülkeler bu gerçeği maalesef yaşayarak, deneyimleyerek biliyor.
Akdeniz
Akdeniz bu krizleri birebir yakından yaşamakta, yaşamaya devam etmektedir. Bitmeyen savaşlar, silahlı çatışmalar, daha fazla kâr için yeraltı ve yerüstü kaynaklara ulaşmak için yapılanlar ortadadır. Üretim süreçlerinde karbon salınımının artması, bunun kuraklık gibi etkileri olması problemleri karşımızda durmaktadır. Savaşlar ve istikrarsızlık nedeniyle halkların yer değiştirmesi, göçler, yoksulluk ve yoksunluğa tanık olmaktayız.
Göçler nedeniyle yeni umut arayan insanların Akdeniz’i geçmeye çalışırken hayatlarını kaybetmesi maalesef olağan haberler arasındadır. Bunu değiştirmek için elimizde olan bölgeye barışı getirmemiz, istikrarı sağlamamız, insanların yaşayabileceği, hayatlarını idame edebileceği düzen kurmamız gerekmektedir. Yani barış ve ekoloji mücadelesi bölgemizin, Akdeniz’in dünyanın geleceği için kritik öneme sahiptir. Ekoloji ve barış mücadelesi, bir taktiksel eylem planı değil, ölüm kalım mücadelesinin ifadesidir. Savaşları ve kapitalist üretim ilişkilerinin doğayı yok etmesini durduramazsak, sosyalizmi kurabileceğimiz, insanların yaşayabildiği bir dünya da olmayacaktır.
Kıbrıs
Tüm dünya ölçeği açısından küçük bir yer olsa da Kıbrıs, savaşların, ekolojik sorunların kendi ölçeğinde önemli sorun olarak yaşandığı coğrafyadır.
1974’te askeri darbe ve sonrası Türkiye’nin işgali ile nüfusun çok önemli kısmı yer değiştirmek zorunda kalmıştır. 1974 sonrası Kıbrıs’ın kuzeyinde yalnızca Kıbrıslı Türklerin, güneyinde ise yalnızca Kıbrıslı Rumların yaşadığı bir de-fakto durum ortaya çıkmıştır. O günden bugüne ada üzerinde savaş pozisyonu devam etmektedir. Başka amaçlarla, örneğin kamusal hizmetlerin geliştirilmesi için kullanılabilecek finansal kaynaklar 1974’ten beri süren bu savaş pozisyondan dolayı askeri harcamalara gitmektedir. Türkiye adada 40 bin asker bulundurmaktadır. Son dönemde Akdeniz’deki doğal gaz aramalarını da gerekçe göstererek, daha fazla silah yanında, insansız savaş araçlarını (İHA) adaya konuşlandırmıştır. Bunun karşısında Kıbrıs Cumhuriyeti 2023 yılı için askeri harcamalara yaklaşık 200 milyon dolarlık bütçe ayırmıştır!
Kıbrıs’taki işgal koşulları elbette pek çok sorunu da beraberinde getirmektedir. Bu konuşmanın sınırları içinde tümüne değinmek elbette mümkün değildir ama özellikle Türkiye 1975 yılından beri işgal ettiği bölgeye planlı bir şekilde nüfus taşımaktadır. Seçimleri manipüle etmekte, kendi uydusu bir rejim ile kuzeyi yönetmektedir. Birçok yönü ile Türkiye’nin Kıbrıs’ın kuzeyini koloni yöntemlerle idare ettiğini söyleyebiliriz. Diğer konular yanında bu Türkiye’de iktidarda olanların kendi uyguladıkları politikaların Kıbrıs’ın kuzeyinde de uygulanmasını getirmektedir.
2002’deki AKP iktidarıyla beraber Türkiye’de ciddi bir inşaat faaliyeti başlamıştır. Aynısı Kıbrıs’ın kuzeyinde de kendini gösterdi. Kıbrıs’ın kuzeyindeki birçok tarıma elverişli arazi, orman bölgeleri inşaat faaliyetine açıldı. Doğa ciddi şekilde tahrip edildi. Bu uygulamalar iklim krizi ile beraber Kıbrıs’ın kuzeyini daha yıkıcı etkilemeye başlamış, kuraklık oranları artmıştır. Benzer şekilde Kıbrıs’ın güneyinde yapılaşma hızla devam etmekte, doğa tahrip edilmektedir.
Kapitalizm daha fazla kar için doğayı yok etmesine adanın her yerinde yakından tanık olmaktayız. Savaş koşullarının yarattığı ortam içinde iki tarafta da yönetimde olanlar milliyetçiliği yükselterek bu talanlarına rahatça devam edebilmektedirler. Bu nedenle de Kıbrıs’ta ve diğer bölgelerde de savaşlara, işgallere karşı barış mücadelesi milliyetçiliğe, ırkçılığa karşı mücadele açısından da önemlidir.
Doğu Akdeniz’de Doğal Gaz
Adada bu ekolojik sorunlar devam ederken, yenileri Akdeniz’in sularında yaşanmaya başlamıştır.
Hepimizin bildiği gibi küresel emisyonların 2030’a kadar en az yüzde 50 azaltılmasının hedeflendiği Paris Anlaşması ile 2050’de net sıfır emisyon yaratacak bir ekonomik yapılanmaya ulaşılması amaçlanıyor. Elbette bunda samimi olup olmadıkları ayrı bir konu ama böyle bir niyet ortaya konmuş durumdadır. Yani dünya üzerinde an itibariyle bulunan mevcut fosil yakıtlarının kullanımı insanların yaşamlarını sürdürebilecekleri bir ortam için mutlak azaltılması gerekmektedir. Buna rağmen Doğu Akdeniz’de İsrail, Mısır ve Kıbrıs platformlar kurup yeni doğal gaz aramaya, bulduklarını yüzeye çıkarmaya başladılar. Yani bir yandan karbon emisyonunu sıfırlanacağı söyleniyor diğer yandan artmasını sağlayacak yeni kaynakların yeryüzüne çıkarılması çalışması da yapılmaya devam ediyor. Bunun yanında bu süren çalışmaların Akdeniz’in ekosistemine zararını da konuşmaya başlamadık.
Sorun yalnız ekoloji sorunu olarak da kalmıyor… Bu doğal gaz alanları üzerinde Türkiye’nin hak talep etmesi ve savaş gemilerini bölgeye göndermesi gerginliğin artmasını sağlamıştı. Süren gerginlikler de gerekçe gösterilip, Kıbrıslı Rum liderlik yeni askeri antlaşmalar imzalayarak, Fransa’dan başlayarak birçok ülkeye adada yeni silahlar bulundurması imkânı da sağladı. Bu da adadaki askeri varlığın artması anlamına gelmektedir. Kıbrıs Cumhuriyeti 2021 yılında Birleşik Arap Emirliği ile, Ağustos 2020’de Fransa ile, Kasım 2020’de de İsrail ve Yunanistan ile askeri alanda antlaşmalar imzaladı. Bölgede yeni askeri ittifaklar da oluşturuldu… Yani bölgenin silahlandırılması ve militarizasyonu da artmış durumdadır. Peki bu Akdeniz’in geleceğini nasıl etkileyecek?
Bölgeye barış gelebilmesi için yabancı askerlerden arındırılmasını konuşmamız gerekirken daha fazla yabancı askerin bölgedeki varlığını artırıcı faaliyetler elbette amaçlarımıza ulaşmaya yardımcı olmayacaktır. Tüm Ortadoğu için tehdit olan Kıbrıs’taki İngiliz üslerinden kurtulmaya çalışırken başka ülkelerin de üs kurması barışa giden süreçte olumlu gelişmeler değildir.
Nükleer Güç Santralleri
Bir yandan Doğu Akdeniz’de bu doğal gaz faaliyetleri sürerken diğer yandan da nükleer güç tesis kurulumları da devam etmektedir. Türkiye’nin Akkuyu bölgesine yaptığı ve sona geldiği Nükleer Güç Santrali, bölgeyi birçok açıdan tehdit edecektir. Akkuyu Nükleer Tesisine karşı yıllardır mücadele ederken yeni öğrendiğimiz Mısır’ın da Akdeniz’in kıyısına El Dabaa Nükleer tesisini yapmayı planladığıdır.
Bu ne demektir? Nükleer Santraller yaklaşık olarak saatte 1 milyon metre küplük soğutma suyuna ihtiyaç duyuyor. Bu hacimde ısıtılmış su da denize salınıyor.
Akkuyu Nükleer Güç Santrali ısıtma soğutma faaliyetleri için denizden su çekecek ve açıklanan raporlardan biliyoruz, çalışmaya başladıktan kısa bir süre sonra deniz suyunun ısısı ciddi oranda artacak… Bunun anlamı bölgedeki tüm deniz ekosisteminin kötü yönde etkileneceği, deniz canlılarının yaşamlarını tehdit edeceği, balıkçılık faaliyetlerini ciddi etkileyeceği anlamına gelecektir.
Akdeniz’deki tüm canlıların yaşamını tehdit edecek bir durumdur. El Dabaa Nükleer Tesisinin de devreye girmesi ile deniz suyu ısının ne olacağını düşünün… Bu yalnızca bir yönüdür, nükleer sızıntı, nükleer artıkların bertaraf edilmesindeki sorunlar, nükleer kaza gibi riskler de mevcuttur, Japonya’daki 2011’deki Fukişima’daki kazadan da bilmekteyiz ki güvenli nükleer güç santrali yoktur! Yani Akdeniz’deki tüm canlıların geleceği açısından bu nükleer tesislerin devreye girmesi ile tehlikeler söz konusu olacaktır.
Akkuyu Nükleer Güç Santrali antlaşmasından öğrendiğimiz, Rusya’ya askeri amaçlar için kullanabileceği deniz limanının da sağlanmasıdır. El Dabaa Nükleer Tesisini de Ruslar yapacak ancak henüz antlaşmanın tüm detaylarına sahip değiliz… Yani konu gene bölgenin militarizasyonuna geliyor!
Savaşlar
Suriye’deki savaş, İsrail’in saldırganlığı sürüyor, yeni savaş teknolojilerin kullanılması öncellikle insanları ama sonrasında tüm diğer canlıları etkilemektedir. Doğa daha fazla tahrip olmaktadır. Bunların bir uzantısı olan Doğu Akdeniz’deki canlı mühimmat ile askeri tatbikatların deniz canlılarına etkileri üzerine birçok da rapor vardır. Savaşlar daha fazla insanı yurtlarından, ülkelerinden koparmaktadır. Süren savaşların binlerce insanın da canına mal olmaktadır.
Tüm bu nedenle savaşların hemen durdurulması, işgallerin sona erdirilmesi, yabancı orduların bölgeden çıkarılması, demokrasiye, insan hak ve özgürlüklerine saygı gösterilen bir düzen kurulması güzel bir niyet için talep değil, gelecekte yaşamın sürmesi için de gereklidir.
Sonsöz
Yalnızca adadan ve çok kısıtlı bir yerden Doğu Akdeniz’den bile bakınca savaşları ve ekolojik yıkımı, doğanın tahribini durduramazsak, geleceğin hepimiz için karanlık olacağını rahatlıkla görebilmekteyiz.
Bu nedenle diğer konularla birlikte solun gündeminde ekoloji ve barış mücadelesi geleceği kazanabilme için çok daha fazla yer almalıdır. Yoksa çok da fazla zamanımızın kaldığını söylemek mümkün değildir.
Böylesi bir yerden bölgede ve dünyadaki savaşlara, silahlı saldırılara karşı barışı savunmak, nükleer tesisler yapılmasına, doğal gaz aranmasına karşı çıkmak, fosil yakıt kullanılmasının kısıtlanmasını talep etmek yaşamın kendini de savunma anlamına geldiği için önemlidir…
Tüm bu nedenlerle geleceğe sahip olmak için barış ve ekoloji mücadelesi çerçevesinde birleşmeliyiz.