Son 40 yıldır neoliberalizm yerleşik ezberimiz oldu. Yalnızca bir iktisadi model, bir kapitalist birikim şekli değil, hayatın her alanını etkileyen sağlıktan finansa, kültürden kimliğe dönüştürücü ana çerçeve haline geldi. ABD bir süredir güçlü bir ekonominin güçlü bir orta sınıfa sahip olmaktan geçtiğine dair, geçmiş ezberi bozan bir söylem ve uygulamaya kaydı. Amerikan sisteminin en azından bir kanadı bunun aynı zamanda Çin ile mücadelede avantaj sağlayacağını düşünüyor. Çin’in altyapı, insana yatırım ve kamu destekli araştırma-geliştirme yatırımlarıyla da böyle baş edileceğine dair bir yaklaşım hakim olmaya başladı. Biden gelir dağılımdaki bozukluğu düzeltme iddiasının yanında hem eşitsizliğin ve çocuk yoksulluğunun, hem de işsizlik oranlarının Hispanik (Orta Latin Amerika kökenliler) ve Siyah aileler arasında çok daha yüksek olduğunu Beyaz Saray’ın internet sayfasında tartışıp bunu giderecek İş Planı ve Amerikan Aile Planı adındaki çalışma ve düzenlemeleri hayata geçirmeye çalışıyor. Hazine Bakanı Yellen de bir yandan modern arz yönlü ekonomiden söz ederek neoliberalizmden tam bir kopuş olmayacağını ima ederken, insana yatırım, kamunun altyapı yatırımlarına önceliği dile getiriyordu. ABD sistemi, Biden aracılığıyla, Covid döneminde başlatılan devlet yardımlarını bir süre daha genişleterek sürdüren bir politika mı izliyor, yoksa gerçekten neoliberalizmi terk edip, sosyal devlet uygulamalarına kalıcı bir şekilde mi geçmeye çalışıyor, bunu bir sonraki seçimlerde anlayacağız. Eğer Biden’in şu anda temsil ettiği politika kalıcılaşırsa o zaman 1990’lardan itibaren neoliberalizmin nasıl uygulanacağına dair tartışmalar varken, günümüzde özellikle ABD’de neoliberalizmden nasıl çıkılacağına dair tartışmalar güçlenecek.
ARA BİLANÇO
Biden yönetiminin şimdiye kadar nasıl bir yol aldığını değerlendirdiğimizde bütün çaba ve girişimlere rağmen durum o kadar parlak görünmüyor. Biden’ın açıklamalarına bakıldığında işsizlik son 50 yılın en düşük seviyesinde, aynı zamanda Hispanik ve Siyahlar arasında da tarihi bir düşük seviye yakalanmış. Ama ekonomi bundan ibaret değil. Biden’in ve ekibinin iddialı olduğu diğer alanlarda duruma tek tek baktığımızda şöyle bir tablo çıkıyor.
Öncelikle ABD küreselleşmeden çekilemiyor, Çin ile kopuş yaşayamıyor, hatta 2018’den bu yana gümrük duvarlarını yükseltmiş olmasına rağmen ithalatı azaltamıyor. İki ülke arasındaki ticaret hacmi 700 milyar dolara çıktı ve geçen yıl ikili ticarette ABD tarihi açık verdi. Bu yüzden ABD gerçekçi olmayan Çin’den kopuş yerine (de-coupling) riski azaltma (de-risking) politikasına geçmek zorunda kaldı. Küreselleşmeden de geri çekilemiyor, yalnızca ABD değil diğer ülkeler de. Çünkü küreselleşme çok derinleşti, belli sektörlerde uzmanlık çok önem kazandı. Bunları tek tek her bir ülkenin, bazen şirketin kendisinin üretmesi, bunun için yatırım yapması, o bilgi birikimini yeniden kazanması artık çok zor ve maliyetli. Günümüzde her ürünün içinde onlarca, örneğin araba üretiminde binden fazla parça var. Bunları her üretici mecburen ülkesine bakmadan en uygun fiyat, kalite üreten ve zamanında teslim eden şirketten almak zorunda.
İlginç bir şekilde ABD’de artık tekrar sanayileşmeden söz ediliyor ve bu söylem Amerikalılar için de yeni. Oysa, sanayileşme 20. Yüzyıl boyunca gelişmekte olan ülkelerin hedefi olarak görülüyordu. Küreselleşme mantığı içinde üretim faktörleri nerede elverişliyse oraya gitme politikasından vazgeçildi ve Dünya Ticaret Örgütü kuralları ihlal edilerek sanayiye hem vergi indirimi hem de teşvikler verilmeye başlandı. ABD, Sullivan’ın ifadesiyle “büyüme olsun da nasıl olursa olsun” anlayışından vazgeçti. Hem sanayileşmeye geri dönüş hem de artık orta sınıfın bundan faydalanması öngörüldü. Bu çerçevede ABD’de Ağustos 2022’den Nisan 2023’e kadarki sürede 200 milyar dolarlık yatırım yapıldığını ve bunun daha önceki dönemden çok daha büyük olduğu görülüyor. Bu yatırımlar ağırlıklı olarak yarı iletken (çip) ve temiz enerji elektrik bataryaları, güneş panelleri, elektrikli araba yatırımlarından oluşuyor. Bu yatırımların sonuçları henüz alınmadı ve 2023 itibariyle ABD’nin imalat sanayinde bir büyüme yok. Daha ilginci, bu yatırımlar kısmen Çin’den kopmak için yapılırken, batarya gibi alanlarda Çin şirketleri ortaklıklar aracılığıyla yatırımlara dahil oldu.
SINIFSAL BAKIŞ
ABD iç siyaseti açısından baktığımızda ilginç bir şekilde söz konusu sosyal yardım ve sosyal devlet uygulamalarının Biden’e yönelik bir olumlu bakışa yol açmadığı görülüyor. Yapılan anketler halkın izlenen politikanın sonuçlarından yeterince yararlanmadıklarını düşündüklerini ortaya koyuyor. Temmuz 2023 itibariyle Biden’in başkanlığını beğenenlerin oranı yüzde 40. Aynı süre sonunda Trump için de aynı skor çıkmıştı, dahası Amerikan tarihinin en çapsız başkanlarından olan George W. Bush için bu oran daha yüksekti. Bunda Amerikan toplumunda yerleşik devlet yardımlarını tembelliği ödüllendirme olarak gören, aşırı bireyci anlayışın güçlü olmasına da rol oynamış olabilir. Özellikle mezunların borçlarının silinmesine yönelik tepkide, ki anketler haklın yarısının buna karşı olduğunu gösteriyor, bunu görmek mümkün.
Sınıfsal açıdan bakıldığında ABD’de sosyal devlet anlayışına geçme çabası, yukarıdan aşağı bir tercih ile geldi. Bunun arkasında güçlü, kapsamlı bir toplumsal direnç, grev dalgaları, yaygın protesto gösterileri vs yok. Yani, sınıfsal bir mücadele sonucunda elde edilmiş bir kazanımdan söz edemiyoruz. ABD’de örgütlü sol hareket güçlü değil, 1930’lardan bu yana hiç olmadı.
Bir diğer önemli nokta, ABD sistemi neoliberalizme geçerken hakim sınıflar arası uzlaşının daha belirgin olmasıydı. Neoliberalizmden çıkış çabasında Sullivan’ın iddiasının aksine bu tür kesin bir uzlaşıya rastlamıyoruz. Örneğin, Cumhuriyetçi Parti Enflasyonu Düşürme Yasası ile CHIPS yasasına karşı oy kullandı.
Neoliberalizm ve küreselleşmenin en önemli ayağını finans sektörünün güçlenmesi ve küresel ölçekte giderek akışkan hale gelmesiydi. Biden’in finansa ilişkin eleştirel söylemleri bulunsa da ve bu aşamada birçok şey değişse de finansa dokunmak çok olası görünmüyor.
AMERİKAN SAĞININ DİRENCİ
Çalışan ve orta sınıfların hem geleceğe dair beklentileri çok olumsuz, hem de küreselleşmeye, gelir dağılımındaki bozulmaya ve büyümeden pay alamamaya yönelik tepki birikiyor. Son hamleler bunu gidermeye yönelik ve içine Çin’e karşı rekabet ve mücadele, etnik grupların durumunu iyileştirme, kadınların çalışma hayatındaki sorunlarını giderme, yeşil ve temiz enerji konusunda ilerleme sağlama ve en sonunda bütün bunları dünyaya yayma gibi iddialı bir programı içeriyor. Bunun hepsinin hayata geçirilmesi gerçekçi değil. Hem toplumsal destek sınırlı, hem Amerikan sağının direnci çok güçlü, hem de ABD’nin elinde Çin’i durduracak bir araç yok. Bu politikalara kitlesel bir toplumsal desteğin yokluğunda bunun siyaset tarafından ne kadar sahiplenileceği belirsiz. Amerikan halkının önemli bir kesimi, Siyahların, Hispaniklerin, düşük gelir gruplarının durumunun düzelmesinden çok, kendi gelir düzeylerinin yükselmesiyle ilgilenmeleri, eşitlikten çok, kendi standartlarının yükselmesini dert ettikleri görülüyor.
Siyaset, 1980’lerden günümüze dek neredeyse bütün dünyada neoliberalizmin hangi siyasal partiler aracılığıyla uygulanacağı, daha doğrusu merkez sağ ile merkez solun neoliberal projeye kendilerini adapte ederek siyaset yapmalarına dair bir sürece indirgenmişti. Biden ile birlikte ilk kez ABD’de buradan bir kopma çabası görülüyor. Geçmişte siyasal tartışma neoliberalizmin nasıl uygulanacağına dair iken, bugün geldiğimiz noktada neoliberalizmden kopma tartışması yaşanıyor. Buna öte yandan IMF ve Dünya Ekonomik Forumunda yaşanan tartışmalar da eşlik ediyor. Bunlar artık başka bir yazının konusu olacak.