Dünyamızda eşi olduğunu sanmıyorum. Ne Kıbrıslı Türkler ne de Kıbrıslı Rumlar Kıbrıs Adası’nın kendilerinin anayurdu olduğunu düşündüler. Her iki toplum da “Anavatan” dedikleri Türkiye ve Yunanistan’ın çıkarları için uğraştılar.
Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra sol’un önderliğinde birçok ülkede bağımsızlık savaşları başlatıldı. Bu savaşların ana hedefi kendi Özyurtlarını sömürgecinin işgalinden kurtarmak ve topraklar üzerinde egemen oldukları bağımsız devletler kurmaktı.
Kıbrıslıların İngiliz sömürgesine karşı çıkışları ise bundan çok farklıydı. Sömürgeci İngilizlere karşı başkaldırıyı Kıbrıslı Rumlar başlattılar. Bu sırada Kıbrıslı Türkler ne yapacakları konusunda kararsızdılar. Hatta Rumların bağımsızlık yerine Yunanistan’a bağlanma düşüncesine karşı önceleri İngiliz sömürgeciliğinin devamını istemişlerdi. Daha sonra İngilizlerin dürtmesiyle bunu taksime dönüştürdüler.
Görüleceği gibi Kıbrıs’ta İngiliz sömürgesine karşı başlatılan direniş bağımsızlık mücadelesi değildi. Kıbrıslıların çıkarları için değil “Anavatanların” çıkarlarına hizmet etmeyi kendilerine görev edinmişlerdi.
Elbette ki bu hareket tarzını belirleyen hem Yunanistan’daki hem de Türkiye’deki derin devletti. Bu derin devletin de patronu ABD emperyalizmiydi.
Özellikle NATO üyesi olan bu devletler SSCB’nin güçlenmemesi ve Akdeniz’e inememesi için stratejiyi geliştirmişlerdi. BU strateji doğrultusunda zamanı geldiğinde Türkiye, Yunanistan ve Birleşik Krallığın anlaşmasıyla Kıbrıslıların katkısının olmadığı anlaşma ile Kıbrıs Cumhuriyeti’ni kurdular. Bu anlaşmaysa göre Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Bağımsızlığını, toprak bütünlüğünü ve egemenliğini korumakla anlaşmayı yapan üç NATO’cu devlet görevlendirildi.
1960’ta kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti Türkiye ve Yunanistan’daki derin devletlerini pek tatmin etmemişti. 1963 olayları başlatıldı. Bu süreçte hem Türklerin hem de Rumların provokasyonları oldu. Toplumlar bu tür eylemlerde birbirlerini suçladılar.
ABD.’nin özel temsilcisi Dean Acheson planında Türkiye Karpaz yarımadasının Türkiye’ye verilmesi karşılığında Ada’nın Yunanistan’a bağlanmasına razıydı. Bu öneriyi zamanın Kıbrıs Cumhurbaşkanı Makarios kabul etmedi ve plan başarısı oldu. (Türkiye derin devletinin bugünkü duruma ulaşmasında Makarios’un da payı var. O’na şükran duymalıdırlar)
1963 olaylarını bahane eden Türk liderliği Kıbrıs Cumhuriyeti’ndeki görevlerinden çekildi. Ne ilginçtir ki zamanın Türkiye Başbakanı İsmet İnönü bugünleri önceden görmüş gibi Türk liderliğine bir mektup yazdı. İnönü mektubunda Kıbrıslı Türkler ’in devletteki görevlerine geri dönmelerini istedi. Kıbrıs Türk liderliği Türkiye Derin Devleti’nin isteği doğrultusunda hareket ederek bu isteği kabul etmeyeceklerini belirten bir cevap mektubu yazdı.
Bu olay Kıbrıs Türkleri için bir dönüm noktasıdır ve kırılma anıdır. BM Güvenlik Konseyi bu durumu görüşerek 4 Mart 1964’te 186 ‘nolu kararı alarak Kıbrıs Cumhuriyeti’ni Kıbrıslı Rumların temsil ettiğini kabul etti. Bu karara Türkiye karşı çıkmadı.
186’No’lu karar hâlâ yürürlüktedir. Bu nedenle Kıbrıs Adası üzerinde başka bir devletin kurulması kabul edilmemiştir ve edilemez.
1974 Savaşı’nın çıkması ne ilginçtir ki kendilerine “Garantörlük “görevi verilen Türkiye ve Yunanistan tarafları arasında olmuştu. İngiltere de buna seyirci kalmıştı.
Aradan geçen bunca yıla rağmen Kıbrıslıların bölünmüş yurdu ne yazık ki birleştirilememiştir. Bunun en büyük sebeplerinden biri Kıbrıslıların kendi sorunlarını çözmek için irade gösterememeleridir. Başta ABD olmak üzere NATO çıkarları hep önümüze konulmuştur. En son oylaması yapılan Annan Planı da bunlardan biriydi.
Tüm bunlardan sonra yapılması gereken Kıbrıslı Türkler’in Kıbrıs Cumhuriyetindeki haklarını talep etmeleri ve BM GK ‘nın186 No’lu kararının kaldırılmasını istemektir. Bu istek uluslararası anlaşmalara göre bir haktır. En azından “İki egemen devlet” tezinden daha akılcıdır. Bu şekilde Kıbrıs Cumhuriyeti’nin eşit ortağı olarak toprak, mülkiyet ve devlet yetkilerini paylaşmaya hazır olduğumuzu dünyaya açıklamalıyız. Buna karşı Kıbrıs Cumhuriyeti’nin şu andaki temsilcileri olarak görünen Kıbrıslı Rumlar da bu toprakları ortak vatan yapmak için Kıbrıs Türk Toplumu’nun bu isteğini kabul etmelidirler.
Elbette bu süreç çok kolay olmayacak. Buna rağmen sorunun çözülmesinde en önemli katalizör olacağına inanıyorum.
İnsan hakları ve Uluslararası Hukuk kuralları baz alınarak hareket edildiğinde çözülmeyecek sorun olmaz. Yeter ki dürüst ve samimi olalım.