Kıbrıs iktibasSevgül UludağCSI (Olay Yeri İnceleme) Kıbrıs: Toplu mezarların öyküsü 2 - Sevgül Uludağ

CSI (Olay Yeri İnceleme) Kıbrıs: Toplu mezarların öyküsü 2 – Sevgül Uludağ

Orjinal yazının kaynağıyeniduzen.com
diğer yazılar:

PALEKİTİRE (BALIKESİR) TOPLU MEZARI:

Hayatımda görmüş olduğum ilk toplu mezar, Palekitire (Balıkesir) toplu mezarıydı, Suppuris ve Liasi ailesinden insanlar katledilip bu toplu mezara gömülmüşlerdi… Palekitire’deki evde ağırlıkla kadınlar ve çocuklardan oluşan 17 Kıbrıslırum öldürülmüş ve daha sonra, öldürmeyle alakası olmayan bazı insanlar tarafından bir toplu mezara defnedilmişlerdi.

Bu toplu mezara, gazeteci arkadaşımız Andreas Paraskos’la birlikte gitmiştik – Kayıplar Komitesi tarafından burada kazılar yürütülmekteydi ve hayatımın şokunu burada yaşayacaktım…

Karşılaştığım görüntüyü hayatım boyunca unutamayacaktım… Kadın ve çocuklar bu mezara gelişigüzel biçimde atılmıştı, şurada burada kadınların dolu topuk terlikleri vardı, hayat şiddete başvurularak sonlandırılmıştı… Bu, hiçbir acıma, çocuklara ve kadınlara yönelik hiçbir duygu olmaksızın insafsızca öldürülmüş insanların görüntüsüydü… Bu toplu mezardaki en küçük kurban, henüz birbuçuk yaşındaydı…

Abohor köyünden üç-dört kişi, katliamdan birkaç gün önce, köye “ganimet yapmaya” gitmişlerdi – ganimet yaparken, Liasi ve Suppuris ailesinden bireylerin aynı evde toplanmış olduklarını görmüşlerdi… Tekrar tekrar oraya gideceklerdi ve nihayetinde evdekilere tecavüz edip onları öldürmek üzere o eve gireceklerdi… Katliamdan sonra, bu köyde bulunan ancak bu tecavüzler ve katliamla herhangi bir ilgisi olmayan başka Kıbrıslıtürkler’le birlikte yakalanıp sıraya dizilecekler ve vurup da öldüremedikleri kurbanlardan biri onların kim olduğunu işaret edecekti. Cezalandırılmak üzere götürüleceklerdi… Ancak elbette hiçbir zaman ceza almayacaklardı bu korkunç katliam için çünkü köyün bir takım ileri gelenleri duruma müdahale ederek onların “kendi yakınlarını 1963’te kaybettikleri” yalanını uyduracaktı – bu bir yalandı çünkü bu tecavüzleri ve katliamı gerçekleştirenlerden hiçbiri de hiçbir yakınını kaybetmemişti aslında. Böylece serbest bırakılacaklardı ve işlemiş oldukları suçlar için hiçbir zaman cezalandırılmayacaklardı.

Palekitire’deki toplu mezarın kıyısına oturup şok içerisinde, büyük bir üzüntüyle ağladığımı hatırlıyorum…

Bir toplu mezarı görüşüm bu son kez olmayacaktı, başka toplu mezarlar da görecektim ancak hiçbiri, Palekitire’deki bu toplu mezar kadar beni şoke etmeyecekti – belki de hayatımda ilk kez kendi gözlerimle bir toplu mezar gördüğüm için böyle olacaktı…

huseyin-rustem-akansoyun-murataga-katliaminda-oldurulen-en-yakin-aile-bireylerinin-cenaze-toreninden.jpg

Hüseyin Rüstem Akansoy’un Muratağa katliamında öldürülen  en yakın aile bireylerinin cenaze töreninden…

Burada öldüğü sanılıp öylece bırakılan Petros Suppuris ve kaçıp saklanan Petros’un kardeşi Kostas Suppuris sağ olarak bu katliamdan kurtulacaktı. Yanulla da ayaklarından vurulup ağır biçimde yaralanmıştı ama hayatta kalacak ve yıllar sürecek bir dizi ızdırap verici ameliyattan sonra yürüyebilecekti, Almanya’da uzun aylar boyunca tedavi görecekti… George Liasi de başından vurulmuş ancak sağ kurtulmuştu – ona isabet eden kurşun patlamayacak ve hayatı kurtulacaktı… George ve Petros bizlere neler olup bittiğinin canlı tanıkları olarak burada yaşananları anlatacaktı… Ancak her ikisi de hiçbir zaman “intikam” duyguları taşımadılar, tam tersine barış ve uzlaşma mesajları verdiler ve benzer şeyler yaşamış Kıbrıslıtürk “kayıp” yakınlarıyla birlikte hayatları boyunca pratikte barış için birlikte çalışmayı sürdürdüler. Hüseyin Rüstem Akansoy gibi toplu mezarlarda tüm yakınlarını kaybetmiş olan ve barış düşüncesiyle hareket eden Kıbrıslıtürkler’le birlikte sahneye çıkıp deneyimlerini anlattıklarında, insanlar sessizleşecekti, o kadar etkileyici olacaktı ki birlikte orada durup konuşmaları, onları dinleyenlerin tavrı değişecekti…

Petros da vurulup öldü diye bırakılmıştı orada – henüz küçük bir çocuktu… Annan Planı sürecinde, Petros barış ve yeniden uzlaşma için sesini yükseltecekti… Muratağa’da en yakın aile bireyleri dahil olmak üzere 30’dan fazla yakınını EOKA-B’nin katliamında kaybetmiş olan  Hüseyin Rüstem Akansoy’la birlikte Petros Suppuris gençlere hitap eden etkinliklerde konuşacaklardı – gençler her iki taraftaki bu toplu  mezarlardan bihaberdi ve şoke olacaklardı ve bu iki insanın nasıl olup da barış için işbirliği yapıyor olmalarına şaşıracaklardı… Ve bu etkinliklerde altta yatan doğal mesaj açıktı: 1974’te savaş esnasında faşistlerin katliamlarında en yakın akrabalarını kaybetmiş olan Petros, George ve Hüseyin birlikte yanyana durup barıştan söz ediyorsa ve bunda hiçbir sakınca görmüyorsa, neden başkaları da aynı şeyi yapmasınlar? Onlar, barış ve yeniden uzlaşma konusunda rol modellerimiz olacaktı…

palekitire-katliaminda-oldurulen-suppuris-ailesinin-bireylerinin-mezarlari.jpgPalekitire katliamında öldürülen Suppuris ailesinin bireylerinin mezarları…

MURATAĞA-SANDALLAR VE ATLILAR TOPLU MEZARLARI:

Kıbrıs’taki belki de en büyük trajedilerden birisi de ağırlıkla kadınlar ve çocuklardan oluşan – ki bunlara minik bebekler de dahildi – 126 Kıbrıslıtürk’ün, EOKA-B tarafından 1974’te katledilerek iki büyük toplu mezar yaratılması oldu… Bu toplu mezarlardan birisinde Muratağa ve Sandallar’da öldürdükleri Kıbrıslıtürkler, diğerinde ise Atlılar’da öldürdükleri Kıbrıslıtürkler gömülmüştü.

EOKA-B’nin ağırlıkla Piperisterona’dan ancak anlatılanlara göre Lefkonuk, Monarga, Aysergi vs. gibi civar köylerden de çeteleri, Muratağa-Atlılar-Sandallar’dan erkekleri toplayarak onları önce Karaol kampına, sonra da Leymosun’a savaş esiri olarak göndermişlerdi – sonra da bu üç köyde eğlenmeye karar vermişlerdi, klfetiko yaparak, içki içerek ve tecavüzlere girişerek… Ve bu hastalıklı maceralarını övünerek anlatmaktaydılar… Stavros Malas’ın babası Dionisis Malas, EOKA-B’ciler Aysergi’deki kahvehanelerde bu maceralarıyla övündüklerinde onlara karşı çıkınca, bu kez onun peşine düşecekler ancak Dionisis Malas Lefkoşa’ya kaçarak onların elinden kurtulacaktı. Böylece Dionisis Malas’ın Aysergi’deki evine gidip onu aramaya koyulacaktı bu EOKA-B çetesi, küçük bir çocuk olan Stavros Malas’ı yakalayıp ağzına silah sokacaklar ve babasının nerede saklandığını söyletmeye çalışacaklardı fakat küçük Stavros konuşmayacaktı… Dionisis Malas, yıllar sonra bana bu EOKA-B çetelerinin hikayesini, Muratağa-Atlılar-Sandallar’da tam olarak ne yaptıklarını sekiz saatlik bir röportajda anlatacak ve röportajın sonunda tam anlamıyla şoka girecektim…

Hüseyin Hasan Kuzuli Serinyürek adlı Sandallar’dan bir çoban da (şimdi hayatta değildir) bana EOKA-B’cilerin köylerine nasıl geldiğini, çocuklarıyla birlikte bir mağaraya nasıl saklandığını anlatacaktı – ancak Kıbrıslırum çetesi Hüseyin Hasan Kuzuli Serinyürek’in annesini zorla mağaranın ağzına getirmiş ve nineleri çocukların ismini söyleyince çocuklar ninelerine doğru mağaradan çıkıp koşmuşlardı – hepsi de öldürülüp toplu mezara gömülecekti. Hüseyin çoban mağarada kalacak ve sonasında deli gibi köyün her yanını araştıracaktı bonları bulmak için ama hiçbir şey bulamayacaktı… Ailesiyle birlikte EOKA-B çetelerinden saklanıp hayatta kalmayı başaran Şafak Nihat bulacaktı toplu mezarları bir çöp alanında, Muratağa’nın dışında… Her zaman bu çöp alanına oynamaya giderdi Şafak Nihat ve bu kez gittiğinde çöplüğün şeklinin değiştiğini, piramitlere benzer şekiller olduğunu, bu piramitlerden birinin de bir çocuk elinin çıktığını görecekti… Koşarak büyüklerine haber vermiş ve onlar da buraya gelince, aslında Muratağa ve Sandallar’dan öldürülmüş olan Kıbrıslıtürkler’in buraya gömülmüş olduklarını bulacaklardı…

Neredeyse bütün akrabalarını Atlılar katliamında kaybeden Mustafa Şadanoğlu da beni köyüne götürecek ve bebeklerin biberonlarını ve sepetçiklerle insanların çantalarının hangi kapının önünde bırakılmış olduğunu gösterecekti – biberonları ve çantaları burada bıraktırmışlardı EOKA-B’ciler ve sonra da onları alıp daha aşağıdaki hurma ağaçlarının altında öldürmüşlerdi… Mustafa Şadanoğlu, bebeklerin biberonlarını kendi evinin verandasında bulacaktı… Bebekler de öldürülerek toplu mezara gömülmüşlerdi…

hristina-pavlu-solomi-patca-ile-huseyin-rustem-akansoy-murataga-toplu-mezar-yerinde.jpg

Hristina Pavlu Solomi Patça ile Hüseyin Rüstem Akansoy, Muratağa toplu mezar yerinde…

Sonraları  Atlılar’daki bu toplu mezar da bulunacak ve bu katliamın korkunç detayları da ortaya çıkacaktı: Telle birbirlerine bağlanıp öldürülmüşler ve açılan büyük bir çukura gömülmüşlerdi… Fakat katillerin kazdırmış olduğu çukur yeterince derin olmadığından, bir şiroyla onları aşağı doğru kaktırmak zorunda kalmışlardı gömerken ve bu şekilde bedenleri de o ağırlıkla ezmişlerdi… Yalnızca şu veya bu nedenle başka köylerde, başka yerlerde olan köylülerin hayatı kurtulabilmişti…

Hüseyin Rüstem Akansoy da bana konuşup kendi öyküsünü anlatacaktı: Babasının çiftliğindeki hayvanlara bakabilmek maksadıyla veterinerliği seçmişti, üniversite imtihanlarına girmişti, savaş patlak verdiğinde sınav sonuçlarını öğrenmeyi bekliyordu… Savaş onun bütün rüyalarını da, bütün akrabalarını da çalıp gidecekti ve hiçbir zaman köyünde mesleğini icra edemeyecekti çünkü artık gerçek bir hayatın olduğu gerçek bir köy kalmayacaktı – onyıllar boyunca bu bir hayalet köy olarak öylece duracak, EOKA-B’nin katliamının ağırlığı altında üfelenip gidecekti Muratağa… herkesi silip süpürmüşlerdi, saklanıp gizlenen birkaç kişi ya da Leymosun’da savaş esiri olarak bulunanlar dışında hiç kimse hayatta bırakılmayacaktı.

Hüseyin Leymosun’daki esir kampından serbest bırakıldığında köyüne dönecek ve tek bir akrabasının bile hayatta kalmamış olduğunu görecekti. Bu da tünelin ucunda tek bir ışık huzmesinin bile bulunmadığı kopkoyu bir karanlık manasına gelecekti… Bir süre sonra Hüseyin Rüstem Akansoy’un eline bir silah tutuşturmuşlar ve başka köylerdeki Kıbrıslırumlar’dan “intikamını almasını” önermişlerdi fakat o silah alıp öldürmeyi reddedecekti… Öldürmeyecekti…

Derin bir acı içerisinde İstanbul’a üniversiteye gidecek, veteriner hekimliği kazandığı için bunu okuyacak ancak bu mesleği hiç icra edemeyecekti çünkü bu mesleği seçmesinin ardındaki neden, babasının Muratağa’daki çiftliğine yardım etmekti… Bunun yerine öğretmenlik yapacak ve Kıbrıs’ta barış ve yeniden uzlaşma mücadelesinin her daim ön saflarında yer alacaktı. Yurdumuzun geleceği için bir rol model olacaktı…

(Devam edecek)

  • Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Yeniçağ Gazetesinin editöryal politikasını yansıtmayabilir 
- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
325AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin