iktibasTemel DemirerDik durup boyun eğmeyenler - Temel Demirer

Dik durup boyun eğmeyenler – Temel Demirer

diğer yazılar:

“Yol daima ayaklarınızın altında,

rüzgâr daima arkanızda olsun.”[1]

İnsan olmak dik durmak/ diklenmektir; boyun eğmeyen, itiraz eden bilinçli cürettir, değiştirme iradesidir. Bu nedenle André Gide, “İnsan, kıyıyı gözden kaybetme cesareti olmadan yeni denizler keşfedemez”; Ingrid Bergman, “Kendiniz olun. Dünya, özgün olana hayran olur”; Albert Einstein, “İnsanı ayakta tutan iskelet ve kas sistemi değil; prensipleri ve inançlarıdır”; José Martí, “Her gerçek insan, herhangi bir insanın yanağına vurulan tokadı kendi yanağında hissetmek zorundadır”; Paracelsus, “Kendisinin efendisi olan, başkasının kölesi olmaz”; Sokrates, “Dürüst bir insan daima çocuk kalır,” derlerken; hatırlatır V. İ. Lenin: “İnsan zihni, maddi dünyayı yansıtmakla kalmaz, onu değiştirir de”…

Bunun böyle olduğuna Pir Sultan Abdal’dan Şeyh Bedreddin’e dek binlerce örnek var; “Evrendeki her şey harekettir, her şey canlıdır,” diyen Giordano Bruno da bunlardan biri…

“Tanrı her şeyde ve evreni oluşturan maddede aranmalı” düşünce/ duruşuyla 23 Mayıs 1592’de Engizisyona ihbar edilip, San Domenico’da hapsedilerek Engizisyon’un yaktığı (aydın) dik duruştu O.

Giordano Bruno’nun “Sapkınlığı” herhangi bir şekilde ortadan kaldırmak ve “sapkınları tövbe ettirmek” yalanına sarılan “Engizisyon Mahkemesi”nde 8 yıl süren “evren anlayışı ve evren ile ilgili düşünceleri”ne ilişkin dava Onu idama götürecekti. Roma’daki Campo de’ Fiori’de kazıkta yakılmaya mahkûm edildi.

Ondan geriye, Onu “anlatan” Sabahattin Eyüboğlu’nun, “Özgür düşünce bütün kalıpları, altından bile olsa bütün kafesleri, bütün yasakları yıkan düşüncedir”…

William Shakespeare’in, “Düşüncelerin neyse hayatında odur”…

Fakir Baykurt’un, “İnsanların düşünceleri öldürülemez”…

Frantz Omar Fanon’nun, “Kendimiz için ve insanlık için yeni bir başlangıç yapmalı yeni bir düşünce tarzı geliştirmeli ve yeni bir insan oluşturmaya çalışmalıyız”…

Anooshirvan Miyandji’nin, “Binlerce düşünceyi yıkacak güçte fikirler var ve bunların peşinde azınlık zihinler,” satırları kaldı…

* * * * *

“Sarı Hoca’(mız) İsmail Beşikçi de sözünü ettiklerimdendir…

Sözü Onun anılarına bırakalım: “12 Nisan’da (1981) Kaynarca Cezaevi’nden tahliye edildim. 19 Haziran’da evim basıldı, gözaltına alındım. Ankara Emniyet’ine götürüldüm. Saçlarımı körleşmiş bir aletle acı vererek kestiler. Bir polis dosyamdan Kürtlere ilişkin yazılarım olduğunu fark etmiş:

-Ulan ben Kürt’üm, bu işlerle uğraşmıyorum sana ne!

-Bak sen söylüyorsun Kürdüm diye?

-Ulan ben öyle mi söylüyorum? Önce Türk’üm sonra…

Bu diyalog sürerken kafamı yumrukluyordu.”[2]

İyi de “Neden” mi?

İsmail Hoca, “Kürtler ve Kürtçe inkâr ediliyor” dediği ve Napoleon Hill’in, “Çabaların meyvesi, ancak kişi vazgeçmediğinde ortaya çıkar,” saptamasını doğruladığı için!

* * * * *

Ve “Biz yaşadığı cehennemi cennete çevirmeye talip insanlardık,” diyen Hrant Dink…

O, 19 Ocak 2007’de ‘Agos’un önünde Ogün Samast tarafından sırtından vurularak katledildiğinde; İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah “Bireysel bir eylem” açıklaması yapıverdi. Ancak sonrasında ortaya çıktı ki, sumenin altında istihbarat birimlerinden gelmiş 17 adet “Hrant Dink öldürülecek!” “bilgi notu” vardı! Bu ortaya çıkınca önlem almamasını da “düşük ihtimalli notlardı” diye izah etti!

Hrant Davası’nda yargılanan 80’i aşkın sanığın neredeyse tamamına yakını devlet memuruydu: Emniyet müdürleri, rütbeli subaylar, astsubaylar, istihbarat başkanları, jandarmalar, mülki amirler, küçük memurlar gibi… Ayrıca da yargılama dışında kalan çok üst düzey devlet birimleri ve yöneticileri vardı![3]

“Devlet vatandaşını öldürmeye karar verebilir mi?” sorusunu sordurtan hâlin net bir yanıtı vardı Susurluk Raporuna (1997); imza atan Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanı Kutlu Savaş, “Devletin öldürme yetkisi vardır!”[4] diye yazmıştı…

Coğrafyamız yazılarından/ fikirlerinden ötürü katledilen ilk gazeteci değildi Hrant. Devletin derin tarihi malum: Bu tür cinayetlerle ilgili sabıkası oldukça kabarık…

Sabahattin Ali de bunlardandı. Her aydın cinayetinin arka planında devletin aranması boşuna değil Hrant örneğindeki üzere…

Ermeni, devrimci kimliğinden dolayı hep horlanan, aşağılanan, dışlanan O, katledilmeden önceki son yazılarının birinde, “Muhtemelen 2007 benim açımdan daha da zor bir yıl olacak. Yargılanmalar sürecek, yeniler başlayacak. Kim bilir daha ne gibi haksızlıklarla karşı karşıya kalacağım? Ama tüm bunlar olurken şu gerçeği de tek güvencem sayacağım. Evet kendimi bir güvercinin ruh tedirginliği içinde görebilirim, ama biliyorum ki bu ülkede insanlar güvercinlere dokunmaz. Güvercinler kentin ta içlerinde, insan kalabalıklarında dahi yaşamlarını sürdürürler. Evet, biraz ürkekçe ama bir o kadar da özgürce,” diyordu…

En önemlisi O da; “Ruh hâlinin güvercin tedirginliği”ne rağmen, 6-7 Eylül pogromu ardından “Terk Etmeyeceğiz” manşetini atan Rum basını gibi, “Terk Etmeyeceğiz!” demişti…

Nihayet Yılmaz Güney’in, “Rahatınız bozulmasın diye, hangi doğrudan vazgeçtiyseniz; o fiyata satıldınız demektir,” uyarısını hatırlatırcasına su çatlağını buldu; hepimize, her şeyi bir kez daha anımsatarak…

* * * * *

Ve egemenleri hâlâ titreten “Fatsa ve Terzi Fikri (Sönmez) Korkusu”![5]

“Ben ne yaptıysam halkım için, halkımla birlikte yaptım,” şiarıyla sosyalist belediyeciliği Fatsa’da inşa eden “Halkın Başkanı” Terzi Fikri’nin, devrimcilerin yeşerttiği komünal yaşam fikri güncelliğini koruyor: “Zulümleri güçlerinden değil, korkularından” gerçeğini doğrulayarak…

Kolay mı?

Ordu konuşmasında Erdoğan’ın, “Ülke battı diyenlere kulak asmayın,” sözleriyle muhalefete yüklenip, “Şöyle güçlüyüz böyle kuvvetliyiz,” diyerek sözü -her nasılsa?!- Terzi Fikri’ye getiriyor: “Terörün belini kırdık. Bu Ordu terörün ne menem şey olduğunu gayet iyi bilir. Bu Ordu Terzi Fikri’yi de iyi bilir. Onların bedelini benim Ordu’m çok ödedi çok…” tezviratına gelince!

Evet, doğrudur Terzi Fikrilerin fikirleri, fiiliyatı muktedirleri rahatsız etti ve etmeyi de sürdürecektir; bedelini cunta hapishanesinde canıyla ödediği üzere…

“Fındıkta sömürüye son” mitinglerinden, sadece Ordu değil bütün Karadeniz, coğrafyamız, tüm dünya Terzi Fikri’yi “iyi bilir”, halkı için canını veren, dik durup boyun eğmeyen iyi bir devrimci olarak bilir.

Çünkü Onun yaşamı José Martí’nin, “Adil olmayan yasalara boyun eğen, kendi vatanının ezilmesine ve kötü muameleye maruz kalmasına göz yuman bir kişi, asla şerefli biri olamaz”…

Friedrich Nietzsche’nin, “Sen en güzeli boyun eğme.” “Boyun eğmektense, umutsuzluğa düşün daha iyi.” “Pişmanlık… Asla pişmanlığa boyun eğmeyin, kendinize şunu deyin: Pişmanlık, ilk yapılan aptallığa bir ikincisini eklemektir”…[6]

Pyotr Kropotkin’in, “Beşikten mezara kadar bütün davranışlarımıza ‘devletin, hükümetin gücüne boyun eğme’ ilkesi yön veriyor”…

Charlie Chaplin’in, “Sizleri bir hayvan terbiye eder gibi şartlandırıp topun ağzına sürenlere boyun eğmeyin,” sözleriyle tarif edilebilecek devrimci bir pratikti…

* * * * *

“Terzi Fikri”den söz edip de, Dikili’nin “Komünist Osman” (Özgüven) Belediye Başkanı’nı anımsamamak mümkün mü?

Hatırlanır: Toplumsal belediyecilik uygulamaları nedeniyle, “Komünist Osman” diye seslenilirdi Ona…

İnşaat mühendisi olarak açtığı şirketini hemen kapatarak, belediye başkanı maaşı ile yaşamayı seçmiş, çoğunlukla motosikletle, belediyenin tek resmi aracı ile dolaşarak arı gibi, halkın arasındaydı.

Kamusal görevlerinin başında temiz havaya, ücretsiz temiz su, ekmek hizmetlerini katıvermişti. Sırasıyla acil sağlık hizmetlerinden başlanarak her tür toplumsal gereksinim için belediyecilik yatırımları, halkın oylamasından geçirilerek sıralanmıştı.

Rol modeli ise Fatsa’daki ilk örnek, Immanuel Kant’ın, “Öyle davran ki, yaptığın her şey evrensel yasa hâline gelsin,” sözlerini anımsatan Terzi Fikri’nin 1968’li kadrolarıyla omuz omuza yeşerttiği deneyimi idi…

* * * * *

Sonra da “Futbol asla futbol değildir,” dedirten realitenin aykırısı, endüstriyel futbola karşı çıkan devrimci kaptan Socrates namıyla maruf Sócrates Brasileiro Sampaio de Souza Vieira de Oliveira…

Yoksul bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiş ve Grek mitolojisine meraklı babasının “Socrates” adını verdiği; sonraki yıllarda Brezilya’da sosyal adaletsizliklere karşı duran önder…

Futbol oynadığı yıllarda tıp eğitimi görmüş; kariyeri sonrasında diplomalı bir doktor olarak sporcu sağlığıyla uğraşan bir klinik kurmuş; aynı zamanda fakir bir semt hastanesinde çalışmış ve askeri diktatörlükçe ezilen coğrafyasındaki eşitsizlikler meydan okuyup, “Corinthians Demokrasisi” olarak anılacak olan bir hareket başlatan aykırı…

Bir de 24 Ağustos 2012’de, 64 yaşında, Samatya Devlet Hastanesi’nde yitirdiğimiz; Metin Çulhaoğlu’nun, “Futbolun Şeyh Bedreddin’i yaptıklarıyla her zaman hatırlanacak,” notunu düştüğü; futbol oynadığı yılların belki en yeteneklisi, ama bir o kadar da aykırı asisi, bir o kadar eyvallahsız, “Çizgideki Gladyatör” Metin Kurt…

Onlar da biz(ler)e, “Size böylesine hâkim olan kişinin iki gözü, iki eli, bir bedeni var ve herhangi bir insandan daha başka bir şeye sahip de değil. Yalnızca sizden fazla bir şeyi var: O da sizi ezmek için ona sağlamış olduğunuz üstünlük,”[7] gerçeğini hatırlatanlardır…

* * * * *

Sonra “Bir millet diğer milletin soluğudur. Kucak açtım her gelene. Ne mutlu Ah ne mutlu ‘kardeşiz’ diyene…” vurgusuyla Kürt Âpe Musa (Anter)…

Bir de, İstanbul Barosu’nun başkanlığını yaparken zerre kadar kendi ikbalini düşünmeyip; hâkim sınıfların tüm kanatlarına ve onların devletine hizmeti zul adettiği için, kendisine teklif edilen Adalet Bakanlığı’nı reddeden tutkulu devrimci bir entelektüel, Yücel Sayman…[8]

* * * * *

Özetle, dik durup boyun eğmeyen insan(lar) bize şu dersi miras bıraktılar:

“Bir halkın ya da sınıfın yürekliliği, onların bütün varlıklarını tehlikeye atmalarıyla kanıtlanmaz. Tam tersine, dayanıklılıkları ve sağ kalma kararlılıklarıdır, onların yürekliliklerini gösteren. Che Guevara 1965’te Küba’dan ayrıldıktan ve Latin Amerika’ya devrimci gerilla hareketlerine katılmak ve onları örgütlemek amacıyla gittikten sonra yayınladığı ilk bildiride şöyle diyordu: “Bütün oligarşiler iktidarlarını, bütün ezici güçlerini, bütün vahşet ve demagoji yeteneklerini davalarının hizmetine sokacaklardır. Bizim asıl görevimiz her şeyden önce sağ kalmaktır; ondan sonra da gerillanın kalıcı örneğini izleyecek, silahlı propagandayı yürüteceğiz (Vietnam’da olduğu gibi, propaganda kurşunlarıyla, yani düşmana karşı kazanılan ya da kaybedilen -ama verilen savaşların propaganda kurşunlarıyla). Mülksüzleştirilmiş kitlelere dayanan gerillaların yenilmezliğinin büyük dersi. Ulusal ruhun harekete geçirilmesi, çok daha sert ve zorlu baskılara karşı koyabilmek için çok daha güç görevlere hazırlanılması…”[9]

Kolay mı?

“Bir devrimci başkasına atılan tokadı kendi yüzünde hissedendir”…

“Dünyanın neresinde olursa olsun her haksızlığı kendine yapılmış saymak, devrimcinin en güzel özelliğidir”…

“Bir devrimcinin en önemli özelliği dünyanın neresinde olursa olsun her haksızlığı kendine karşı yapılmış gibi hissetme kabiliyetini koruyabilmesidir”…

“İnsanlığın kaderi tehlikedeyse, bir insanın ya da bir halkın maruz kaldığı tehlikeler ya da özveriler ne ifade eder ki?”…

“Bırak dünya seni değiştirsin, böylece sen de dünyayı değiştirebilirsin”…

“Komünist ahlâk anlayışı olmadan ekonomik bir sosyalizm beni ilgilendirmiyor,” diyenlerden ve öyle de yaşayanlardandı Ernesto Che Guevara;[10] “Yok öyle umutları yitirip/ karanlıkta savrulmak./ Unutma; aynı gökyüzü altında,/ bir direniştir yaşamak,” dizelerini anımsatırcasına Nâzım Hikmet’in…

 

22 Haziran 2023, 12:56:21, İstanbul.

 

N O T L A R

[*] Avrupa Demokrat, Haziran 2023…

[1] Richard Morgan.

[2] İsmail Beşikçi, Söz Konusu Vatansa Bilim Teferruattır!-Anılar, İsmail Beşikçi Vakfı Yay., 2021.

[3] Fikret Başkaya, “Hrant Dink Cinayeti veya ‘Genel Tekrar!’, Kaldıraç Dergisi, No: 259, Şubat 2023, s.55-57.

[4] Nazım Alpman, “Hrant Dink’i Kim Öldürdü?”, Birgün, 19 Ocak 2023, s.7.

[5] “Fatsa ve Terzi Fikri Korkusu”, Devrimci Duruş, No:107, Eylül 2022, s.14.

[6] Friedrich Nietzsche, Hayat Dediğin Nedir ki?, çev: Erkan Aslan, Zeplin Kitap, 2015.

[7] Étienne de La Boétie, Gönüllü Kulluk Üzerine Söylev, çev: Mehmet Ali Ağaoğulları, İmge Kitabevi, 2022, s.25.

[8] Emrah Cilasun, “Deniz Fenerinin Emekçisi”, Birgün, 11 Ocak 2022, s.11.

[9] John Berger, Sanat ve Devrim, çev: Bige Berker, Agora Kitaplığı, 2007, s.125-126.

[10] Ernesto Che Guevara, Gerçekçi Ol İmkânsızı İste, çev. Ceren Alay, Zeplin Yay., 2019.

  • Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Yeniçağ Gazetesinin editöryal politikasını yansıtmayabilir 
- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
325AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin