Sözde uzlaşma sağlanıp ‘Karar aldık, senin yaşamına yetecek ücret budur’ denilmesi, ayıp ve aşağılama değil mi?
Kölelik döneminde bile, köle sahibi, kölesini aç bırakmadı.
Yaşamak için yeterli imkanın sağlanmasına asgari ücret diyorlar. Bununla, asgari ihtiyaç ve gereken şeylere ulaşılacak. Bu ücretin ne olacağına komisyonlar, kurumlar karar verecek. Ücret miktarı açıklanacak ve ‘buna uyumlu yaşamanız uygun görüldü’ denilecek.
Yanlış bir şey olmalı. Asgari yaşamın belirlenmesi, bunun muhatapları tarafından belirlenmeliydi. Toplum kendi ihtiyaçlarını kendisi belirlemeliydi. Yani kurum temsilcilerinin bir araya gelip ‘işçinin hakkını tartışıp’, uzlaştıklarını söylemeleri, ‘bunların ihtiyacı budur’ demeleri kandırmacadır. Saçma bir durum. Toplumu aşağılayıcı bir şeydir. Bir sınıfın yaşam ihtiyaçlarının ne olduğuna başka bir sınıf temsilcilerinin karar vermeleri saçma. Aşağılayıcı bir durumdur. En başta bunun adını koymalı. İşçi sınıfı, kendi ihtiyaçlarının neler olduğunu kendisi belirlemeli. Kendi karar vermeli. İhtiyaçların asgarisinin değil, tümünün, eksiksiz karşılanması kararını kendisi vermeli.
İşçi tarafından yaratılan değerin yarısından fazlasına patron el koyuyor. Sonra da patrona işveren sıfatı yakıştırılarak, devletle masaya oturuluyor ve işçinin yemek miktarı tartışılıyor. Devlet denilenin işi bu olsa gerek. Yani işçinin olanla işçiye baskı uygulanıyor. O zaman patronun kazancının asıl sahibinin kim olduğu da tartışılmalı. İşçinin yarattığı değerlere önce el konuluyor, sınırsız servetler biriktiriliyor. Sonra da devlet hakemliğinde, işçiye ölmeyecek kadar ekmek veriliyor. Bu aşağılık bir davranış değil mi? Kimin hakkını kime bahşeder gibi davranıyorsunuz?
Asgari ücret konusu toplumu pasifize etmek içindir. Bir söylentiden ibarettir. Komisyon oluşturuluyor, tartışma ortamları yaratılıyor. İşçi, olmadığı ortamda, hakkını savundu sayılıyor. Böylelikle işçiye politikleşme alanı bırakılmıyor. Sözde uzlaşma sağlanıp ‘Karar aldık, senin yaşamına yetecek ücret budur’ denilmesi, ayıp ve aşağılama anlamına gelmiyor mu? Asgari ücret tartışması, ‘demokratik’ şekilde yapılıyormuş gibi insanlar kandırılıyor. Bu yüzden asgari ücret aşağılayıcı bir şeydir. İşçinin sisteme razı edilmesi anlamına geliyor. Sömürüye razı ediliyor.
Her halükarda asgari ücret, ihtiyaçlarının karşılanmadığı çocuklar, kadınlar, erkekler ve boş mutfaklar demektir. İnsanlar aşağılanmaya, sömürüye, iktidar olamamaya mahkum ediliyor. ‘Makul çözümler’ hayata geçiriliyor ve bu koşullarda, ‘buna da şükür’ denilmesinin doğru olduğu öğütleniyor.
Her şeye rağmen, yönetim sınıfı şekil değiştirerek varlığını sürdürüyor. Profesyonel politikacılar, sendikacılar, yaratılıyor. Yönetici sınıfın parçaları oluyorlar. Bunlar, sermaye sınıfının iş yürüten şeyidirler. Halkı, asgari ücret ve temsili olmayan ‘temsili demokrasi’ ile oyalarlar. Halka verilecek yemek miktarını belirleyecek komisyonlar oluştururlar. Halka ‘Senin tayin ettiğin kişilerdir bunlar, sana sormadan hiçbir şey yapılmıyor. Demokrasi var’ deniyor. Bir şeyler ters gidince de dönüp ‘senin yüzünden, suçlu sensin’ denebiliyor.
Demokrasinin, başka bir yaşam tahayyülünün olmadığı, düşünülmesinin sakıncalı olduğu, kabul edilmeyeceği, buna karşı güç kullanılacağı, gerekirse faşizm dediğimiz şeylerle engelleme yapılacağı, gericilik ideolojileri dediğimiz başka şeylerle denetlenebileceği bir sistemdir bu.
Asgari ücret komisyonları nasıl olması gerekir? Diye sorulan soruya cevap verilme zorunluluğu yoktur. Ve asgari ücretin ne olması, nasıl olması gerekir sorusuna cevap vermek yerine, herkes her ihtiyacına ulaşabilmeli denmeli. Bunun mümkün olamayacağı savunusu yapılır. Fakat değil bu dünya toplumu, üç kat daha fazla bile olsa, yarattığımız değerlerle, herkes her şeye ulaşabilir. Yoksun olmadan yaşayabilir. Hiçbir ihtiyaç eksik kalmaz. Bu böyleyken halkın karnının ne kadar yemek ile doyacağının tartışılması, aşağılamak ve hakarettir. Cezaevinde veya tutsaklık denilen koşullarda da insanlara yemek verilir. Kölelik döneminde bile, köle sahibi, kölesini aç bırakmadı.
Halkın iradesi dışında ihtiyaçlarının ne olduğunun belirlenmesi, kandırmak ve aşağılamaktır. Yani başka türlü düşünmenin zamanıdır. Asgari ücret olsun, ekoloji sorunu olsun verilenle yetinme noktasını aşmış durumdayız. Demem o ki dünya halkı açlığı, açlıktan ölmeyi, savaştırılarak ölmeyi biliyor. Kıbrıs’ta savaşlar, göçler yaşandı mesela. Birileri acılar çekti. Yüz binlerce Kıbrıslı işçi başka topraklara savruldu. Bir sınıf bunu yaşarken, diğer sınıf, ada üzerindeki müştereklere, dağına, taşına, toprağına, her şeyine el koydu. 1980 sonrası dünyada buna özelleştirme denildi. Kıbrıs Sorunu denilen şey, halkın olanlara el konulmasına vesile sayıldı. Kolaylık sağladı. Paranın egemenliği normal sayıldı. Halka asgari yaşam sunulurken, umuttan eser bırakılmadı. Bu günlere gelindiğinde Ersin Tatar’ın ‘Eşit Egemen KKTC’ dediği, egemenlerin eşitliği çabasıdır. Gerçek bu iken, siyaset ve her şey, sermaye adına, meclis ve kurum komisyonlarına ve profesyonellerin iş bitiriciliklerine bahşedilmiştir.
Profesyonellerin, sen açsın veya toksun demelerine gerek yok. İnsanlar yok olmanın gününü bekliyor. Yani artık nasıl olsun da açlık olmasın diye bir konu yok. Hayatı değiştirebilecek şey, herkesin olan şeylerin nasıl geri alınacağı, yanlışların nasıl eleneceği, demokrasinin nasıl olacağıdır. Doğanın yok oluştan nasıl kurtarılacağıdır. Yani açlık ve sömürü varsa açlıkla mücadele diye bir şey olamaz. Ancak sömürü ortadan kaldırılır. Yani demokrasi istenir. Sömürü denilen, esasen bir sınıfın diğerinin hayatı konusunda karar vermesi, tahakkümünün olmasıdır. Yani sınıf ve demokrasi gözetilmeden kriz çözme ile sorun çözülemez.