Tarihe bakılınca eşcinsel ilişkiyi yasaklama ve kriminalize etme politikası sömürgeci ülkelerin siyaseti ile örtüşmektedir. Özellikle eskide kalmış İngiltere, Fransa, İspanya ve Portekiz’in koloni yasalarına bakarak kolayca bu sonuca varmak mümkün. Koloni yönetimleri geliştirdikleri yasal mevzuatlar ve pompaladıkları dini inançlarla sömürdüğü coğrafyalarda sanıldığından çok daha fazla etkili olmuşlardır ve yıllar geçse dahi izlerine rastlamak mümkündür.
Kıbrıs’taki hukuk sistemi ve birçok yasanın kökeni adayı uzun yıllar sömürgeleştiren İngiltere yani Britanya Koloni Yönetimine dayanmaktadır. Adadaki varlığını -her ne kadar kiraladı deseler de- Osmanlıya ödeme yaparak kesinleştiren İngiltere, o yıllarda sömürgesi Hindistan’da 1860’tan itibaren yürürlüğe koyduğu ceza yasasıyla “doğanın düzenine karşı cinsel ilişki”yi yasaklıyordu. Kıbrıs’taki yasalarda da bir benzeri geçerliydi. Hindistanlılar bağımsızlık kazanmalarına rağmen eşcinsel ilişkiyi yasal olarak suç olmaktan çıkarmaları Avrupa İnsan Haklarındaki davalarla 2018’i, Kıbrıs Cumhuriyeti’nde 1998, Kuzey Kıbrıs’ta ise yumurta kapıya dayanınca 2014’te olmuştur. LGBT ve insan haklarını savunmak için dünyanın dört bir yerinden aktivist, LGBT örgütü ve hukukçuyu buluşturan “Human Dignity Trust”, yayınladığı “A History of LGBT Criminalisation” başlıklı yazıda, Kuzey Kıbrıs’ta otorite olan ve meşru kabul edilen Türkiye Hükümeti’ne 2014’te H.Ç. tarafından açılmış davaya da yer veriliştir. “H.Ç. Avrupa’da yetişkinler arasında eşcinsel cinsel ilişkiyi özel olarak suç sayan son yargı alanı olan Kuzey Kıbrıs vatandaşıdır. Bu davayı, Türkiye’nin taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin cinsel yönelimin cinsel yönelim nedeniyle suç sayılmasını yasakladığı gerekçesiyle, Kuzey Kıbrıs’ta yetkili makam olan Türkiye Hükümeti aleyhine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde açmıştır.” 27 Ocak 2014’te ‘kktc meclisinde’ ceza yasasının değiştirilmesi ve dava konusu olabilecek ifadelerin kaldırılması rastlantı değildir. Aksi halde Türkiye mahkûm edilip cezaya tabii tutulacaktı. Kuzey Kıbrıs’ta bazı aktivistlerin neredeyse kişisel başarı öyküsüne dönüşen ceza yasası değişikliğinin temel katalizörü dillendirilmeyen ve günümüzde çok az kişinin haberdar olduğu H.Ç. Davasıdır.
Türkiye’de, yani dönemin Osmanlısında ise Roma medeniyetindeki gibi eşcinsel ilişki yasak değildi. Güney Lefkoşa’daki Kıbrıs Müzesi’nde ve Londra Britanya Müzesi’nde Kıbrıs’taki Roma dönemine ait sergilenen testilerin üzerinde eşcinsel ilişki açıkça resmedilmiştir. Osmanlıda ise “oğlancılık” ile karşılaşırız. Ziya Zelyurt’un “Osmanlı’da Oğlancılık” kitabı döneme ait birçok yazı ve çizimle detay barındırıyor. Fransa’nın eşcinselliği suç olmaktan çıkaran 1804 Napolyon Yasası’ndan etkilenenlerden birinin Osmanlı olduğu ve 1858’deki Tanzimat Reformlarıyla eşcinsel ilişkinin yasaklanmadığı bilgisi birçok akademisyen tarafından doğrulanmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti’nin yasalarında eşcinsel ilişkiyi suç kabul edip cezalandıran herhangi bir madde yoktur. Fakat yasanın veya cezanın olmaması toplum tarafından kabul gördüğü anlamını taşımaz.
Yazılı olmayan lakin yaşamımızı şekillendiren, kalıba sokan sözleşmeler, bunlara ‘toplum sözleşmesi’ de denilebilir, vardır. Bizlere nasıl, kimle, nerede, ne biçimde sosyalleşebileceğimizi, ilişkilerimizi tariflerler. Bu toplum sözleşmelerine (örneğin Türklük sözleşmesi, cinsiyet sözleşmesi) uyduğunuz ve sadakat sergilediğiniz oranda ‘oymaktan’ biri oluverir, kabul görürsünüz. Aksi halde ötekisiniz!
İnsanların kutuplaşması ve zıtlaşmasından beslenen siyasetçiler özellikle ‘oymak başları’, yazılı olmayan toplum sözleşmelerini çok severler. Söylemlerini tektipleştiren sözleşmelere uygun fikirlerle şekillendirip, soytarılarını eğitirler. Bu yöntem çok kullanışlı ve maliyetsizdir. Söyle gitsin; “bizde LGBT yoktur”! Bu ifadeyle Türkiye’de LGBTQ bireyler fazlasıyla kriminalize edilmiş, toplum kutuplaştırılmıştır.
Söylem sonrası, yine Türkiye’deki bir ilkokuldaki öğretmen, karne günü öğrencisiyle gökkuşağı renklerinden oluşan panonun önündeki fotoğrafını paylaştı diye ‘oymak başı soytarılarından’ birinin nefret içeren ifadeleriyle hedef gösterildi. Sosyal medyada linç edildi. Bu olay üzerine okul müdürü ile öğretmen açığa alındı. Olayı meslektaşlarımla tartışırken biri, “bundan sonra gökkuşağı da çizdirmeyeceğiz galiba” dedi öteki ise “Yok, bu yıl ben çizdirmedim. Okul sergisinde de yoktu” dedi. Korkutularak, kriminalize edilerek, kutuplaştırılarak ve örgütsüz kalarak ‘yola geliyoruz’. Öğretmen de biliyor böylesi bir durumda yalnız kalacağını kurban ilan edileceğini.
Son zamanlarda en büyük icraatı satranç, futbol, tavla turnuvaları düzenlemek olan, al gülüm ver gülüm yer değiştirme-görevlendirme-nakil listeleriyle bazı üyelerini memnun etmeyi dert edinen, özellikle pandemi sonrası bakanlık karşısında tuşa gelen alandaki sendika mı ona arka çıkacak? CHP’den beter muhalefetiyle iktidardakine hizmet eden siyasetçiler mi? Feminizm ve LGBT politikalarını “kktc meclisine” girmek için araçsallaştıranlar mı? Koloni yönetiminin razı geldiği, siyasi partililerin güdümündeki dernekler mi? Mülteci Hakları Derneği ile Kuir Kıbrıs Derneği’nin euro bazlı fonlarıyla ihya olmuş, heteroseksüelliğin ve tüketimin fazlasıyla kutsandığı bir toplumda “bride to be” kuşağını takıp fotoğraf çektirirken, süfrajetlerin seçme seçilme hakkını talep edişindeki gururlu ve kararlı duruşunu taklit eden ‘feministler’ mi? Yoksa gönüllülüğün olmadığı, fonsuz bir hiç olan alandaki örgütler mi?
Komşuda pişer bize de düşer derler ya, Türkiye’de pişer sömürgedekine de düşer!
https://www.humandignitytrust.org/lgbt-the-law/a-history-of-criminalisation/