1787 yılında Grigori Potemkin, İmparatoriçe II. Katerina’nın ziyareti nedeniyle, imparatoriçede olumlu izlenim yaratmak, onu etkilemek amacıyla nehri boyunca sahte evler inşa ettirmiş. Potemkin, bu sahte evleri inşa ettirerek, imparatoriçeye, idare ettiği bölgede huzurun hüküm sürdüğünü kanıtlamak istemiştir. Kısacası göz boyamaya çalışmıştır. Halbuki bu evler kocaman bir aldatmacaydı. Her şey kurguydu. Bu olayla bağlantılı olarak; utanılacak, tam bitirilmemiş, bilinenden çok daha kötü olanı iyi gösterme eylemini “Potemkin köyü” veya “Potemkin köyü aldatmacası” deyimiyle ifade edebiliriz. “Potemkin köyü aldatmacası” sadece askeri değil, siyasette, diplomaside, ekonomide ve ikili ilişkilerde de söz konusudur.
Batı’nın sömürgecilik tarihinden ilham alan, görsel ve multi medya sanatçısı Yto Barrada, 2014 yılında, izleyene, “işte bu Potemik köyü” dedirtecek cinsten bir kısa film çeker. Filmi Londra’daki Tate Galeri’de izleme şansım oldu. “A Guide to Trees for Governors and Gardeners” olarak isimlendirdiği üç buçuk dakikalık kısa film, günlük yaşamımızda gözlemlediğimiz birçok eylemi barındırıyor.
Film, asfalt bir yolda konvoy halinde ilerleyen üç siyah Mercedes marka araçla başlıyor. Konvoy beton binalardan oluşan, yeşilin olmadığı bir yerleşim yerine doğru ilerliyor. Fonda ise film boyunca uygun adım marş formunda, trampet sesinden oluşan müzik var. Fazlasıyla militarist. Konvoy yaklaştıkça çevre, uzaktan komutayla idare ediliyormuşçasına otomatik değişiyor. Duvarlar yenileniyor, sokak lambaları yolu aydınlatıyor, eski kaldırım bordürleri yerine bir anda yenisi beliriyor. Yol kenarlarındaki boş deliklerden hurma ağaçları çıkıyor. Araçların geçeceği yol bir anda kırmızı oluyor. Kırmızı halı hissini veriyor. Çemberde bayraklar olabildiğince ihtişamlı dalgalanıyor. Konvoy geçişi tamamlandıktan sonra ise her şey eskiye dönüyor. Temiz duvarlar yerini kirli olana bırakıyor. Hurmalar ve sokak lambaları deliklere girerek gözden kayboluyor.
Yaşam rutinimiz içerisinde birçok kez karşılaştığımız duruma ayna tutuyor Yto Barrada. Ne zaman ki “Ankara’dan abimiz gelecek” tutuyor bir bayram havası. Reis ve konvoyunun geçeceği yolların bordür taşları boyanıyor, yol kenarlarındaki ve refüjlerdeki otlar temizleniyor, direkler bayraklarla ve hoş geldin pankartlarıyla donatılıyor. Her köşede polisler beliriyor. Yani 145 yıl önce Potemkin’in başvurduğu akıl devreye giriyor.
Kuzey Kıbrıs’ta yaşadıklarımızı filimle kıyaslayacak olursak fazlası var eksiği yok. 20 Temmuz günü Ercan Havaalanı açılış töreni yapıldı Reis eşliğinde, Faize Özdemirciler’in deyimiyle “başgassal”. Reisi karşılamaya giden davul zurna heyeti mi istersin, siyasi kariyerini devam ettirmeye niyetli işbirlikçi tayfa mı yoksa kendini sol tanımlayan “itaat lobisi” mi… Tümü kurdele başında beliriveriyor. Reis bir anda “Müjdeyi açıklıyorum”, “Ercan uluslararası uçuşlara açılacak” diyor, avuçlar patlarcasına bir alkış kopuyor. Potemkin görse, bu kadarını ben bile hayal etmemiştim diyebilirdi…
******
“ … adil olmayan her şey doğal sayılmıştır uygarlığımızda,,, kimse ses çıkaramaz olmuştur artık,,, binlerce yılın getirdiği düzen,,, uygarlaştırma budur,,, herkesin olanla yetinmesi,,, başkaldırı eskidi,,, başka yollar bulmalı,,,” diyor Leyla Erbil “Üç Başlı Ejderha” novellasında yani uzun hikayesinde ve tarihten devralınmış siyasal cinayetleri anlatıyor. İstanbul’un kimsenin görmek istemediği, söylemediği, yok saydığı köklerini hatırlatıyor.
“… zaten İstanbul’da hemen hemen her sokak her cami her insanın vardır yeraltında birkaç kökü,,, başı da,,, çok başlı çok köklü bir yaratık,,, saymazsak da en eskileri,,, Vaftizci İoannes Kilisesi İmrahor Camii,,, Hagia Theodosia Kilisesi Gül Camii olmuştur,,, Vefa’daki Cami Hagios Theodoros Kilisesi,,, Anastasios ve Ariadne tarafından yaptırılmış olan Hıristiyan kilisesi ise Kilise Camii,,, Pantokrator Manastırı Zeyrek Camii”.
Fazlasıyla tanıdık değil mi? Kıbrıs’ta Lefkoşa’daki St. Sofia ya da Ayasofya Katedrali Selimiye Camii, Mağusa’daki Aziz Nikolas Katedrali Lala Mustafa Paşa Camii olmuştur. Fabrika, köy, sokak isimleri değiştirilmiştir.
Erbil, 2500 yıllık Burmalı Sütuna sığınarak direnişi ve başkaldırıyı örüyor hikayesinde. “başkaldırı eskidi… başka yollar bulmalı…” dediği yerde Üç Başlı Ejderha Sütuna sığınıyor.
Yeniçerilerin emriyle üç gün üç gece yağmalanan Burmalı Sütun, bugün, başsız vaziyette Sultanahmet Meydanı’nda görülebilir. Yıllar boyunca otoritelerden hasar alsa da varlığını korumaya devam ediyor. Tıpkı 16 yy.’da Venedik döneminde inşa edilen Lefkoşa’daki sur duvarları, Mağusa’daki Othello Kalesi ve bekçi aslanı, Salamis Antik Tiyatro, 137 odadan oluşan Vouni Sarayı, İsa’nın 12 havarisinden biri olan Barnabas’ın Mezarı ve birçoğu…
Üzerinden 49 yıl geçmiş böylesi bir 20 Temmuz gününde başka yollar aradım, sığındım köklerime “başımda aklım,,, ama bir türlü rahat rahat deliremedim.”