Dulla, yeğeni Stella’yla yürüyordu. 2009 yılıydı, birkaç gün önce bir telefon almış, “kayıp” erkek kardeşinin kalıntılarının Girne’nin hemen dışında bulunmuş olduğu bildirilmişti ona…
Stelyos, Dulla’nın en büyük abisiydi ve 1974 savaşı esnasında “kayıp” edilmişti. Dulla, kardeşi Dimitris’i telefonla aradı, Dimitris, ailesiyle birlikte Fransa’da tatildeydi, Dulla ona “kayıp” kardeşleri Stelyos’tan geride kalanların bulunmuş olduğuna dair haberi telefonda verdi.
Birkaç gün sonra Dimitris ve eşi Fransis, kızları Stella’yla birlikte Larnaka’ya gittiler. Ayarlanacak çok şey vardı ancak sakin bir anda Stella halasına yanaşarak o günlerde yani 1974’ün karanlık günlerinde neler olduğunu anlatmasını istedi, ne olduğunu bilmek istiyordu. Stella’nın okulda tamamlaması gereken bir projesi vardı ancak okul projesi aslında bir gerekçeydi – gerçekte o günlerde Londra’da yaşamakta olan babasının bilmediği detayları öğrenmek istiyordu Stella.
BİR ENSTANTANE…
Dulla, yeğenciğiyle oturup konuşmaktan memnun olmuştu, o olayları gekrar canlandırıp yeni kuşağa neler yaşadığını aktarmak için bu anın aslında uygun olduğunu hissediyordu. Anlatacaklarının büyük resmin yalnızca bir enstantanesi olacağının bilincindeydi ancak yapboz oyununda her bir parça, bütün resmi ortaya çıkarmak üzere önemliydi…
Stella’nın zaten bildiği şeyleri anlatmaya başladı Dulla, zaten Stella, “kayıp” amcası Stelyos’un ismine uygun biçimde “Stella” diye adlandırılmıştı… Bu anlatılan, onun öyküsüdür…
DARBE ESNASINDA DULLA HENÜZ 15 YAŞINDAYDI…
1974’te Dulla henüz 15 yaşındaydı. 15 Temmuz sabahı Dulla, dişini çatlatmış ve ilaç almak için eczaneye gitmişti. İşte o zaman askeri giysiler giymiş adamlarla dolu arabaların dolanıp durması ve Makarios’un öldüğünü bağıra bağıra söylemeleri dikkatini çekmişti. Elinde bir paket ilaçla Dulla, dişiyle uğraşıyordu. Sokakta durup arabaların geçip gitmesini izledi. Panik içerisinde koştu ve tam aksi yöne doğru koşan adamlarla çarpıştı, yere düştü, elindeki ilaç da yere düşmüştü. Bu adamlardan birisi ayağa kalkmasına yardım etti ve ciddi bir sesle ona acele eve gitmesini söyledi, Dulla da alel acele eve döndü.
Dulla’nın ailesi, Larnaka’da Ayyani bölgesindeki bakkalı çalıştırıyordu, o günlerde Prodromos mahallesine ve ayrıca yalnızca birkaç metre uzaklıktakı Kıbrıslıtürk enklavına da hizmet veriyorlardı – 1967 olaylarından sonra o mahalleden Kıbrıslıtürkler, Dulla’nın ailesine ait bakkaldan dikkatli biçimde alışveriş etmeye başlamışlardı yeniden.
Dullalar’ın evi, bakkal dükkanıyla bitişikti – bakkalın açılış-kapanış saatleri olsa da, iyi müşterilere günün 24 saati hizmet veriliyordu, tabii eğer acil bir durum varsa.
Evgenios ve Kadina Hacıdimitriu…
BAKKAL DÜKKANINDAN EVE TAŞINAN KONSERVELER…
Eve gittiği zaman ilk gördüğü şahıs Annika oldu, onunla birlikte büyümüşlerdi, kızkardeşi gibiydi… Henüz birkaç gün önce çok güzel bir kız çocuğu dünyaya getirmişti, adını Katerina koymuşlardı. Annika bebeğini kollarında sevecenlikle tutuyordu ancak oturma odasında sinirli sinirli dolaşıyordu. Dulla, annesi Kadina’nın da dükkandan konserve yiyecekler taşıyarak bunları mutfak dolaplarına yerleştirdiğini gördü. Dulla merak etmişti, annesine bakkal dükkanının neden açık olmadığını sordu. Annesi ona cevap vermek yerine, bakkala gidip daha fazla yiyecek taşımasını ve bunu çabucak yapmasını söyledi. Dulla da söyleneni yaptı ve bu arada babası Evgenios’un meydanda bazı tanıdık adamlarla konuşmakta olduğunu gördü.
Mutfağa dönünce annesi ona askerlerin hükümetin denetimini ele aldıklarını, bu yüzden bir tedbir olarak evde malzeme bulundurmanın önemli olduğunu söyledi.
“DARBE, ANCAK BAŞKA ÜLKELERDE OLURDU…”
15 yaşındaki birisi için “darbe” kavramı yeni birşeydi, okuldan Makarios ve Grivas taraftarları arasındaki sürtüşmeleri ve EOKA B’nin eylemlerini biliyor olsa dahi… Babası yıllardır AKEL’in üyesi olmanın yanısıra, her zaman kızının bilinçli olmasını, kimi destekleyeceğini bilmesini sağlamaya çalışmıştı ancak bir “darbe”, ancak başka ülkelerde olurdu…
Annesi askerlerin gelip de bakkal dükkanını soymasını istemiyordu ancak aynı zamanda kendi kendini meşgul etmeye çalışıyordu. O günün ilerleyen saatlerinde Dulla evin dışında olup bitenleri gözlemleyebiliyordu, Annika da sürekli ona konuşuyordu, aslında herşeyden çok sinirini yatıştırmak için yapıyordu bunu… Annesi yiyecek stoklamayı bitirince yanlarına geldi ve sohbetlerine katıldı. Kadina, şeker hastası olan Annika’nın kaynanasını sordu – Annika’nın kaynanası, Ayyani Kilisesi’ne ait birkaç odacıkta oğluyla birlikte kalıyordu, Annika’nın kocası Şialis de kilisenin hademesiydi…
STELYOS GİRNE’DEYDİ…
Annika, kaynanasının iyi olduğunu ancak Şialis kendisiyle birlikte olsa dahi korktuğunu anlattı. Ancak Dulla neler olup bittiğini öğrenmek istiyordu ve sürekli onlara soru soruyordu. Kadina’nın tek söylediği “Allah yardımcımız olsun”du… Dulla, Girne’de çalışmakta olan abisi Stelyos’un yanlarına gelip gelmeyeceğini sordu, abisini özlüyordu ve şimdi ordu, iktidarı ele aldığı için abisinin güvenliğinden endişe ediyordu. Abisi adanın öbür tarafında iş bulmuştu, Dulla bunu anlayamıyordu. Abisini birşeylere canının sıkılıp da mı böyle yaptığını merak ediyordu ancak annesi 22 yaşındaki genç bir adamın birşeyler keşfetmek ve tek başına yaşamak istediğini söylemişti kendine.
Evgenios Hacıdimitriu, Larnaka’da tanınmış bir komünistti…
“RADYOYU AÇIP DİNLEYİN…”
Tam o anda kapının zili çaldı ve komşuları Sotira geldi, kaygılıydı, yüzü kıpkırmızıydı… Radyoyu açmalarını ve son gelişmeleri dinlemelerini söyledi. Bunu yaptılar ve birkaç saniyelik askeri müzikten sonra ciddi bir sesle radyoda anons yapan şahıs şöyle dedi:
“Kıbrıs yurttaşları ve yurtseverler, şanlı Kıbrıs ordusu, anavatan Yunanistan’ın yardımlarıyla, komünistlerden ilham alan baskıcı Makarios Hükümeti’ni devirmiştir. Önümüzde yeni bir dönem vardır, milli zaferlerin ve başarıların yeni dönemi olacaktır bu. Bu yeni dönem, şanlı Yunan atalarımızı bir kez daha gururlandıracaktır. Tam denetim bizdedir. Makarios ölmüştür. Herhangi bir direniş, acımasızca ezilecektir. Yetkisi olmadan dışarıya çıkanlar tutuklanacaktır. Yeni açıklamalar, düzenli bültenler ardından yapılacaktır…”
EOKA-B, DARBEDEN ÖNCE DE SOLCULARI ÖLDÜRMEKTEYDİ…
Askeri müzik devam ederken, herkes radyoya bakıyor ve o anda duyduklarının ne anlama geldiğini kavramaya çalışıyorlardı. Makarios, adanın son 14 seneden beridir ilk ve tek lideri idi ve şimdi onsuz bir gelecek, kasvetli görünüyordu, özellikle solcu aileler için böyleydi çünkü EOKA B destekçilerinin nasıl olduğunu biliyorlardı. Darbe olmadan önce dahi solcuları öldürmekteydiler ve şimdi bu yeraltı terörist örgütü başa geçtiğine göre, hiç kimse onları durduramayacaktı…
Dulla’nın annesi ona derhal mahalledeki kahvehaneye giderek babasını getirmesini söyledi.
TELEFON HATLARI KESİLMİŞTİ…
Bakkal dükkanında bölgedeki birkaç telefondan biri vardı fakat Gadina, Stelyos’a telefon etmeye çalıştığında, tüm hatların kesik olduğunu keşfedecekti. Dulla da babasıyla birlikte hemen eve dönmüştü, babası da haberleri dinlemişti ancak onlara Makarios’un kurtulmuş olduğu ve hayatta olduğu yönünde söylentiler olduğundan da sözetti. En azından diğer iki oğlucukları, Athos ve Dimitris uzakta, Londra’da yaşadıkları için güvendeydiler. Dulla’nın annesi, babasına güvenliği için evden ayrılmasını söyledi.
EVGENİOS, TANINMIŞ BİR KOMÜNİSTTİ…
Evgenios, çok iyi tanınan bir komünist ve AKEL aktivistiydi ve EOKA B, eninde sonunda onu aramaya gelecekti. Ormidya’da yaşayan arkadaşları vardı ve Dulla’nın annesi burasının Dikelya İngiliz Üsler bölgesi içerisinde olmasından ötürü, daha güvende olacaklarına inanıyordu. Babası ise bu düşünceye karşıydı çünkü Ayyanni’nin komünistlerin kalesi olduğunu biliyordu, herhangi bir tehlike ortaya çıkmadan en az birkaç gün geçmesi gerekecekti. Herşeyi bırakıp giden ilk kişi gibi görülmek istemiyordu, ayrıca telefonlar kesik olduğu için Stelyos geri gelirse, onun için burada olmaları gerektiğine inanıyordu. Annesi, Evgenios’un bu anlattıklarını anlıyordu ancak yine de korkuyordu ve gitmek için ısrar ediyordu.
Stelyos’un annesi Kadina…
“DARBEDEKİ ESAS GÜÇ, YUNAN SUBAYLARININ KOMUTASINDAKİ ORDUYDU…”
Dulla’nın babası kalıp savaşmaya hazırdı, AKEL’in güçlü bir parti olduğunu söylüyordu (1970 seçimlerinde 79 binden fazla oy almıştı, bu da oyların %35’i idi), buna yanıt verecekler ve nihayetinde darbecileri yeneceklerdi, ne de olmasa karşıtları küçük bir deli azınlıktı… Sık sık tekrarladığı cümleyi söyledi yine: “Üstlerine tükürecek olursak, boğulurlar” dedi.
Kahvehanede diğer komşularıyla birlikte avtüfeklerini toplayıp organize olmayı tartışmışlardı, pek çok avtüfeği vardı. Ancak Dulla’nın annesi, darbenin yalnızca EOKA-B’den oluşmadığını, darbedeki esas gücün Kıbrıslırum Milli Muhafız Ordusu olduğunu biliyordu, bu da Yunan Ordu Subayları’nın denetimi altındaydı.
Sonraları, Dulla’nın babası onun kaygılı olduğunu görecek ve Ayyani’de güvende olduklarını, insanların mücadele edeceğini, darbe liderlerinin başka yerlerde yerlerini sağlamlaştırmaya çalışırken AKEL liderliğiyle temasa geçerek neler planladıklarını öğrenmek gerektiğini söylemişti ona.
BÜTÜN KENTTE BARİKATLAR VE KONTROL NOKTALARI KURULMUŞTU…
Komşuları Sotira geri gelerek bütün kentte barikatlar ve kontrol noktaları oluşturulmuş olduğunu söyledi. Dulla’nın annesi derhal oradan ayrılmaları gerektiğini söyledi yeniden ancak Evgenios yollardaki barikatlar nedeniyle bunun şimdi çok tehlikeli olduğunu işaret etmesiyle birlikte, ona katıldı – Evgenios savaşmaları gerektiğini aksi halde herşeyi kaybedeceklerini ve Kıbrıs’ta özellikle sosyalistler ve sendikacılar için hayatın imkansız olacağını anlattı.
“GİRNE’DE İNSANLAR TUTUKLANIP KALEYE HAPSEDİLİYORDU…”
İşte tam da o anda Stelyos arka kapıdan gelmişti, yorgun ve gergin görünüyordu. Dulla ona doğru koştu ve abisine sarıldı. Stelyos başından geçenleri anlattı – Girne’de durum çok kötüydü, darbenin ardında olanlar, insanları tutukluyor ve kaleye kilitliyordu. O da tutuklanmıştı ancak kaçmayı başarıp eve gelebilmişti.
Stelyos’un dönüşünden kısa süre sonra kilise çanları çalmaya başlamıştı. Birileri kapıyı çaldı ve Makarios’un ölmediğini, Ayyani’deki herkesin kilisenin yanında toplanmakta olduğunu söyledi. Oraya gittiklerinde neredeyse bütün mahallenin orada toplanmış olduğunu gördüler, herkes o günün olaylarını konuşuyor ve bildiklerini paylaşıyordu. Şialis de oradaydı, Annika ona doğru gitti bebeğiyle birlikte ve konuşmaya başladılar…
“DARBEYE DİRENENLERİN ÖLDÜRÜLMESİ EMREDİLDİ…”
Sonuçta Panayis yüksek sesle herkese seslendi, darbenin elebaşlarının Yunan Ordu Subayları olduğunu, Yunan Cuntası’nın destekçileri olduklarını ve darbeye herhangi bir şekilde karşı çıkanların, özellikle AKEL destekçilerinin tutuklanmaları ya da öldürülmeleri yönünde emir vermiş olduklarını söyledi. Bu başlamıştı bile. Ancak ana hedeflerini başaramamışlar ve Makarios hayatta kalmış ve Baf’a kaçmayı başarmıştı – yerel bir radyo istasyonundan halka seslenmişti. Makarios’un bu yayınının bir kaseti vardı ve kentte bir konvoy oluşturarak bu kasedi çalmaları ve böylece Makarios’un hayatta olduğunu herkesin öğrenmesini sağlamaları yönünde karar aldılar.
Sonra Gogo kalktı ve konuştu, herkese paramiliter güçlerin polis karakollarına saldırdıklarını, buralarda direniş olmakla birlikte ekstradan destek almazlarsa bundan vazgeçmelerinin yalnızca zaman işi olduğunu anlattı. O zaman buralara da bazı insanları göndermeye karar verdiler. Stelyos babasıyla konuştu ve Stelyos’un yanına aileye ait avtüfeğini alarak Polis Karakolu’na gitmesine karar verdiler.
Stelyos, ayrılmadan önce Şialis’e gidip selamlaştı, iyi arkadaştılar ve Stelyos kızı Katerina’nın dünyaya gelmesi nedeniyle onu kutlamak istiyordu.
14 YAŞINDAKİ ANDREAS DA KAMYONA BİNMİŞTİ…
Üç kamyon ve kamyonetin öncülüğünde ve birkaç sivil salon arabadan oluşan bir konvoy oluşturuldu çarçabuk. Pek çok insan kamyonetlere atladı, bunlar arasında 14 yaşında bir çocuk olan Andreas da vardı… Kamyonet yola çıkarken birkaç kadın o çocuğa aşağıya inmasını, çok küçük olduğunu söylediler ama artık çok geçti, konvoy yola koyulmuştu…
Bu arada altı genç adam da polis karakoluna gitmişlerdi. Karakolun ön tarafındaki ordu saldırısına tanık olmuşlardı fakat karakolun arka kapısından içeriye girmeyi başardılar.
SALDIRI ALTINDAKİ POLİS KARAKOLU…
İçeriye girerken oradaki sorumlu polis neredeyse onları vuruyordu ancak tam vaktinde onların destek için geldiklerini kavramıştı. Durumun ne kadar kötü olduğunu anlattı onlara ve kendilerini nerelere konuşlandırmaları gerektiğini gösterdi, dikkatli olmalarını, bunun bir oyun olmadığını, gerçek hayat olduğunu anlattı. Dışarıdaki ordu mensuplarına ateş etmeye başlamışlardı avtüfekleriyle ancak dışarıda bulunan orduya ait araçlar zırhlıydı ve onların doğru düzgün tüfekleri vardı, bu bir çatışma bile değildi…
Hemen ardından polis karakolunun ardından gürültülü bir motosiketin sesi duyuldu, büyük bir hevesle diğerlerine katılmak üzere Sotiris ve Kostas da gelmişti – her ikisi de 18 yaşındaydılar. Stelyos, Sotiris’i Ayyani’den komşuları olduğu için tanıyordu. Bu eşit olmayan savaşta hep beraber savaştılar, bu küçük güçler demokrasiyi savunurken, dışarıdaki askerler de sağcı subayların emriyle bir diktatörlük kurmak için savaşmaktaydı.
Unutsuz bir vakaydı ve bir süre sonra, polisin başı sivillerin yanına geldi ve onların dışarı çıkmasını emretti. Oyunu kaybettiklerini söyledi ancak kendileri görevlerini yerine getiren polis mensuplarıyken, siviller derhal öldürülebilirdi, geldikleri şekilde gitmelerini söyledi onlara…
KONVOYU BULMAK ZOR DEĞİLDİ…
On kadar sivil dışarıya çıktıktan sonra bundan sonra ne yapmaları gerektiğini konuşmaya başladılar. Sotiris, bir ordu subayına sürekli ateş ettiğini fakat onun hareket edip saklandığını, elindeki avtüfeğinin de bir işe yaramadığını söyledi. Yine de en iyisinin gidip konvoyu bulmak ve konvoya katılmak olduğuna karar verdiler. Bu zor değildi, Larnaka küçük bir kentti ve kent merkezi daha da küçüktü, ayrıca konvoy mümkün olduğunca çok gürültü yapmaya çalışıyordu, maksatları da buydu zaten.
Konvoya vardıklarında, Prodromos Lazaru’nun yaya olarak kamyonetlerin önünde yürüdüğünü, her bir elinde bir Yunan bayrağı tuttuğunu, insanlara gelip kendilerine katılmalarını çağırdığını gördüler. Annesi Kiriaku da yanında yürümekteydi.
Polis karakolundan gelen on sivil insan, kamyonetlere tırmandılar… Bu arada İlias Kumidis adlı 14 yaşındaki bir çocuk da kamyonetteki sınıf arkadaşlarına katılmıştı onlarla birlikte.
“SUBAYLARINIZIN YALANLARINA İNANMAYINIZ, ATEŞ AÇMAYINIZ…”
Konvoy bir yüz metre kadar daha gitmiş, ALKİ futbol kulübünün ofislerini geçmişler, kent merkezine doğru yol alıyorlardı. “Akropolis” denen ana kavşaklardan birinde durmuşlardı. Buranın yakınlarında askeri bir merkez bulunmaktaydı.
Her bir elinde birer Yunan bayrağı tutan ve bunları sallayan Prodromos, askerlere seslendi ve onların da Yunan olduğunu ve Makarios’un hala hayatta olduğunu söyledi. Askere alınmış olan sade erleri uyardı ve subaylarının yalanlarına inanmamalarını, ateş açmamalarını, konvoyun devam etmesine izin vermelerini söyledi, konvoydakilerin silahlı olmadığını ileri sürdü. Bu doğru değildi ancak silahı olanlar bu mesajı alıp silahlarını saklamışlardı.
Bu arada İlias Kumidis’in babası konvoya yetişmişti, oğlunu yakalamış ve onu aşağıya indirerek, “Nereye gittiğini sanın sen? Benimle geliyorsun. Hadi gidelim” demişti, onu kamyonetten indirmişti.
Konvoy nihayet Akropolis denen ana kavşağa ulaşmış ve burayı yavaş yavaş geçmeye başlamıştı. Prodromos bayrakları havaya kaldırarak askerlere sesleniyordu, “Kardeşlerim ateş etmeyiniz! Biz de Yunanız. Makarios hayattadır! Bunların yalanlarına inanmayınız! Bizler silahsızız!” diyordu. Askeri merkezdeki askerlerin aklı karışmıştı, emin olamıyorlardı. Konvoy hareket edince bir Yunan ordu subayı bir askerden bir tüfek kapıp havaya ateş açtı. Kamyonun arkasındakiler ateş açıldığını duyup paniğe kapıldılar. Bunlardan biri bir tabanca bulup ateş açtı. O zaman herkes gelişigüzel ateş etmeye başlayacaktı…
1974’te darbecilere karşı demokrasiyi savunurken öldürülen dört kişi için yaptırılan anıt…
DÖRT ÖLÜ…
Konvoy dört farklı yönden vuruldu: Askeri merkezden, paramiliter keskin nişancıların yerleştirilmiş olduğu iki apartman bloğunun tepesinden ve kavşaktaki okuldan…
Stelyos pikaptaydı Sotiris’le birlikte, bu pikap da kavşağın ortalarındaydı. En ağır saldırıya uğrayan onların pikapıydı… Stelyos, vurulanları görmüştü… Pikap hızlanıp sakin bir sokağa doğru dönmüştü…
Durdukları zaman dört kişinin ölmüş olduğunu gördüler… 24 yaşındaki Ahilleas, 46 yaşındaki Yorgos Hacıstefani, 17 yaşındaki Yorgos Haralambus ve 14 yaşındaki Andreas… Diğerleri yaralanmıştı…
Daha sonra bu dört kişiyi onurlandırmak üzere ALKI futbol kulübü karşısına bir anıt yaptırılacaktı, bu anıtta ölenlerin resimleri ve kısa bir de şiir vardı. Şiir şöyleydi:
“Ey buradan gelip geçen, bu mesajı al ve yay
Bizler özgün insanlar olarak
Demokrasiyi savunurken düştük buraya
Öldük…”
YARALILAR VARDI…
Stelyos, Sotiris’in de kanadığını farketmiş ve ona, “Sen de vuruldun” demişti. Şoke olan Sotiris, yan tarafındaki karıncalanmanın olayların heyecanından değil, bir kurşundan olduğunu anlamıştı. Camları kırık, bir lastiği de patlak olan kırmızı renkli bir Honda’ya atlamışlar ve çevrelerindeki hengameden uzaklaşmışlardı. Başkaları da kurşun delikleriyle dolu ikinci bir arabayla Honda’nın peşine takılmıştı. Stelyos huzursuzlanmıştı çünkü polis merkezine doğru gidiyorlardı, hastanenin tam ters yönüne ve araç sürücüsüne bunu söylemişti. O tarafta barikatlar olduğunu söylediler kendine. Polis merkezine yaklaştıklarında bir polis koşarak onlara gelmiş ve yollarına devam edip ortadan kaybolmalarını söylemişti çünkü askerler hemen de merkezden ayrılıp onları aramaya çıkmışlardı. Yaralıları olduğunu söyleyince onlara hastaneye doğru gitmelerini ancak bu iki arabayla bunu yapmamalarını önermişti polis.
ERMENİ TAKSİCİ YARALILARI HASTANEYE GÖTÜRÜYOR
Polis karakolundan 100 metre kadar sonra bir taksi bürosu vardı, oraya gittiler. Tek seçeneklerinin hastaneye taksiyle gitmek olduğunu anlamışlardı. Diğerleri ortadan kaybolmuştuyaya olarak, Stelyos, Sotoris ve diğer yaralılar yalnız kalmışlardı. Ancak taksi şöförleri bu riski almaya yanaşmıyordu çünkü ortamın çok tehlikeli olduğunu biliyorlardı. Çok şükür emekli bir Ermeni taksi şöförü vardı orada, taksi bürosuna meslektaşlarıyla kahve içmeye gelmişti, herşeyi görmüştü ve onları götürebileceğini söyledi. Yaşlı bir taksi şöförü olarak Larnaka’yı çoğundan daha iyi biliyordu, barikatlardan kaçınarak onları hastaneye arka kapıdan sokmak için gitmesi gereken ara sokakları ve yan yolları biliyordu.
Hastaneye vardıklarında, paramiliter kuvvetler silahlarını her an kullanabilecek vaziyette onlara yaklaştı… Onlara komünist köpekler diye bağırarak derhal onları infaz etmek istediler ancak Ermeni şöför arabadan aşağıya inerek sakin biçimde önlerinde durdu, onların yalnızca göstericiler olduklarını, polis karakolunda olup bitenlerle alakaları olmadığını söyledi kendilerine. Ona kenara çekilmesini söylediklerinde, kararlılıkla önce kendisini öldürmeleri gerekeceğini söyledi kendilerine. Bu arada nörsler ve diğer hastane personeli arabaya gelmişti, paramiliter kuvvetleri kenara itip, yaralıları hastaneye götürdüler.
HASTANEDE TEDAVİ VERİLMİYORDU…
13üncü Koğuş’a gitmeleri söylenmişti, direniş esnasında yaralanan tüm diğerleri oradaydı ve en azından resmi olarak hiçbirine herhangi bir tedavi yapılmıyordu bunların. 13üncü Koğuş’a varmadan, koridorda Sotiris’in teyzesi olan hemşire Marianna onlara yanaştı ve Sotiris’in yarasının ne kadar ağır olduğunu sordu. Kanamayı durdurmak için yaraya katlanmış bandajlar koydu ve fısıltıyla silah ya da mühimmat taşıyıp taşımadıklarını sordu. Stelyos temizdi falat Sotiris’in ceplerinde hala kurşunlar vardı, teyzesine verdi bunları, teyzesi de kanlı bandajların içine bu kurşunları sakladı. Yeni bandajlar bulup bunları dikkatlice yaranın üstüne sardı. Bu basit hareket, Sotiris’in hayatını kurtaracaktı çünkü sonradan Sotiris’in pantolonunda mühimmat araması yapılacaktı, kurşunları bulacak olsalardı, kesinlikle öldürülecekti…
Onüçüncü koğuşa vardılar. Hiçbir bakım görmeyen, kendi halinde yataklarda yatan pek çok insan vardı. Marianna onlara bu insanları hiçbir şekilde tedavi etmemeleri yönünde katı emirler olduğunu ancak bazı hastane personelinin gizlice bu kararlara uymadığını söyledi.
Darbeyi destekleyen hekimlerden biri olan Dr. Loizos, Sotiris ve Stelyos’a suratında bir sırıtmayla yaklaştı ve alaycı bir biçimde 13üncü Koğuş’taki tüm bu komünistlerin acaba fasulya yeyip de karın ağrısı mı çektiklerini sordu…
Bir süre sonra Sotiris’in teyzesi Marianna biraz ağrı kesici getirdi onlara, bu alacakları tek ilaçtı…
Larnaka’nın eski hastanesi…
“SON DUALARINI ET ARTIK…”
Bir süre sonra bir subayın öncülüğünde paramiliter kuvvetler koğuşa girdiler ve Sotiris’e doğru gittiler. Subay tabancasını çekti ve Sotiris’i sorgulamaya başladı, darbeye karşı savaşmakla suçluyordu onu. Sotiris sükunetini korumayı başardı ve yalnızca bir gösteriye katıldığında ısrar etti, ateş açma olaylarına katılmadığını söyledi. Bir noktada subay Sotiris’e son dualarını etmesini söyleyerek tabancayı başına dayadı. Tetiği çektiğinde silah tık dedi, içinde kurşun yoktu, bu düzmece bir infazdı. Paramiliterler gülmeye başladılar. Her halukarda bugüne kadar da hala gülüyorlardır…
Tüm bunlara karşın Sotiris hayatta kaldı, yurtdışında okudu, evlendi ve eşi ve iki oğluyla birlikte hala Larnaka’da yaşıyor.
Dulla, tüm bunları anlatırken Stella’nın sanki de rahatlamış gibi içini çektiğini duydu… Dulla, Stella’nın da tıpkı 1974’te kendisinin olduğu gibi 15 yaşında olduğunu farketti ve genç kuşağın yaşanmış olanların barbarlığını öğrenmelerinin ancak yapılacak doğru şey olduğunu hissetti…
Birkaç dakika sonra Stella sonunda ne olduğunu sordu…
Stelyos eve dönmüştü, kanlarla kaplıydı, onun vurulduğunu sanmışlardı ancak çarçabuk olup biteni aktardı onlara…
BU ÖYKÜ GERÇEK OLAYLARA DAYANMAKTADIR…
Mahalledeki tek telefon onlarda olduğu için herkes onları arıyor ve sevdiklerine mesaj iletiyordu… Örneğin Ksantulla’nın eşi darbe gününde yoktu, hatlar düelince aramış ve iyi olduğunu bildirmişti… Eşi bu haberi duyunca o kadar rahatlamıştı ki… O günlerde Dulla’ydı telefonlardan sorumlu, bir keresinde birisi aramış ve bir komşuyu kaçması için uyarmasını istemişti, paramiliterler onu öldürmek ya da tutuklamak için evine doğru yola çıkmışlardı. Annika’yla birlikte Dulla bu mesajı vermeyi başardılar, tam da orduya ait bir cip eve yanaşırken, o komşuları arka duvardan atlayıp kaçabilmişti…
Nihayetinde Türk ordusunun işgali başladı ve darbe çöktü…
Kaleme aldığım bu hikaye, Larnaka’da bir işçi sınıfı mahallesi olan Ayyanni çatışmasının hikayesidir. Bu hikaye, görgü tanıklarının anlatmış olduğu gerçek olayların edebileştirilmiş bir öyküsüdür. Bazı isimler, kimlikleri korumak maksadıyla değiştirilmiştir. Herhagi bir hatadan ben sorumluyum ve herhangi bir yanlıştan ötürü özür dilerim. Eğer birilerinin elinde daha fazla detay varsa lütfen bana bildirin çünkü tüm gerçeğin mutlaka anlatılması lazımdır…
(Dimitris Hacıdimitriu’nun İngilizce olarak kaleme aldığı öyküsünü Türkçeleştiren: Sevgül Uludağ/YENİDÜZEN)