Okuyacağınız makale yeni değil, Şubat 2020’de kaleme almışım. “Bir mektup ve çöpe giden plan” başlığını koyduğum makalenin baş aktörlerinden birisi de geçtiğimiz 3 Ağustos’ta 46.ölüm yıldönümü anılan ve Kıbrıs tarihine damga vuran Kıbrıs Cumhuriyeti’nin ilk Cumhurbaşkanı olan Başpsikopos Makarios. Yok yok merak etmeyin, kendisini yad edecek halim yok, derdim sadece ve sadece gerçekleri yazmaktır.
Kıbrıs sorunu görüşmelerinin yeniden başlama sinyalleri verdiği bir dönemde, geçmişte yaşananlara bakıp değerlendirmeler yapmak her zaman iyidir.
Ama maalesef bunun yerine geçmişe takılıp kalmaktan başka pek bir şey yapılmıyor ve o günlerin acıları, bugün adanın her iki tarafında da oluşan statükonun can suyu olarak kullanılmaya devam ediyor. Aslında en başta yapılması gereken şey, iki tarafın resmi tarih tezlerinin çöpe atılması ve bunun yerine gerçeklerin konuşulmasıdır. Çünkü gerçekler bambaşka cereyan ederken, resmi tarih öğretileri bambaşka senaryolar çiziyor.
Gerçekten de Makarios’un adanın bölünmesindeki rolü azımsanmayacak derece büyüktür. Ancak onun 1964 sonrası değişen tutumu, Enosis fikrinden uzaklaşması, özellikle de 1967 Cuntası sonrası Yunanistan ile düşmanlık derecesine varan bir ilişki biçimine girmesi gözden kaçırılmamalıdır. Bu makalede 1964’ün o sıcak günlerinden bir takım belgeli gerçekler vardır. Resmi tarih tezleri bu gerçekleri yazmaz.
Öte yandan son olarak, Makarios’un ölüm sebebi olarak ‘kahır’ gösterilir. Bunu pek çok Rum’dan duymuşluğum da vardır. Öyle ki 1913’te Baf’ın Panaiya köyünde doğan ve Yunan cuntası destekli Eoka-B tarafından defalarca suikast girişimine maruz kalan Makarios’un ölümüne sebep olarak, 1977 Şubat’ında onun gibi Baflı olan Rauf Denktaş ile imza ettiği anlaşma gösterilir. Eski Rum lider Nikos Anastasiadis tarafından da Crans Montana sürecinde sık sık dile getirilen ve “büyük taviz” olarak nitelenen federasyon tezi ilk kez resmi olarak o anlaşma ile kabul edilmiştir. Denilen o ki, Makarios o anlaşmanın getirdiği acıya dayanamayıp ölmüş. Söylenti gerçek mi bilmiyorum ama bugün federal Kıbrıs için konuşabiliyorsak, bunda hem Makarios’un hem de Denktaş’ın rolü vardır diye düşünüyorum.
***
Tarih 5 Haziran 1964
ABD Başkanı Lyndon. B. Johnson (LBJ) o tarihten sadece 3 gün önce, Kıbrıs’taki olaylara tepki gösterip adaya çıkma kararı alan Türkiye Başbakanı İsmet İnönü’ye son derece ağır ve diplomatik teamüllerin dışında tehdit dolu bir mektup yazarak bundan vazgeçmesini ister.
Tarihe ‘Johnson Mektubu’ olarak geçen ve İsmet Paşa’nın siyasi hayatını bitirecek bir takım olayların başlangıcı sayılan mektup Türkiye’de infial yaratır. Amerika kısaca bu işin Türkiye ile Yunanistan’ı harbe sokacağını ve soğuk savaşın en krizli yılları sayılan o günlerde bunun NATO’nun güneydoğu kanadını berhava edeceğini düşünmektedir.
Ancak mektup işi iki ülkeyi gerer, Amerikan karşıtı gösteriler sokağa taşar.
22 Kasım 1963’te suikaste giden JFK’in yerine başkan olan LBJ, durumu yatıştırmak için İnönü’yü Washington’a davet eder. İnönü kabul eder ve yanında iyi bir danışman götürmek ister. İşte o danışman Nihat Erim’den başkası değildir.
Erim bu durumu anılarında “İsmet Paşa benden parlamento adına danışman olarak kendisiyle ABD’ye gitmemi istedi, ben de kabul ettim. Amerika, gerilen ilişkileri düzeltmek için Kıbrıs sorunu konusunda Türkiye’yi de tatmin edecek bir plan düşünmektedir. Nitekim Johnson, bu konuya en güvendiği adamı Dean Acheson’u atar” diye anlatır.
Böylece İsmet Paşa ve Erim de dahil heyeti Washington’a gider. Tarih 21 Haziran 1963’tür. Paşa orada krallar gibi karşılanır, her türlü nezaket gösterilir, ardından da sadede gelinir. Johnson’un Kıbrıs sorununun çözümü ile ilgili bir planı vardır. Önce Dean Acheson, Paşa’ya takdim edilir. Paşa görüşmeye hazır olduğunu söyleyerek konuya hakim olan Nihat Erim’i müzakereci olarak atar. Bütün bu gelişmeler, Potamac Nehri üzerindeki bir yatta Paşa onuruna verilen bir akşam yemeği sırasında yaşanır. Hatta orada bir de ortak bildiri yazılarak, ulaşılacak olan çözümün ‘kuruluş anlaşmalarının bağlayıcı etkilerini’ de göz ardı etmeyeceği belirtilir. Erim bu durumu anılarında “Makarios’un Anayasa’yı değiştirme çabasını göz ardı edip, sadece kuruluş anlaşmalarının bağlayıcı ilkelerini temel olan bir anlayış içine girdik” şeklinde ifade edecektir.
Johnson, İsmet Paşa’dan iki gün sonra Washington’a inen Yunanistan Başbakanı George Papandreu’dan da Kıbrıs sorunu için özel bir müzakereci atamasını ister. Esas niyeti, bütün tarafları Camp David’e kapatıp, anlaşana kadar süren bir müzakereye hapsetmektir. Camp David derken, gerçekten de Maryland’daki deniz üssünden bahsediyorum.
Ancak Papandreau, bu zirvenin hem BM şemsiyesi altında olması hem de ‘Amerikan’ damgası taşımaması için Cenevre’de yapılmasını önerir.
Nitekim Johnson bunu kabul eder ve iş Cenevre’ye taşınır ancak Yunanlıların istekleri bitmek bilmez. Öyle ki Yunanlılar, üçlü zirve değil de Acheson ile teke tek görüşmek isterler. Erim anılarında bunun için “Yunanlıların bu isteğini de kabul ettik. Bizim için önemli olan planın kendisiydi” diye yazacaktır.
Böylece Cenevre’de yapılan bir dizi görüşmenin ardından 1.Acheson Planı sunulur. Plan bugünkü Komibekir (Büyükkonuk) köyünün doğusundan itibaren 200 mil karelik bir bölgeyi 50 yıllığına Türkiye’ye önerir. Yine planda ada genelinde en az sekiz Türk kantonu kurulacaktır. Karşılığında ada Yunanistan’a verilecektir. Yani Enosis!
Erim planı da yanına alarak Ankara’ya gider ve konu Bakanlar Kurulunda saatlerce tartışılır. Sonunda Türk hükümeti prensip olarak planı kabul eder.
Yine Erim anılarında bu konuda “Alacağımız parçanın küçük ve bir hava sahası olmaması sorun olarak dursa da bunu tartışarak çözebileceğimizi düşünüyorduk. Cenevre’ye döndük. Acheson, Papandreu’nun da prensipte planı kabul ettiğini söyledi. Ama Papandreu’nun konuyu Makarios’la tartışmak istediğini ve onu Atina’ya davet ettiğini öğrendim. Bunu öğrendiğim anda da planın suya düşeceğini anladım. Çünkü Makarios’un bunu kabul etmeyeceğini biliyordum” diye yazar.
Nitekim Erim haklı çıkar. Atina’ya giden Makarios, saatler süren toplantıdan büyük bir hışımla ayrılırken, dışarıda bekleyen basın ordusuna “Bu plan adanın ismi konulmamış taksim edilmesi planıdır. Achesonda ‘kendi kendini atayan birisidir'” diye konuşur. Yani pratik olarak Makarios, eline geçen ‘Enosis’ fırsatını yine elinin tersiyle iter!
Ardından 1964 Ağustos’unda araya Erenköy saldırısı girer, sürece ara verilir. Ancak Türk jetlerinin müdahalesi sonrası, taraflar bir kez daha Cenevre’nin yolunu tutarlar.
İkinci plan orada sunulur. Acheson, ilk görüşmede Erim’e planın kendisinin değil de Johnson’un teklifi olduğunu söyler. Hatta bu görüşme sırasında odada bulunan teleksten bizzat Johnson’un ofisi tarafından gönderilen yeni planı okur.
Erim, anılarında ikinci planın birincisine göre kabul edilmez bir halde olduğunu anlatır. Çünkü planda Kıbrıs’taki anayasal durumla ilgili hiçbir iyileştirme olmamasının yanı sıra, Türklere verilen herhangi bir coğrafik alan yoktur ve Türkiye’ye bugünkü Dikelya üssünün hemen kuzeyinde küçük bir deniz üssü verilmesini öngörmektedir.
Haliyle Türkiye planı reddeder. Aynı saatlerde Yunanistan da plana ret cevabını verir.
Böylece Kıbrıs müzakerelerinin ilk çözüm planı tarihin çöplüğüne yollanır.
Bu plan çöpe giden ilk plan olmayacak, aradan geçen 60 yıllık sürede tarihin ‘Kıbrıs sorunu çöplüğü’ planlarla dolup taşacaktır…