Geçtiğimiz hafta Çin ekonomisinin gidişatı yine Batı medyasının odağındaydı. Aslında Çin ekonomisi yılın ikinci çeyreğinde bir yıl öncesine göre yüzde 6.3 büyümüştü. Ancak bu Covid nedeniyle büyük şehirlerde karantinanın sürdüğü, haliyle talebin zayıf seyrettiği bir döneme göre kaydedilen, yaygın ifadeyle baz etkisi sayesinde sağlanan yüksek bir büyümeydi. Bir önceki çeyrekle karşılaştırınca ise ancak 0.8’lik bir büyüme söz konusuydu. Bu elbette Çin’in geçmiş performanslarıyla kıyaslanırsa zayıf bir tempoya işaret ediyordu. Bu yılki resmi yüzde 5 büyüme hedefinin tutturulması dahi zor görünüyordu. Gelgelelim, IMF’nin 2023 ABD büyüme tahmininin yüzde 1.8, Avro Bölgesi yüzde 0.9, Birleşik Krallık yüzde 0.4 iken Çin için 5.2 olduğunu da unutmayalım.
Gerçi son dış ticaret rakamları da pek iç açıcı değil. Temmuz ayında ihracat bir yıl öncesine göre yüzde 14.5 düşerken, ithalat da yüzde 12.4 gerileme gösterdi. İhracattaki ivme kaybı, hem küresel ticaretin yavaş seyrinin, hem de ABD’nin uyguladığı ambargonun bir yansıması. İthalat ise, zayıflayan tüketici harcamaları yanında imalat sanayinin zayıf girdi talebinin sonucu daralıyor.
DEFLASYON KORKUSU
Ama bunlardan daha kaygı verici olanı, dünya enflasyon sorununu alt etmeye çalışırken, Çin’de fiyatların düşüş eğilimine girmesi. Temmuz ayında tüketici fiyat endeksi bir yıl öncesine göre %0.3 düştü. Üretici fiyatları endeksi ise, tam %4 gerileme gösterdi. Düşen fiyatlar 2023 başında Covid kısıtlamalarının kaldırılmasından sonra bile tüketim harcamalarının beklenen sıçramayı yapamamasının işareti kabul ediliyor.
Türkiye’de hayat pahalılığıyla cebelleşen okurlarımız haklı olarak, “fiyatların düşüşünün neresi kötü?” diye sorabilirler. Fiyatlarda belli ürünlerde dünya fiyatlarında gerileme veya üretkenlik artışı sonucu maliyetlerde tasarruf kaynaklı düşüş gözlenmesi halinde deflasyon tehlikesi baş gösterir. Bunun iki temel sakıncası vardır. Birincisi, bizlerin fiyatlar nasıl olsa yarın artar düşüncesiyle zaman zaman acil ihtiyacımızdan fazla zeytinyağı, tuvalet kağıdı vb. almamızın tam tersi olarak, insanlar fiyatlar madem düşme eğilimine girdi, yarın daha da ucuz olacak diye düşünebilirler. Bu durumda en zorunlu gereksinimleri dışında hiçbir alım yapmazlar, talep zınk diye durur. Bu psikoloji egemen olursa indirim kampanyaları filan da sonuç vermez. 80’lerin sonundan beri Japonya’nın yaşadığı gibi hele bu durum emlak piyasasına sıçrarsa, bu sarmaldan çıkmak hiç de kolay olmaz. İkincisi, fiyatlardaki gerileme tüm borçların reel maliyetini artırır. Borçlu şirketlerin düşen cirolarından anapara ve faiz ödemelerini yapmak zorlaşır. Böyle bir durumda faizi düşürmek de talebi uyarmaya yetmez.
Sızan haberlere göre Çinli yetkililer deflasyon kelimesinin ağıza alınmasından tedirginlik duyuyorlar. Ekonomi yorumcularını bu kavramı kullanmaktan kaçınmaları için uyarıyorlar. İngiliz The Guardian gazetesinin ekonomi editörü Larry Elliot’a göre deflasyondan bahsetmek için henüz erken. Çünkü Temmuz ayı düşüşü gıda fiyatlarındaki gerilemeden kaynaklanıyor. Gıda ve enerji gibi fiyatları oynak kalemleri düşerek hesaplanan çekirdek enflasyon pozitif bölgede olduğu gibi, yüzde 0.4’ten yüzde 0.8’e artış bile gösterdi. (Larry Elliot, The Guardian, 03 Ağustos 2023).
Çin Komünist Partisi yönetiminin ekonominin ihracat ve yatırımdan tüketime doğru dengelenmesini arzu ettiği açık. Ancak şimdilik ABD’nin Covid döneminde yaptığı gibi nakit dağıtarak tüketimi kamçılamaya yönelik adımları tercih etmiyorlar. Çin’de ailelerin tasarruflarının yüzde 60-70’i gayrimenkule park edilmiş durumda. Emlak fiyatlarının düşüşü insanların kendilerini güvensiz hissetmelerine, “fakirleşiyorum” psikolojisine sürüklenmelerine yol açıyor. Bu da diğer alanlara da harcama yapmaktan kaçınmalarına, dolayısıyla toplam talebin zayıflamasına neden oluyor.
ÇİN’İN AKIL HOCALARI
Böyle zamanlarda akıl hocaları da artıyor. İngiliz Financial Times (FT) gazetesi, Çin’de büyümenin yavaşlamasının emek kesiminde huzursuzluğun artmasına, genç işsizliğinin sıçramasına ve düşen emlak fiyatlarının ailelerin kendilerini daha yoksul hissetmelerine neden olmasından hareketle, yetkilileri önlem almaya çağırıyor. Birincisi, devlet bankalarının yerel yönetimlerin borçlarını ertelemesi ve faizlerini düşürmesi gerektiğini söylüyor. Onların da borçlarını ödeyebilmeleri için bazı varlıklarını özel sektöre satmalarını, yani özelleştirmelerini öğütlüyor. İkincisi de, konut piyasasındaki düzenlemelerin gevşetilmesini, yani peşin ödeme yükümlülüğünün düşürülmesi, kredi faiz oranlarının aşağı çekilmesi gibi adımlar öneriyor. Çünkü Çin ekonomisinin yavaşlamasının küresel anlamda olumsuz sonuçları olur diyerek baklayı ağzından çıkarıyor. The Economist dergisi de benzer şekilde Çin’e bütçe açıklarından korkmamasını, harcamalarını artırmasını salık veriyor. (China’s troubling drop into deflation, The Editorial Board, Financial Times, 10 Ağustos 2023,The Economist 12-18 Ağustos 2023)
BİDEN’IN SALDIRI HAMLESİ
Uluslararası sermayenin yayın organları Çin ile ilgili böyle kaygılana dursun, Biden yönetimi 9 Ağustos’ta ülke ekonomisini boğmaya yönelik yeni önlemler açıklayarak, Pekin’e karşı açtığı ekonomik savaşta yeni bir saldırıya geçti.
ABD’nin “ulusal güvenliğini” korumak gerekçesiyle yürürlüğe girecek önlemler, Çin ile iş yapan Amerikan vatandaşlarının yapay zeka ve ileri yarı iletkenleri konusunda yaptıkları tüm yatırımları deklare etmelerini şart koşuyor. Genelge ara metinde Çin’i zikretmeyip, “ilgili ülkeler” ifadesini kullansa da, metnin ekinde Çin’i, Hong Kong’u ve Macau’yu kapsadığı görülüyor.
Çin’in ticari sektörlerle askeri sektörlerin faaliyetlerini iç içe geçirdiği; yarı iletkenler, kuantum bilişim teknolojileri ve yapay zeka alanlarında ABD’nin ulusal güvenliğini tehdit edecek kapasiteye ulaştığı öne sürülüyor. Halbuki askeri ve ticari faaliyetleri bütünleştirme konusunda en cüretkar ülkenin ABD olduğunu, “askeri sınai kompleks” ifadesinin Pentagon’u sembolize ettiğini cümle alem biliyor.
ABD’nin Çin ekonomisini boğma hamleleri başta Japonya ve Güney Kore gelmek üzere “müttefik” Asya ülkeleri tarafından sıcak karşılanmıyor. Çünkü Çin ile tedarik zincirlerinde sıkı entegrasyonu bulunan ülkeler, “önce Amerika” stratejisinin kendi ekonomilerini de baltalayacağını düşünüyor. Başkanlık seçimleri yaklaşırken Biden yönetimi Çin’e daha sert yaptırımlar öneren Cumhuriyetçilere inisiyatifi kaptırmamak için Çin umacısı üzerinden demagoji yapmaya devam ediyor.
SOLDAN ÇİN’E BAKIŞ
New Left Review Sidecar’da Ho-Fung Hung Çin’in ekonomik sorunlarının pandemiden önce belirgin hale geldiğinden hareketle, ülkenin bir aşırı birikim krizinden muzdarip olduğunu öne sürüyor. İhracat sektörünün kazandığı dövizlerin Çin Merkez Bankası’nın piyasayı likiditeye boğmasıyla sonuçlandığını, aşırı genişleyen kredilerin geçici olarak yüksek istihdam ve büyüme yarattığını söylüyor. Ama bu dinamiğin verimsiz altyapı projeleri, boş apartmanlar, kullanılmayan havaalanları, gereksiz kömür madenleri, ve çelik atölyeleri yarattığını vurguluyor. (Ho-Fung Hung Zombie Economy, New Left Review 4 Ağustos 2023).
Aslında devlet başkanı Xi Jinping de bu tehlikenin farkında olmalı ki, kalitesiz bir genişleme yerine; yenilikçiliğe açık, yüksek teknolojili ve yeşil bir büyümeden yana politikalar uyguluyor. Çin ekonomisinin önümüzdeki yıllarda yavaşlayacağı görülüyor. Ancak Hung’un iddia ettiği gibi Çin’in ciddi bir birikim krizi içine düştüğünün yeterli kanıtı bulunmuyor. Pekin’in teknolojideki atılımları bu tıkanmanın aşılacağına dair umut veriyor.
Michael Roberts ise, Çin’e daha hayırhah davranıyor. Çin’in pandemiyi, hem ekonomisi durgunluğa sürüklenmeden, hem de en az insani kayıpla atlattığını vurguluyor. Covid’den milyon başına ölüm sayısı ABD’de 3500, İsveç’te 2325, hatta Hindistan’da 375 iken bu rakamın Çin’de 85’te kaldığını hatırlatıyor. Çin’in kaliteli üniversiteleriyle, yetişkin işgücü ile kamu sektörü sayesinde tekrar tatminkar bir büyüme ritmi yakalayabileceğini düşünüyor. Hükümetin çıkış yolunu özel sektöre destekte aramak yerine, iç tasarrufları kamu yatırımlarına yönlendirmeye odaklanmasını tavsiye ediyor. (China: consumption or investment? Michael Robrets Blog, 2 Ağustos 2023).
Dünya ekonomisindeki kilit rolünü düşünürsek, ABD hapşırırsa dünya hasta olur sözünün artık Çin için de pekala geçerli olduğunu söyleyebiliriz. Doğrusu ABD de Çin’i hapşırtmak için elinden geleni ardına koymuyor…