Çin’in en yüksek düzey diplomatik pozisyonu kabul edilen ÇKP Dış İlişkiler Komisyon Başkanlığı görevini sürdüren Wang Yi, Türkiye ziyaretinden bir gün önce Dışişleri Bakanı Qin Gang’ın bilinmeyen bir nedenden görevden alınmasıyla Dışişleri Bakanlığı görevine de getirildi. Böylece, çift kartvizitiyle yaptığı ilk uluslararası ziyaret Türkiye’ye olmuş oldu. Ziyaret Türkiye hükümetinin davetiyle, Wang Yi’nin Güney Afrika’da katıldığı BRICS, yani yeni yükselen ekonomiler kabul edilen Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika’nın yıllık toplantısı sonrasına eklenmişti. Ziyaretten önce yapılan açıklamada Çin’in Türkiye’nin BRICS’e katılma arzusunun farkında olduğu söylendi. Bu, Çin’in Küresel Güney ülkelerine liderlik yaparak yeni formel ve enformel ağlar kurma politikasıyla uyumlu bir söylem. Peki, Türkiye’nin daveti BRICS ya da benzeri Çin’in ağırlıkta olduğu bölgesel ve küresel örgütlenmelere dahil olmak için uzun vadeli bir dış politikanın bir parçası mıydı? Yoksa Erdoğan hükümetinin karşı karşıya olduğu derin ekonomik krizden palyatif yöntemlerle çıkmaya yönelik kısa soluklu çabalardan biri mi?
Wang Yi’nin ziyaretinden bir hafta önce Erdoğan Birleşik Arap Emirlikleri’nden 11 milyar dolarlık mali yardım sözü aldı. Ayrıca, Suudi Arabistan ile 3 milyar dolarlık bir insansız hava aracı anlaşması sağladı. Türkiye’nin Çin’den istediği de benzer bir destek. Mali yardım talebi taraflar tarafından görüşmenin öncesi ya da sonrasında dile getirilmedi ama önümüzdeki dönemden bu minvalde haberleri takip etmek gerek çünkü Erdoğan hükümeti daha önce de mali krizin derinleştiği noktalarda Çin’den OOF denilen koşulsuz krediler almıştı. Bu koşulsuz krediler, artık Cumhurbaşkanlığı tarafından kontrol edilen Varlık Fonuna aktarılıyor ve bu kredilerin nereye nasıl kullanıldığını kontrol etmek ya da bilmek mümkün olmuyor.
Doğrudan mali yardımların aksine, Erdoğan’ın yüksek sesle dile getirdiği bir talepse savunma sanayisiyle yapılacak anlaşmalar. Wang Yi’nin ziyareti sırasında İstanbul’da Türkiye’nin düzenlediği ve Baykar Holdingin ürünlerini pazarladığı Uluslararası Savunma Sanayi Fuarı gerçekleşmekteydi. Erdoğan, Çin’in, Suudi Arabistan’ın yaptığı gibi Baykar Holdingin insansız hava araçlarından (İHA) almasını beklediğini söyledi. Gerçekten de fuara Çinli şirketlerin yoğun katılımı dış basının da dikkatini çekmişti. Fuara ABD’den sadece beş şirket katılırken, Çin’den 74 şirket katılmıştı. Çin basınında da hem bu şirketlerle hem de konunun uzmanlarıyla röportajlar yapıldı, bu ilginin sebebi araştırıldı. Buna göre, Çin şirketleri kendi savunma sanayi ürünlerini NATO üyesi ülkelere satarak pazarlarını genişletmek istiyor ama ABD, NATO güvenlik sistemlerine Çinli şirketler erişim sağladığında bunun doğrudan Çin devletine erişim vermek anlamına geleceğini söyleyerek NATO üyesi ülkelerin Çin’le savunma sanayi ticareti yapmasına engel olmaya çalışıyor. Çinli şirketler de NATO üyesi ülkeler arasında ekonomisi en kötü ve dış yatırıma en muhtaç ülkelerden olan Türkiye’yi hedef seçmiş durumda. Bu şirketler, NATO pazarlarına içeriden girmek için Türkiyeli şirketleri satın almak istiyor.
Ancak, bu fikri uygulamaktan onları alıkoyan endişeleri de var. Örneğin, Türkiye’nin insansız hava aracı teknolojisinin yetersiz olduğunun Ukrayna Savaşı’nda ortaya çıktığını ve Türkiyeli şirketlere yatırım yapmanın ancak ciddi bir teknoloji aktarımıyla mümkün olacağını ama Türkiye ciddi bir mali kriz içindeyken ortamında böyle büyük bir sermaye ve teknoloji aktarımını göze almanın fazlasıyla riskli olduğunu düşünüyorlar. Üstelik, Türkiye’nin Çin’le savunma sanayi alanındaki ticari sicili de bozuk. Daha önce, imzalanan anlaşmayı ABD baskısı altında bozduğu olmuştu. O zaman, Çin, Türkiye’nin kendisini ABD’ye karşı bir koz olarak kullandığını düşünüp ilişkileri bir dönem soğutmuştu.
Mali yardım ve savunma sanayi gibi aciliyet arz eden konular dışında, Çin ve Türkiye arasındaki ilişkilerin uzun vadeli konularından biri olan Kuşak ve Yol Girişimi yatırımlarında da yeni gelişmeler var. Çin, Kuşak ve Yol’u yüksek teknolojili yeşil ve dijital pazarlara hakimiyetini genişletmek için kullanıyor. Doğu Akdeniz gibi Türkiye’nin içinde bulunduğu bölgelerde bu iki alanda devasa yatırımlar yapıyor. Çin’in Türkiye’deki yatırımları ise komşularının aksine, yakın zamanda atıl kalacak eski teknolojili ve çevreye zararlı projeler. Bu tercihte hem savunma sanayinde olduğu gibi Türkiye’nin mali kriz nedeniyle yatırım için riskli sayılması hem de Avrupalı şirketlerin Türkiye’nin yeşil pazarlarına hakimiyeti rol oynuyor. Şu anda, hükümetin Çin yatırımlarını davet ettiği alan elektrikli araç teknolojileri. Volkswagen ve Koç’un istemediği Manisa tesislerini bir Çinli şirket alacak mı, yakın zamanda açıklanacak. Çin’in ağırlıklı olarak yatırım yaptığı bir diğer sektör olan deniz üzerinde konuşlandırılmış (offshore) rüzgar türbinleri Türkiye’nin de geliştirmek istediği bir alan ama bu alana Çinliler girebilecek mi, onu da orta vadede göreceğiz.
Çin’den tüm bu ekonomik beklentilerin elbette bir siyasi karşılığı var. Erdoğan hükümeti, Wang’ın ziyaretinden önce Uygur meselesindeki tutumunu önemli ölçüde yumuşattı. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan da bu son görüşmede Çin’in aslında, geleneksel olarak Uygurların yanında yer alan dini ve milliyetçi muhalefetin yanı sıra, laik ana muhalefet de artık Uygur meselesini bir insan hakları sorunu olarak ele alıp sesini yükseltiyor. Ancak, CHP ve İyi Parti milletvekillerinin insan hakları komisyonu soruşturması talepleri Mecliste sürekli AKP ve MHP oylarıyla reddediliyor. Çin, bu tarz parlamenter komisyon soruşturmalarını iç işlerine müdahale olarak görüyor. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, bu son görüşmede Çin’in “iç işlerine karışılmayacağının” sözünü bir kez daha verdi. Bakalım, bu sözlerin bir karşılığı olacak mı?