iktibasPınar DemircanFukuşima’nın radyoaktif suyunun deşarjı benzer girişimlere emsal olabilir - Pınar Demircan

Fukuşima’nın radyoaktif suyunun deşarjı benzer girişimlere emsal olabilir – Pınar Demircan

Orjinal yazının kaynağıyesilgazete.org
diğer yazılar:

İklim krizi en son Çanakkale’de, Şırnak’ta, komşu Yunanistan’da, ülkenin ve dünyanın dört bir yanında küçük bir kıvılcımla ormanları, canlıların yaşam alanlarını hızla kömüre, küle çevirirken plastik ve atıklarla kirletilmiş olan dünya denizlerinin kar ve maliyet merkezli politikalar nedeniyle bir de fütursuzca radyoaktiviteye bulanması söz konusu. Zira bilindiği gibi Japonya hükümeti ve TEPCO tarafından yürütülen işlemler çerçevesinde tesis sahasındaki su tanklarında biriktirilmiş olan 1,34 milyon ton radyoaktif suyun deşarjına başlandı.

Atık suyun katılaştırılıp inşaat malzemesine dönüştürülmesi veya uzun vadede ilave depolama maliyetleri gerektiren 100 kat daha pahalı fakat daha güvenli seçenekler elenerek yalnızca 23 milyon dolarlık arıtma sisteminin kurulmasıyla Çevre Etki Değerlendirmesi(ÇED) dahi yapılmadan deşarj faaliyetinin hayata geçirilmesi ekokırım anlamına geliyor. Bununla birlikte 40 yıl süreceği belirtilen bu deşarj yöntemi birazdan nedenlerini okuyacağınız üzere küresel ekosistemin görünenden çok daha uzun ve yoğun bir şekilde  hücrelerine kadar sistemik bir saldırıyla karşı karşıya olduğunu ortaya koyuyor.

Japonya ‘arıtma’ konusunda doğruyu söylemiyor

Meselenin Çernobil nükleer felaketi ile aynı tehlike derecesindeki Fukuşima’da 2011 yılında deprem ve tsunami ile tetiklenen nükleer felaketin üç reaktör çekirdeğinin tam erimeye uğramasının sonucu olarak biriktirilen atık su olması, deşarj işleminin nükleer santrallerin olağan sayılan deşarj işlemlerinden farkını ve tehlikenin boyutlarını ortaya koymakta. Japonya Çevre Bakanlığı’nın internet sitesinde yayımlanan verilerle de itiraf edildiği üzere aslında biriktirilmiş atık su  içinde arıtma yapıldığı iddia edilen radyoaktif izotopların sayısı gerçek miktarın  yalnızca yarısı kadar! (1)

Bu noktada gözden kaçan bir detay radyoaktif suyun denize boşaltılması için telaffuz edilen 40 yıllık sürenin dışında deşarj miktarına dair bir bilginin paylaşılmamış olması. Zira bu durum belirtilmiş olan süre zarfında örneğin 100 yıllık deşarjın yapılma ihtimalinin de saklı olduğunu akla getiriyor. Ayrıca daha bugünkü itirazlar yok sayılırken 40 yıl süren bir deşarjın ardından deşarj  döneminin uzatılmasına karşı hangi itiraz ne kadar dikkate alınabilir?

Açıkçası Fukuşima’da deşarjına başlanmış olan radyoaktif suyun 10 yıl içinde Marmara, Akdeniz, Ege, Karadeniz dahil  dünya denizlerine karışmış olacağı gerçeğinin yanı sıra denizlerdeki buharlaşmanın da ekosistemdeki endüstriyel radyoaktiviteyi artırması söz konusu. Peki dünya genelinde kanser hastalıklarının, DNA bozulmaların, düşük vakalarındaki artışın, sağlıklı nesiller yetiştirmenin zorlaşması anlamına gelirken bu siyasi kararın  müsebbibi olan TEPCO, Japon hükümeti ve IAEA açısından fazlasıyla kötücül imaj oluşmuyor mu?

Hedef, ‘normalleştirmeyle’ aşılacak yeni eşik!

Anlaşılan o ki toplumsal itirazların yok sayılarak dünya denizlerinin nükleer atık havuzuna çevrilmesinin gerisinde kapitalist işleyişin çelişkili sürekliliğini kendi krizlerinin içinden güçlenerek çıkmasına borçlu olan uygulamalardan ilham alan daha büyük bir hedef yatıyor: Nükleer endüstrinin maliyetlerini düşürmesini sağlayan girişimlerinin normalleştirilmesiyle yeni bir eşiğin daha aşılması!

Yukarıda öne sürdüğüm iddiayı 10-12 yılda biriktirilmiş olan 1 milyon 340 bin ton suya Japonya genelinde diğer nükleer santrallerin atık sularının da eklenmesi ihtimaliyle düşünmek de mümkün. Zira iklim krizi şartlarında nükleer santrallerin maliyetli süreçleri bu endüstrinin ataletini artırırken IAEA bu yolla dünya genelinde operasyon halindeki 410 reaktörle inşası devam eden 50 reaktörün yanı sıra bakım onarım, operasyondan çıkarılmış söküm sürecindeki 80 kadar reaktörün  atık suyunun boşaltımını kolaylaştırarak endüstriyi cesaretlendirebilir.

Bu durum özellikle ülkemizde inşasında sona yaklaşılan Akkuyu Nükleer Santrali’nin sahibi Rusya’nın 1957 yılındaki Mayak nükleer santral kazasını ’90’lara kadar sakladığı  ve nükleer atıklarını Techa nehrine 1948 yılından 2004 yılına kadar boşaltmış olduğu gerçeğiyle düşünüldüğünde Rosatom‘un kirli sicili nükleer deşarjın  legalleşmesinden yararlanma ihtimalinin yüksek olduğuna işaret ediyor. Kaldı ki bu zihniyetin kendi toprağı da olmayan demokrasisi gelişmemiş bir ülkede ve 35 dereceyi aşmaması gereken deşarj suyu sıcaklığını sınırlayan maddeden Akkuyu’yu muaf tutan siyasal iktidarın hakim olduğu  karar süreçlerinde Akdeniz’de neler yapabileceğini öngörmek  zor değil!

IAEA’nın icra ettiği rol

Özetle devletlerin şirket gibi yönetilmesini benimsemiş olan siyasal iktidarların “verimlilik” karlılık iddialarıyla kimin karını ve menfaatini kolladığı Fukuşima örneğiyle bir kaz daha karşımızda. Ancak bu işleyişe eşlik eden küresel üst kurum olarak IAEA’nın  kamuoyunu teskin edici söylemlerinin etkisini es geçmemeli. Ne var ki o söylemler IAEA’nın icra ettiği rolün bir parçası. Nitekim  IAEA içinden dışarıya sızan bir belge TEPCO ve Japon Hükümetine desteğini açıklayan ajansın nükleer santrallerle ilgili olumsuz imaj yaratan açıklamalardan kaçınılmasını, basını ve kamuoyunu manipüle eden bilgilerin yaygınlaştırılmasını telkin ettiğini gösterirken bu kurumların aralarındaki kirli ilişkiyi deşifre ediyor.

 

Bununla birlikte IAEA’nın nükleer endüstri  içindeki koordinatlarının 1959 yılında Dünya Sağlık Örgütü (WHO) ile yaptığı bir anlaşmaya dayandığı atlanmamalı. Zira nükleerin çeşitli ölçeklerde toplum sağlığına etkisine dair en üst yetkili birim nosyonunu yüklenmesini sağlayan bu gizli anlaşma, kurulma nedeni nükleer santrallerin dünya genelinde yaygınlaşması olan bu üst kurumun küresel toplumun maruz kaldığı sağlık risklerini örtbas ettiğini açıklıyor. Özellikle Fukuşima sürecinde IAEA içinden ifşa edilen yukarıdaki belgenin skandal boyutu dikkate alınırsa IAEA’nın radyoaktif atık suyun  küresel sağlık riski bulunmadığı konusundaki taahhütlerine güvenilmesi yanıltıcı olur ki, bu durum IAEA’nın Ukrayna’daki savaşta Çernobil ve Zaporijya nükleer tesislerinden yayılan radyasyon verilerine dair  gerçekçi ve doğru bilgi paylaşmadığı ihtimalini de pekiştiriyor.

Sonuç olarak küresel toplum açısından yapılması gereken IAEA’dan sızdırılan bu belgenin skandal niteliğine dikkat çekilerek Fukuşima’dan okyanusa radyoaktif suyun deşarjının durdurulması ve nükleer santrallerin pazarlamasını önceleyen kurum olan IAEA’nin toplum sağlığını ilgilendiren karar süreçlerinin dışında kalmasını talep etmesidir.  Bununla birlikte  Fukuşima’daki radyoaktif kirliliğin bertarafında tüm proseslerin iç kontrol ve mali kontrol süreçlerinin en azından farklı iki birim tarafından ifa edilmesi sağlanacak şekilde görevler ayrılığı ilkesinin uygulanması talep edilmelidir.

Bu noktada süreçleri takip eden sivil toplum örgütlerinin üzerinde durduğu konuların aydınlığa kavuşturularak önlemlerin alınması önemli olduğu gibi nükleer santrallerdeki faaliyetlerin süreçlerden  birinci  derecede etkilenen çevre ülkelerce oluşturulacak bir konsorsiyumun dahliyle gerçekçi çözümlerin üretilmesi sağlanmalıdır. Bu konuda nükleer endüstri sathında Çernobil Nükleer Santrali’nin patlamış olan dördüncü reaktörünün dış hava koşullarından korunması için 1997 yılında 40 ülkenin bir araya gelerek finansmanını sağlamasıyla 2016 yılında tamamlanan çelik kubbenin inşası başarılı bir örnek alınabilir.

Kuşkusuz Çernobil için Ukrayna’nın maddi kaynak yetersizliğine bağlı olarak oluşturulan ekonomik ve idari kontrol mekanizmasının felaketin maliyetlerini tek başına üstlenen teknoloji devi Japonya açısından benimsenmesi zordur. Yine de istemi değiştirme yönünde henüz iradesini tam olarak ortaya koyamayan küresel toplum gezegendeki yaşamın tamamen dönüştürülmesinin sınırlarına gelinirken ancak bulabileceği sistem içi çözümle iklim krizine eklemlenen radyoaktif kâbusun önüne geçebilir. Yani siyasal iktidarların verimlilik ve karlılık iddiasıyla diline pelesenk olan “devleti şirket gibi yönetme” mantığının kurumsallık zeminine oturtulmasıyla, öykünülen şirket yönetiminin rasyonalitesine erişmek mümkün olabilir.

*

(1)Deşarja ilişkin detaylar için Yeşil Gazete’nin haberine bakabilirsiniz.

  • Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Yeniçağ Gazetesinin editöryal politikasını yansıtmayabilir 
- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
325AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin