Latin Amerika siyaseti nadiren de olsa şaşırtmayı başarıyor. İki yıl kadar önce, neredeyse hiç tanınmayan bir köy öğretmeni ve sendika örgütleyicisi olan Pedro Castillo, Peru devlet başkanı seçilmişti. Benzer bir durum şimdi Orta Amerika’nın en kalabalık ülkesi Guatemala’da Bernardo Arévalo’nun devlet başkanlığına seçilmesiyle gerçekleşmiş gibi görünüyor. İkinci turda oyların yaklaşık yüzde 60’ını alan Arévalo, ülkenin yüksek mahkemeleri tarafından diskalifiye edilme tehditlerine rağmen seçildi.
Guatemala’daki başkanlık yarışının son turu merkez solun iki adayı arasında geçti: Arévalo ve Sandra Torres. Gözden düşmüş eski devlet başkanı Álvaro Colom’un eşi olan Torres, solcu UNE partisini temsil ediyordu. Arévalo ise daha önce hiç devlet başkanlığı yapmamış olan merkez sol yolsuzlukla mücadele partisi Semilla’nın adayıydı. Peru’da Castillo’da olduğu gibi, Arévalo’nun ilk turdaki başarısı, haziran ayındaki oylamadan önceki günlerde son dakika dalgalanması gibi görünen durum nedeniyle gözlemcileri şok etti.
Takip eden günlerde Guatemala’nın yüksek mahkemeleri ve içişleri bakanlığı Arévalo’nun devlet başkanlığı ihtimali karşısında paniğe kapıldı. Dokuz kuruluş partisi seçimlerde hile yapıldığına dair resmi şikâyette bulundu. İnandırıcı deliller olmamasına rağmen, ülkenin anayasa mahkemesi daha önce benzeri görülmemiş bir adım atarak ihtiyati tedbir kararı verdi ve 25 Haziran sonuçlarının onaylanmasını erteledi.
Bununla da yetinmeyen içişleri bakanlığı, Arévalo’nun Semilla partisinin, uydurma suçlamalarla parti bürolarının yanı sıra üyelerin evlerinin aranması ve mülklerine el konulması talimatını verdikten sonra faaliyetlerini durdurdu. Bu eylem Arévalo’nun ikinci tura katılmasını engelleyecek ve aslında yerini görevdeki Alejandro Giammattei’nin Vamos partisinin adayı olan rejimin favorisi Manuel Conde’ye bırakacaktı. Ancak nihayetinde anayasa mahkemesi, yerel ve uluslararası tepkiler üzerine seçmenlerin iradesine saygı göstererek faaliyet durdurma kararını iptal etti. Guatemala eliti, pek çok seçim döneminden sonra ilk kez doğrudan kontrol edemedikleri bir adayla karşı karşıya kaldılar.
Guatemala rejimi, demokrasi ile otoriterlik arasında bir tür arafta kalıyor. Kâğıt üzerinde Guatemala demokratik görünüyor: Devlet başkanları tek bir dönemle sınırlı ve iktidar barışçıl bir şekilde el değiştiriyor, seçimler genelde özgür ve adil —en azından seçim gününde— ve görünürde bağımsız olan bir dizi kurum denge ve denetleme sağlıyor. Fakat bu görünümün altında, oligarşik otoriterliğin niş bir türü faaliyet gösteriyor. 2018’den bu yana, yaklaşık yirmi yargıç ve yolsuzlukla mücadele savcısı, devletten ve ortağı organize suç örgütlerinden gelen hukuki ve cezai tehditler nedeniyle Guatemala’dan kaçtı. Dahası, son 10 yılda Semilla’nın 2019 adayı Thelma Aldana da dahil olmak üzere, her seçim döneminde benzer sayıda devlet başkanı adayı (hem sağdan hem de soldan) yüksek mahkemeler tarafından adaylıktan diskalifiye edildi. Aldana, Guatemala’nın başsavcısı olarak görev yapmış ve üç eski devlet başkanının hapse atılmasına yol açan ve daha sonra Giammattei’nin başkanlıktaki selefi Jimmy Morales tarafından lağvedilen BM destekli yolsuzlukla mücadele komisyonu CICIG ile yakın çalışmıştı.
CICIG’nin milyonlarca dolarlık kurumsal ve siyasi yolsuzluk planlarını ortaya çıkarmasının ardından elitler, yolsuzluklarının bir daha asla ortaya çıkmayacağı umuduyla bağımsız siyasi otoritenin gerçek ve algılanan kaynaklarını çökertti. O zamandan bu yana ülkenin kurulu düzeni, kendisini bundan sonraki hukuki soruşturmadan koruma ve Guatemalalıların yüksek makamlara seçmelerine imkân verilen adayları önceden onaylamaya dönük hukuk savaşını silah haline getirdi.
Bu seçim döneminde Sandra Torres rejimin onayladığı adaydı. Eski First Lady, kendisini arka arkaya üç seçim döneminde ikinci tura taşıyan sağlam bir kırsal tabana sahip, iyi yağlanmış siyasi makinenin menfaatçilerinden. Ancak kendisi ve kocasının yolsuzlukları nedeniyle epey kötü bir şöhrete sahip olması nedeniyle son turda önceki birinde oyların yüzde 60’ından fazlasını alan rakiplerinin her ikisine de mağlup oldu.
Guatemala’daki müesses nizamın alışılagelmiş taktikleri göz önüne alındığında, Arévalo’nun ilk etapta yarışmasına izin verilmiş olması şaşırtıcı. Seçilmiş devlet başkanı beklenen saldırıdan kaçmayı nasıl başardı? Bunun basit yanıtı, mahkemelerin onu ilk etapta radarlarına hiç almamış olmaları. İlk turdan önce hem analistler hem de mahkemeler, yüzde iki ila dört arasında bir oy oranına sahip olduğu için onu gözden çıkarmışlardı. Haziran ayındaki oylamadan önceki günlerde, seçilmiş başkanın son dönemdeki yükselişi muhtemelen Guatemala’nın demokratik yollarla seçilmiş ilk devlet başkanı olan ve 1945-1951 yılları arasında görev yapan babası Juan José Arévalo’nun tarihsel hatırasıyla destek buldu.
Arévalo’nun babası, ABD destekli diktatör Jorge Ubico’yu deviren devrimci bir ayaklanmanın ardından iktidara gelmişti. “Ruhani sosyalizm” olarak adlandırdığı anlayışın takipçisi olan yaşlı Arévalo, kararlı bir demokrattı ama aynı zamanda mülkiyet haklarının önemini vurgulayan bir anti-komünistti. Halefi Jacobo Árbenz, Arévalo’nun desteklediği toprak reformu programını uygulamaya devam etti, fakat 1954’teki ABD destekli meşhur askeri darbeyle görevden alındı.
Darbe, ihtiyar Arévalo ve Árbenz’in Guatemala’nın toprak sahibi eliti için varoluşsal tehditler oluşturduğu hakikatini yansıtıyordu. Buna karşılık 2023’te genç Arévalo’nun ülkenin ekonomi modelini bozması pek olası değil. Birincisi, dört yıllık tek bir dönemle sınırlı ve kongre çoğunluğuna sahip değil. Dahası, seçilmiş devlet başkanı büyük ölçüde merkez sol bir liberal, ki Giammattei gibi muhafazakarları seçmeye eğilimli koyu dindar Katolik ve Evanjelik seçmenler için bunun zor bir satış olması beklenebilirdi. Sahiden de sol siyasette onlarca yıllık kariyerine rağmen Torres, Semilla adayını eşcinsel evliliği yasallaştırmak ve özel mülkiyeti kamulaştırmak istemekle suçlayarak bir dizi konuda Arévalo’nun sağından aday olmaya çalıştı.
Arévalo dış politika konusunda da son derece ılımlı. Uluslararası taahhütleri, Joe Biden onu bir laboratuvarda yaratmış olsaydı bile Washington’a daha angaje olamazdı. Seçilmiş başkan, Amerika’nın yakın ve uzak düşmanlarına karşı sert bir eleştirmen: Nikaragua’nın Daniel Ortega ve Venezuela’nın Nicolás Maduro’su gibi solcu rejimlerini kınadı ve Rusya ile devam eden çatışmasında Ukrayna’yı desteklediğini ifade etti ki bu Arévalo’nun daha radikal ve bağlantısız babasının muhtemelen reddedeceği bir tavırdı.
Árbenz’in devrildiği çatışma da dahil olmak üzere 20. yüzyıl boyunca Latin Amerika’yı parçalayan çatışmalarda, kraliyet elitleri sanayileşen reformculara, popülistlere ve solcu yeniden dağıtımcılara karşı mücadelelerinde anti-komünizm ve dinsel muhafazakarlığa başvurdular. Bugünün Guatemala elitleri ise despotizmlerine entelektüel bir kılıf uyduramıyorlar. Hepsinden önemlisi, geçmişte ve halen devam eden yolsuzluk ve suçlarından sorumlu tutulmaktan korkuyorlar. Arévalo’nun yolsuzlukla mücadele hareketi, suç işlemekten hüküm giymiş siyasetçilerin siyasi haklarının ellerinden alınmasını içeriyor ki bu fikir ülkedeki siyasetçileri dehşete düşürüyor.
Latin Amerika tarihi, Guatemala’nınki gibi despotik oligarşilerle dolu; bu oligarşiler çıkar ekonomileri üzerindeki rantiye kontrolünü sürdürmek için kanunlara, baskıya ve katliamlara başvururlar. Aynı zamanda Juan Domingo Perón ve Fulgencio Batista’dan Hugo Chávez ve Cristina Kirchner’e kadar bu rejimlere meydan okuyarak diktatör ya da suç patronu olmaya aday karizmatik yabancılar, popülistler ve demagoglarla da dolu. Kendi adına Arévalo pek popülist biri değil ve bu yolu izlemesi pek olası görünmüyor. Ancak Guatemala’nın 40’ıncı başkanı olarak zorlu bir mücadeleyle karşı karşıya ve bu, tam bir dönemi tamamlaması durumunda bile geçerli. Arévalo, görevde bir yılını doldurmadan geçen aralık ayında düşman bir kongre tarafından görevden alınan Perulu Pedro Castillo’nun başına geldiği gibi Guatemala yasama organının elinde zamansız bir ölümle karşı karşıya kalabilir. Bu belirsiz akıbete rağmen, Guatemala halkının ülkenin elitlerinin manevralarına karşı kazandığı zafer kutlanmayı hak ediyor.