Fazla bilimsel analizlere girmeyecem. Sadece şu tuhaf paradoksla yazya başlarken sizi biraz düşündürmek de olacak. Ülkemizde bolca ünüversitelerimiz var. Öğrenci saysı da resmi verilen nifusun 3.1 cıvarında. Yine de onca bilimsel etiketlere kraşın en basit konuda dahi öngörü falan da bulmak çok güç. Sadece ünüversiteleri rant veya daha deyişken isimle “sektörel” deyip brakıyoruz. Bir başka kaçışın da önemi, ülkemizin gerçekleriyle alakalı pek konuşmamama tutumudur. Buna ek olarak ekonomik alanda genel sisteme gidiş ise pek olmuyor. Sömürgecilik, ilhaklaşma ve neoliberal kuramlarla ortak deyerlendirme yapmak öcü gibi korkutucu olmaya devam ediliyor. Bunlar eksik kalınca da bazen maduratlı bezen de rant aşkıyla konuları değerlendirip brakma normalliğine ulaşıldı. Ozaman da gerçekler olmadan sorun konuşma paradoksu da resmi kültürşeşme düşüncesi olarak yerleşti.
Girişte dediyim gibi: fazla analizlere dalmayacam. Konuyu byrada brakıp basit güncele doğru yönelelim.. Tabi şu basit konuyla da karşılaşalım: resmi açıklamalar inandırıcı deyil. Bilimsel ile resmi istatistiklerin uyuşmama normaleği oluştu. Ozaman da Türkiyede açıklanan ve bizde de “eli kulağında” olan eflasyon aylık rakamları inandırıcılıktan çok uzak. Nitekim, Türkiyede bağımsız ekonomislerin açıkladığı ile resmi rakamlar arasında makas oldukça fazla açıldı. Ama bu rakamlarla da en basiti alınacak maaşlar dahi belirleme özdeşliği de kurumsallaştırıldı…
Sabahleyin, sohbet anındaydım. Malum, birileri de telefonla oynuyordu. Ansızın şu haberi okudu: “Benzine zam geldi”ç Hemen biri de katılarak “daha dün yapıldı” diye olayın nedenli sık sık gerçeklediğini de ekledi. Etraftakiler şöylesine bir deyindiler. Okadar. Başka yerlerde de aybni konuyu duydum. Fakat, öyle sık sık zam gelmesine rağmen, zam tüm madelere yansıma gerçekliğine rağmen, fazla tepki olmadan şöylesine bir deyinilip geçildi..
Daha sonra Takeci gazeteci gibi bazı medyacılar şovlaştırıp konuyu yorumladılar. Seslerini yükseltiler. Resmi medya ise sadece arada haber diye geçti. Bunlar gelinen siyasal koşulların adeta çekilen resmiydi. Halbuki şu basit noktayla olay genişletilip, beraberinde tepki de gelmesi gerekiyordu. Bizde şuda karıştırılıyor: tepki ile maduriyet anlatma özdeşleştirip. Zamlar veya başka konularda şikayet eder gibi maduriyet yapılıyor. Tepkinin sosyal muhalefet veya direnç noktasından oldukça uzaktırlar.
Bir basit hatırlatma. Kapitalist dünyada halktan bazı vergiler belirli ürünler aracıyla alınır. İletişimden benzine olan durumlarda eksradan vergi verilir. Satılan her benzin olayında belirli oranda vergi devletin kasasına girer. Bu gerçek gözden kaçırılmaz ise bazen dünyada petrol fiyatları yükselmese de benzine zam yapıp eksradan mali bütçeğe vergi girerek açığı kapatma uğraşı olur. Hat da ÖTV gibi eksra vergiyle lüks tüketim ekseninde halkın cebinden para alınır. Son sık sık zamlar yapılırken, dünyada petrol aşağı doğru iniyor, döviz dolaşımla oyalanma ekseninde dolaşmaktaydı. Demek ki zam gerekçesi yönetim kasasına para girme temelinde gerçekleştirildi…
Ay başına gelince, elektrik faturaları da kabararak geldi. Halbuki daha Temuza girmeden zam yapılıp faturalların kabaracağı kararı çoktan verildi. Tıpkı şimdiden eylül ayı başı yine elektrikte zam olacağı gibi. Ahali bulduğu bazı çevrelerde şikayetmname okudu. Okudu ve yakındı. Fakat, neden sonuç falan yok. Hele uygulanan doksanlar dönemli elektrik politikasının yanlışlarının bedeli ödetilme gerçeğine pek yaklaşılmak istenmez. Son geçirilen yasayla da karşılaşma nihyeti yok. Yasa geçip de ardından Aksa ile yapılan anlaşma sonucu otuz milyon dolardan eliiki milyon dolara ulaşan ödeme karı da habersizleşme şokuna sokuldu. Ama, elektrik faturaları yakıyor. Sıkılmadan da birileri sesleri yükseltip “özeleşsin” de diyor. Aksa devriyle alım garantili gerçeklikte olanı yok sayıyor. Batırılarak ve teslim olarak devrin daha ucuz olacağı gerçeğini onca ünüversite bilimcileri de birkaçı dışında anlatma cesareti olan da yok.
Elektrik faturası kabarık geldi. Birileri de zafiyeti kurtarma adına “beş yıl sonra Türkiyeden kablo ile elektrik gelecek” diyor. Ama, yapılan ve aslında dayatılan protokolü dikkatlice okuyan söylenen yalanı da yakalar. Unutulur ki bizim makamcılar yalan söylemede öyle acemileştiler ki kazara doğru kelime vurgulasa da kendi yandaşları başta olmak üzere kimse inanmayacak.
Tüm buna benzer tartışmalarda sömürgesel ekonomik kurumsallaşma, iç yapılanış işbirlikçi olsa da artık direk dış sermaye el koyma sürecinin gündemde olduğu adımlarını hiç dokunmak isteyen yok. KOltukcuların nasıl koltuğa geldiklerini unuturup, onlara bütün suçu atarak da çare arıyorlar. Gülünç olmaktan da çoktan çıkan şu sözler artık fayda getirmiyor: “nerde bu devlet”. Önemli bir gerçeklik de Türkiyedeki ekonomik çöküş ortada. Kriz dalgaları da malum. Kendi halkına katmerli zam ve vergi koyan iktidar, K. Kıbrısı güller içindemi yaşatacak? Türkiyedeki kamu kaynaklarını para bulma aşkkına satarken, Kuzey Kıbrısın kamusal alanlarını mı koruyacak. İşte Fikri bey hem de “eli taşın altındayken” orman alanlarının turizme açılmasını açıklıyordu. Geriye ne kaldıysa hem de ganimet veya kamusal alanı satarak ayakta kalıp koltukta oturmanın heycanıyla sıcakda debelenip duruyoruz.