“Gerçeği görmememizin nedeni…
yeterince cesur olmamamızdır.[1]
Galiba şimdilerde Sait Faik Abasıyanık’ın, “Kuşları boğdular, çimenleri söktüler, yollar çamur içinde kaldı.
Dünya değişiyor dostlarım. Günün birinde gökyüzünde, güz mevsiminde artık esmer lekeler göremeyeceksiniz.
Günün birinde yol kenarlarında, toprak anamızın koyu yeşil saçlarını da göremeyeceksiniz. Bizim için değil ama, çocuklar, sizin için kötü olacak. Biz kuşları ve yeşillikleri çok gördük.
Sizin için kötü olacak. Benden hikâyesi,”[2] ifadesindeki vahşet dengesi(zliği)yle, yani sürdürülemez kapitalizm patentli küresel bir felaketle yüz yüzeyiz!
Sefaletin ve çürümenin “olağan” hâle ge(tiri)ldiği tablo iklim kriziyle karakterize oluyor.
Bugünlerde tüm sarsıcılığıyla yüzleştiğimiz hâli Natalia Romé, “Barbarlığın normalleşmesi,” diye betimlerken; Theodor W. Adorno’nun, “Dünya ruhu… kalıcı bir felaket olarak tanımlanmalıdır,”[3] teşhisi doğrulanıyor mu ne?
Kim ne derse desin: Ekonomik, politik, demografik, ekolojik kriz(ler) ile sarsılan yerküre, Antonio Gramsci’nin kavramlaştırmasıyla “Organik bir kriz” ile yüzleşiyor.
Evet, evet bugün(ler)de olan da tamı tamına budur!
Görmüyor, bilmiyor olamazsınız: Uzmanlar uzun süredir gezegen düzeyinde bir yok oluştan söz ediyor. Felaketler artık sürpriz olmaktan, bilim-kurgu filmi olmaktan çıktı; evimizde, tarlamızda, bedenimizde, doğanın tüm canlılarının üzerinde varlığını gösteriyor. Peter Forbes’un, “… ‘Yeni Normal’e değil, yok oluş çağına giriyoruz,”[4] uyarısı boşuna değil…
Ekolojik yıkım, doğa krizi, iklim krizi büyüyerek yayılıyor. Çarpan etkisi yaratarak büyüyen bir süreçteyiz. Sürdürülemez kapitalist yıkım, atmosfere saldığı CO2 ve metan gazlarıyla yerküreyi yok oluş eşiğine getirdi.
BM ‘Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) ‘İklim Değişikliği 2021’ raporuna göre, “İşleri bir nebze de olsa düzeltebilmek için son düzlükteyiz”![5]
Uzatmadan, sadece birkaç veri aktarmakla yetineceğim!
- i) Araştırmalar, küresel ısınma sürecinde, bugünkü eğilimler devam ederse 3 milyar insanın yaşamaya uygun olmayan koşullarla yüz yüze kalacağını gösteriyor![6]
- ii) Küresel ısınma yoğun göç hareketlerini ortaya çıkarırken; bir rapora göre, 2050 yılına kadar 216 milyon insan göç edecek![7]
iii) WWF’in ‘2020 Yaşayan Gezegen Raporu’na göre 50 yıl içinde omurgalı tür popülasyonları yüzde 68 oranında azaldı. BM raporları da dünya genelinde 1 milyon canlı türünün yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu gösteriyor![8]
- iv) ‘Brüksel Vrije Üniversitesi’nin araştırmasına göre, 2020’de doğan çocuklar yaşadıkları ülkede karbon salımını azaltma hedefine ulaşılmış olsa bile hayatları boyunca ortalama 30 aşırı sıcak dalgasını deneyimleyecek![9]
- v) BBC’nin küresel ölçekli analizine göre, aşırı sıcak gün sayısı 40 yılda iki kat arttı![10]
- vi) Grönland’ın buz tabakalarının on yılda 3.5 trilyon tondan fazlasının eridiğini tespit eden araştırmaya göre bu durum, “dünya çapında sel risklerini artırıyor”![11]
vii) ‘Dünya Tsunami Farkındalık Günü’ raporuna göre, tsunamiler 10 yıl içinde dünya nüfusunun yüzde 50’sini tehdit edecek boyutlara ulaşacak![12]
viii) İklim krizine neden olan sorunlarla ilişkili hastalıklar ve hava kirliliği nedeniyle yılda yedi milyon kişi erken ölüyor. Yiyecek, su kaynaklı hastalıklarda artış var. Dünyanın dört bir yanında aşırı hava olayları ile ilgili felaketler daha sık görülüyor. Gıda güvenliği ve tedarikinde sorunlar açlığı ve kötü beslenmeyi artırıyor. Yükselen deniz seviyesi evleri ve yaşam alanlarını tahrip ediyor. İklim değişikliği travma sonrası stres bozukluğu ve anksiyetede artışa, insanların ruh sağlığında bozulmalara yol açıyor![13]
“Verilerin dili çok net, değil mi?!” Sorularınıza geçersek:
Xwebûn Gazetesi-Mizgîn Sonuk (XG-MS): İnsanın doğayı yenmesi kendisini yenmesi demek değil midir?
John Bellamy Foster’ın, “İnsan doğanın bir parçasıdır”;[14] Ernest Callenbach’in, “Her şey birbiriyle bağlantılıdır. Her şey bir yere gider. Hiçbir şey sonsuz değildir. Son sözü doğa söyler,”[15] ifadelerindeki üzere doğa insanın dışında yabancı bir nesne değildir, insan doğanın bir parçasıdır, insan doğayla bütünleşmiştir, insan doğa sayesinde var olmuştur ve doğa sayesinde varlığını sürdürmektedir. Tıpkı Aristo’nun, “Kimi ister kimi verir, doğa ile insan bir bütündür,” önermesindeki üzere…
Ancak sürdürülemez kapitalizm koşullarında bu mümkün değil!
“Neden” mi? Gayet basit!
Sanayi kapitalizminin 250 yıldan az bir geçmişi var; ve bu kadarcık zamanda dünyayı yaşanamaz hâle getirdi.
“Böyle bir durum neden ortaya çıktı? Söz konusu çöküş hâlinin sebebi ne” mi?
İnsanlık/ uygarlık tarihinde bir sapma olarak nitelenmesi gereken kapitalizm!
“Nasıl” mı?
Normal olarak bir üretim tarzında, bir uygarlıkta, üretim ihtiyaçları karşılamak için yapılır, yapılması gerekir. Bir kullanım değeri üretmek amacıyla yapılır… Üretimle tüketim arasında bir kopukluk olmaz. Oysa, kapitalizmde üretimin birincil amacı ihtiyaçları karşılamak değil, pazarda satmak üzere mal üretmek, kâr etmektir. Başka türlü söylersek, kullanım değeri değil, değişim değeri üretmektir…
Dolayısıyla, üretim etkinliğiyle ihtiyaçların karşılanması gereği arasındaki ilişki ters-yüz olmuş durumdadır…
Fakat bir şey daha var: Her bir kapitalist veya kapitalist işletme, her seferinde daha çok üretmek zorundadır…
Üretim çılgın bir rekabet ortamında gerçekleşiyor ve kapitalist işletmeler toplam artı değerden en büyük payı kapmak için kıyasıya bir yarışa giriyorlar…
Zira, büyümek veya yok olmak ikilemiyle karşı karşıyadırlar…
Başka türlü söylersek, kapitalist sistem, sınırsız büyümeye endeksli bir rotada yol alıyor. Oysa, bu dünyanın kaynakları sınırlı, sonlu…
Hem sınırsız büyüme dinamiği geçerli ve hem de kapitalist işletmeler üretimin insanî, toplumsal ve ekolojik sonuçlarını, insana ve doğaya verilen zararları dikkate almıyorlar… Alırlarsa kâr oranı düşer… Bu da “Kârdan başka hiçbir şey bizi ilgilendirmez,” demektir…
Sürdürülemez kapitalizmin kör mantığı insanlığı ve uygarlığı kritik bir kavşağa taşımış durumda. Aslında kapitalizm ölümcül virüsü bünyesinde taşıyan tuhaf bir üretim tarzı…
Şimdilerde kapitalizm ‘yeteri kadar’ değer üretemez durumda. Dolayısıyla “iç sınırına” dayanmış bulunuyor… Sürdürülemezliğin birinci nedeni bu…
Kapitalist talan kaçınılmaz olarak, ekolojik yıkımı tetikliyor…
Yani John Locke’un “Doğada anlamsız veya yararsız hiçbir şey yoktur,” uyarısına rağmen hemen her şey Carl Sagan’ın, “Ormanları yok ederiz; akarsu ve gölleri hiç balık yaşayamayacak kadar kirletiriz; spor olsun diye geyik, kürkü için leopar, gübre yapmak için balina öldürürüz; yunusları dev balık ağları içine hapsedip soluksuz bırakırız; fok yavrularını sopayla öldürürüz ve her gün bir canlı türünün soyunun tükenmesine sebep oluruz. Tüm bu hayvanlar ve bitkiler bizim kadar canlıdır. Sözüm ona korunan yaşam değil, insan yaşamıdır,” uyarısındaki acımasızlıkla hayata geçirildi.
Durumu Karl Marx, “Kapitalizm iki zenginlik kaynağını yok etme eğilimindedir doğa ve insan,” diye formüle ederken; Friedrich Engels de ekliyordu:
“Bilinmelidir ki; doğal varlıklar üzerinde kazandığımızı zannettiğimiz her zafer için doğa bizden öcünü alır…
İnsan olarak doğa üzerinde kurduğumuz egemenlik, onun yasalarını tanıma ve doğru olarak uygulayabilme üstünlüğüne sahip olabilmemizden öteye gitmemelidir.
Hele var oluşumuzun ilk koşulu olan suyu ve toprağı bir alışveriş nesnesi yapmak, insanın kendisini bir alışveriş nesnesi yapmaya doğru atılmış bir adımdır.
Su ve toprağın alınıp satılır bir mal hâline getirilerek bir azınlığın tekeline alınması ve geri kalanların dışlanması, ahlâksızlıktan başka bir şey doğurmaz.”[16]
Friedrich Engels bunları XIX. yüzyılda söylemişti ve de “… ‘Doğa’ insanla aynı ereklilikte işlemez”ken;[17] “Fethetme hakkının hiçbir ciddi temeli yoktur,” derdi Jean-Jacques Rousseau…
XG-MS: Sera gazı salınımı iklimi nasıl etkiliyor buna karşı nasıl bir önlem alınıyor?
Bunlara bir de “otomobil uygarlığı”nın “karbon ayak izleri”ni eklemek gerek!
Gerçekten de karbondioksit emisyonunun kapitalizmin özgün bir üretim tarzı olarak biçimlenip, sanayi devrimiyle yaygınlaşmaya başlamasına kadar hiç değişmediğini görürüz. Karbondioksit (CO2) emisyonu kapitalizmle birlikte başlıyor, hızla, özellikle, Fordist, hidrokarbon kapitalizminin yayılmaya başlamasıyla birlikte tırmanıyor.
Küresel ısınmaya ilişkin (küresel ortalama sıcaklık) gözlemler bunu doğruluyor; dahası küresel ısınmanın 1980’lerden bu yana, malların ve insanların küresel dolaşımını, dolayısıyla taşımacılık ve turizm sektörlerinin gelişmesini teşvik eden neo-liberal küreselleşme döneminde hızlandığını gösteriyor.
Bu tükenişten, on binlerce yıl, doğa üzerinde yıkıcı bir etki yapmadan yaşamayı başaran “insan” değil, son üç yüz yılda gelişen, kendi insanını yaratan kapitalist üretim tarzının yaşam biçimi sorumludur.
Görülüp, kavranılmalı: Kapitalizmin insan(lık) ile doğayı kavurduğu güzergâhta afetler artık doğal değil; sömürü sisteminden kaynaklanan iklim krizi nedeniyle yerküre yeni felaketlere gebe…
Bu(nlar) böyleyken; iklim krizine karşı mücadele adına(?) uluslararası ölçekte yeni teknolojik yol haritaları ortaya atılıyor, yeni anlaşmalar, düzenlemeler, sektörler, pazarlar ve finansal araçlar oluşturuluyor, doğa metalaştırılıyor!
Beyhude yaygaralar ile ekolojik yıkımın aslî nedenlerini göz ardı edip; sonuçlar üzerine odaklanan nafile faaliyetler çözüm falan değildir. Kapitalist sermaye birikimini sürdürme çabaları ne derse desin, -yerkürenin fiziki sınırları artık kapitalizmi taşıyamıyorken- boşunadır!
Çünkü kapitalizm açısından sermaye birikimi, yıkarak büyümekle mümkündür; asla başka türlü değil. Sermaye birikim süreci sınırsız genişlemeyle, “kâr makinesi”nin emeği ve doğayı sınırsız tüketmesiyle var olabilir ancak.
Eski İngiltere İşçi Partisi Lideri Jeremy Corbyn’nin bile “İklim krizi de bir sınıf sorunudur. Başka yolumuz yok,”[18] demek durumunda kaldığı ufukta “insan kaynaklı iklim değişikliği”nden söz etmek gerçeği gölgelemektir!
Asıl suçlu sanayileşme sonrası kâr uğruna doğa-insan dengesini hiçe sayan, piramidin en üstündeki yüzde 1’i daha da zenginleştirmek için ormanı da biyoçeşitliliği de katleden kapitalizmdir, kâr uğruna dünyayı ateşe vermekte tereddüt etmeyen -ve şimdilerde kendilerine başka gezegenlerde yaşam alanı arayan- kapitalistlerdir.
Bu nedenle çare eko-sosyalist bir toplum tahayyülü için anti-kapitalist mücadeleden geçiyor!
XG-MS: “Kapitalizmde ya büyü ya da öl” ilkesi var; bu büyüme hırsı iklimi nasıl etkiliyor?
Devasa boyutlu küresel bir yıkım ile yüz yüzeyken; “kapitalizm ile çevre” üzerine konuşmak, “ekolojik kâbus”un altını çizmeyi ve de doğanın kapitalizmle imkânsızlığını kavramayı “olmazsa olmaz” kılar.
Terry Eagleton’ın ifadesiyle, “Kapitalizmi diğer tarihsel yaşam tarzlarından ayıran, onun doğrudan insan türünün istikrarsız, kendiyle çelişen doğasına yönelmesidir. (…) Kapitalizm sırf varlığını sürdürebilmek için bile sürekli hareket hâlinde olmak zorunda olan bir sistemdir. Sürekli ihlâl onun özünde vardır. Başka hiçbir tarihsel sistem, özünde iyi olan insanın kolaylıkla ölümcül amaçlara yöneltilebileceğini bu kadar açık şekilde gözler önüne seremez.”
Kolay mı? Kapitalizm, eşitsizlik ve yıkımdır; Tüketimle pompalanan, popüler kültür ve magazinle afyonlanan, modernize edilmiş kölelik sistemidir, açgözlülüktür; demokrasiye karşıdır; eşitsizliği körükler; insan eti yer; doğayı tüketir; insanı ve doğayı öldürür.
Tek bir örnek bile yeter de artar: ‘Uluslararası Biyoçeşitlilik ve Ekosistem Hizmetleri Bilim-Politika Platformu’nun (IPBES) raporuna göre, “Doğanın büyük bir kısmı zaten kayboldu, kalanı ise gerilemekte… Karasal çevrenin yüzde 75’i, deniz çevresinin yüzde 40’ı ve akarsuların yüzde 50’si önemli bozulma işaretleri veriyor.”[19]
Çünkü kapitalist sermaye daha fazla zenginlik için üretimi sömürü + kâr üzerine kurar. Bu da doğanın ve emekçinin artı değer sömürüsü üzerinde yükselir. Daha çok üretim, ihtiyaçtan fazla tüketimi devreye sokup, yerküreyi mahveden bir çöplüğe dönüştürür.
Bu tabloda insan(lık) kendine ve doğaya da yabancılaş(tırıl)ır. İnsan(lık) yaşamını geleceksizliğe mahkûm edip, ekolojik dengeyi altüst eder!
Kapitalizmin dizginlenemez aç gözlülüğü, vahşi piyasa eşliğinde, dünyadaki yaşamı çekilmez kılmakla kalmadı, türlerin hayatlarını sürdürecek doğal ortamı da bozarak onları doğrudan tehdit eder duruma geldi.
Karbon salımı, dünyanın ısınmasına ve birçok hayvan ve bitki türünün yok olmasına neden olurken, birçok bitki ve hayvan türünü de yok olmanın eşiğine getirdi.. Zira 1970-2010 aralığında karasal türler yüzde 39, tatlı su türleri ortalama yüzde 76, deniz türleri de yüzde 39 azaldı.
Kapitalist uygarlık, enerji ve hammadde gereksinimlerinde hidrokarbon tüketimine bağımlı biçimde gelişti. Hidrokarbon enerjisine bağımlı endüstri, tarım üretimlerinin, taşıma teknolojilerinin atmosfere saldığı karbon dioksit, metan gazı gibi atıklar sera etkisi yaratıyor. Böylece gezegenin ortalama sıcaklığı artıyor, atmosferdeki hava akım sistemleri değişiyor, iklim dengesi bozuluyor, kasırgalar, sağanaklar sıklaşıyor, sertleşiyor, hassas ekosistemler, canlı türleri yok oluyor, yeraltı ve yerüstü içme, sulama suyu kaynakları aşınıyor, kirleniyor; su ve gıda üretimi alanında dağılım-paylaşım adaletsizlikleri derinleşiyor.
O hâlde sürdürülemez kapitalist patentli bir ekolojik kâbusa karşı gereken, “Consortium omnis vitae/ Bütün hayatın birliği” vurgusuyla, “Alterum non laedere/ Çevreye zarar verme” gerekliliğinin altını çizerek, Çiçeron gibi “Naturam si sequemur ducem, nunquam aberrabimus/ Doğanın gereklerine uyarsak, hiçbir zaman yanılmayız,” diyen bir duruştur.
XG-MS: Stephan Hawking, “Gezegenin 700 yıllık ömrü var,” diyor; şu an sizce kıyameti yaşıyor muyuz?
Ekosistemler bütünü olan çevre insanın yaşadığı ortam; canlı/ cansız tüm varlıklar için önemli bir unsuru; yaşadığımız paylaştığımız; üretirken tükettiğimiz; etrafımız, ortamımız, doğamızken; devasa bir yıkım tehdidiyle yüz yüzdedir…
Siz buna “Kıyamet” diyebilirsiniz, ben ise “Kapitalist Barbarlık” diyorum
Ancak ne derseniz deyin; doğanın katili kapitalist üretim sistemidir, özel mülkiyet düzenidir. Çevre sorunlarının ortaya çıkması tek tek kapitalistlerin, kötü niyetli kapitalistlerin değil kapitalist sistemin genel sorunudur. Yani Joel Kovel’in deyimiyle, ekolojik krizin “etkin nedeni” -sürdürülemez- kapitalizmdir!
Zira ekolojik yıkımla kapitalizmin kâr mantığı arasında içsel bir ilişki bulunmaktadır. Kapitalizm çerçevesinde doğa sınırsız ve sıfır maliyetli bir kaynak olarak algılanır. Kapitalizmin her şeyi metalaştıran, sürekli genişleyen, yayılan ve kısa dönemli kâra odaklı yapısı, doğayla uyumlu bir varoluşu gerçekleştirme potansiyeline sahip değil. Üstelik kapitalist sermaye birikim sürecinin kısmi akılcılıkla genel akıl dışılığı birleştiren kaotik yapısı, onun ekolojik kriz gibi küresel boyuta sahip bir meseleye çözüm getirme olasılığını yok eder.
Yerküreyi sarsan tehlike dünya üzerindeki mevcut toplumsal sistemden kaynaklanıyor. Bu sistemin adı sürdürülemez kapitalizmdir! Egemen kapitalist sistem, üzerindeki tüm canlılarla birlikte, dünyayı bir erken ölümün eşiğine hızla sürüklüyor.
Kapitalizm anarşik bir üretim biçimidir. İhtiyaca göre üretim yapılmaz. Bu tarz üretim, kaynakların ölçüsüz kullanılması sonucu muazzam israfa neden olur.
Kapitalizmin özü şiddettir. Şiddet ister kendi aralarında ilân ettikleri barış zamanında olsun, isterse fiili cephe savaşlarında olsun, eksik olmaz. Savaşlarsa insan dahil olmak üzere doğa üzerindeki tüm canlıları öldürür.
Kapitalist sistemde soru(n)lar ayan beyan ortaya çıktığında, sistemin ideologları çeşitli akıl oyunlarıyla halkı kandırmaya soyunurlar; soru(n) karşısında “özel günler” ilan ederler. Örneğin 50 milyon üzerinde insanı öldürdükleri savaşın ardından ‘Barış Günü’, ‘Hoşgörü Yılı’ ilan ettikleri gibi; ‘Çevre Günü’ de bu günlerden biridir!
Ve unutulmamalıdır ki sınıfsal içeriğinden kopartılmış günler ve tutumlar burjuvaziye hizmet eder!
Bir kez daha altını çizersek: Kapitalizm özü itibariyle, rekabetçi ve sürekli kâr gözeten bir sistem olduğu ve temeline sürekli büyümeyi aldığı için Karl Marx’ın da dediği gibi: “Kapitalizm gölgesini satamadığı ağacı keser” mantığı ile yüzyıllardır kontrolsüz bir talan ve yıkımı sürdürüyorken; ekolojiyi yeni icat edilmiş bir konu gibi gören çoktur. Ancak, kapitalizmin çevreyi yoksulları ve sömürgeleri zenginlerden daha fazla etkileyecek biçimde bozduğu XIX. yüzyılda Karl Marx ve Frederick Engels’in çalışmalarında dile getirilmişti.
Bugün insan(lık), doğa ve toplumun birbiriyle diyalektik etkileşiminden kaynaklanan ve küresel ısınmanın simgelediği, gitgide hızlanan ekolojik krizle karşı karşıyayken; tek çözüm, “Kör bir gücün emrindeymişçesine üretimi sürdürmektense, üreticilerin, insan metabolizması ve doğa ilişkisini rasyonel bir biçimde, işbirliğiyle, insan doğasına en uyumlu ve en az enerji harcayan yöntemlerle yönetmeleridir,”[20] diyen Karl Marx’ın işaret ettiği sistemdir.
Ki bu da soruna ilişkin çözümün -nihai kertede- Marksist sınıfsallığına işaret eder; tıpkı “Ekoloji bu sistemin içinde kurtarılamaz,” vurgusuyla John Bellamy Foster’ın, “Çevre sorunu, sınıf sorunudur” diyerek uyardığı gibi…
Lakin hiçbir şey umutsuz değil; umut her zaman başkaldıran, mücadele eden insan(lık)da Sait Faik Abasıyanık’ın satırlarındaki üzere:
“Günün birinde dostluklardan, insanlardan ve hayvanlardan ve ağaçlardan ve kuşlardan ve çimenlerden yapılmış vazife hissi ile çarpan yüreklerle dolu bir dünyada yaşayacağımızı düşünelim. Bir ahlâkımız olacak ki hiçbir kitap daha yazmadı. Bir ahlâkımız, bugün yaptıklarımıza, yapacaklarımıza, düşündüklerimize, düşüneceklerimize hayretler içinde bakan bir ahlâkımız…”[21]
17 Ağustos 2023 07:54:19, Çeşme Köyü.
N O T L A R
[1] Rollo May, Kendini Arayan İnsan, Çev: Kerem Işık, Okuyan Us Yay., 2013, s.235.
[2] Sait Faik Abasıyanık, Son Kuşlar, Türkiye İş Bankası Kültür Yay., 2019, s.7.
[3] Theodor W. Adorno, Negatif Diyalektik, çev: Şeyda Öztürk, Metis Yay., 2016.
[4] Peter Forbes, “… ‘Yeni Normal’e Değil, Yok Oluş Çağına Giriyoruz”, 7 Kasım 2018… ttps://www.gazeteduvar.com.tr/bilim/2018/11/07/yeni-normale-degil-yeni-buzul-cagina-giriyoruz
[5] Gözde Bedeloğlu, “Yeni Gerçeğimiz: Göç ve Kıtlık”, Birgün, 15 Ağustos 2021, s.2.
[6] Ergin Yıldızoğlu, “Felaketin Merkezinde”, Cumhuriyet, 4 Kasım 2021, s.9.
[7] “216 Milyon İnsana Göç Yolları!”, Yeni Yaşam, 20 Eylül 2021, s.16.
[8] Hazal Ocak, “Yok Ediliyoruz”, Cumhuriyet, 5 Haziran 2021, s.7.
[9] “40 Yaş Altına Uyarı: Felaketlerle Dolu Bir Yaşama Hazır Olun”, 28 Eylül 2021… https://www.avrupademokrat.com/40-yas-altina-uyari-felaketlerle-dolu-bir-yasama-hazir-olun/
[10] “Gençler Gelecek İçin Umutsuz”, Birgün, 15 Eylül 2021, s.2.
[11] “Grönland’ın Hızla Eriyen Buz Tabakası Dünya Çapında Sel Risklerini Artırıyor”, 24 Kasım 2021… https://www.avrupademokrat.com/gronlandin-hizla-eriyen-buz-tabakasi-dunya-capinda-sel-risklerini-artiriyor/
[12] “Tsunamiler 10 Yıl İçinde Dünya Nüfusunun Yüzde 50’sini Tehdit Edecek”, 4 Kasım 2021… https://www.avrupademokrat.com/tsunamiler-10-yil-icinde-dunya-nufusunun-yuzde-50sini-tehdit-edecek
[13] Bayazıt İlhan, “İklim Konferansı Sona Ererken”, Birgün, 12 Kasım 2021, s.6.
[14] John Bellamy Foster, Marx’ın Ekolojisi, çev: Ercüment Özkaya, Epos Yay., 2002, s.117.
[15] Ernest Callenbach, Ekoloji Cep Rehberi, Çev: Egemen Özkan, Sürdürülebilir Yaşam Kitapları, 2. Baskı, 2011.
[16] Friedrich Engels, Doğanın Diyalektiği, çev: Arif Gelen, Sol Yay., 1970.
[17] Henri Lefebvre, Mekânın Üretimi, çev: Işık Ergüden, Sel Yay., 2014, s.97.
[18] Jeremy Corbyn, “İklim Krizi de Bir Sınıf Sorunudur”, Birgün, 18 Ağustos 2021, s.4.
[19] “Ekosistem Yıkıma Uğratılıyor”, Yeni Yaşam, 5 Mayıs 2018, s.12.
[20] Karl Marx, Kapital, Cilt III, Çev: Alaattin Bilgi, Sol Yay., 2011.
[21] Sait Faik Abasıyanık, Alemdağ’da Var Bir Yılan-Bütün Yapıtları, Öykü, YKY., 2002.