“Gözünle gördüklerine sakın inanma.
Görünenlerin hepsi sınırlıdır.
Anlayarak bakmaya,
bildiklerinin ötesine geçmeye çalış.”[1]
Michel de Montaigne’in, “Değiştirilemeyen bir düzen kötü bir düzendir,” ifadesindeki “tek adam” düzen(sizliğ)in yıkılıp, Kaddafi’nin öldürülmesiyle Libya’ya “demokrasi” ve kaos geldi!
Emperyalizm, yıktığı Libya’nın üzerine birbirine düşürülmüş aşiretler, iktidar peşindeki çeteler ve ipini koparmış İslâmcı terör örgütlerinin üşüşmesinin önünü açmış oldu; tıpkı Türkiye “Cumhuriyeti”nin (T.“C”) akıldan yoksun yayılma hayallerinin devreye girmesi de bu bağlamda görülmeli…
NATO eliyle “kurtarılan” Libya’ys müdahalenin “tek amacı ve sebebi elbette petrol”ken;[2] kimilerine göre, “Libya demokrasi yoluna ‘giriş’ini yaptı, ama şimdi ortaya çıkan sorunları yeni demokratik düzen içinde nasıl hâlledeceğini öğrenmesi gerekecek”ti[3] ki, öyle ol(a)madı. Çünkü Alain Badiou’nun, “Libya’daki demokrasi buram buram petrol kokuyor,”du![4]
“Arap Baharı Libya’da şekil değiştirdi,”[5] türünden genellemelerin ötesinde, emperyalist müdahaleyle (ve Arap Birliği’nin onayıyla) devreye sokulan “rejim değişikliği”, “demokrasi” bahanesiyle yeniden sömürgeleştirmeden ibaretti.
Cenova ve Trento üniversitelerinden Prof. Dr. Carlo Degli Abbati’nin, iç aktörlerin yanı sıra dış aktörlerin işbirliğine dikkat çektiği Libya’daki “Gölge Tiyatrosu”[6] “Emperyalizmin himayesinde barbarlık”tan[7] başka bir şey değildi.
Hatırlanacağı üzere 15 Şubat 2011’de Bingazi’de başlayan gösteriler, kısa sürede Kaddafi’ye bağlı güçler ile çatışmalara dönüştü. Daha sonra Kaddafi karşıtı kesimler tarafından Geçici Ulusal Konsey (GUK) kuruldu. BM Güvenlik Konseyi, 18 Mart 2011’de “sivillerin korunması” gerekçesiyle aldığı karar ile Libya hava sahasını uçuşa yasak bölge ilan etti. Konsey üyelerinden Çin, Rusya, Almanya, Brezilya ve Hindistan kararla ilgili çekimser oy kullandı.
BM kararından bir gün sonra, Paris’te ABD, Fransa ve İngiltere öncülüğünde düzenlenen bir konferansla Libya Koalisyonu kuruldu. Koalisyon vakit kaybetmeksizin, Trablus ve Bingazi başta olmak üzere ülkenin pek çok yerinde süren çatışmalara dahil oldu.
23 Mart 2011’de GUK tarafından geçici hükümetin kurulduğu ilan edildi. Libya Koalisyonunun yürüttüğü askeri operasyonu kısa bir süre sonra NATO devraldı. Libya’ya NATO müdahalesinin tartışıldığı şubat ayı sonlarında, “NATO’nun Libya’da ne işi var?” diyen Türkiye Hükümeti de bu operasyona dahil oldu.
İzmir’deki NATO Üssü, operasyonun komuta merkezi oldu. NATO destekli GUK’e bağlı milisler, Ağustos 2011’de Trablus’u ele geçirdi. Rusya’nın da dahil olduğu 100’den fazla ülke tarafından Libya’nın yasal temsilcisi olarak kabul edilen GUK, 16 Eylül 2011’de BM’ce tanındı. 8 ay boyunca süren iç savaş, milislerin 20 Ekim 2011 tarihinde Kaddafi’yi öldürmesiyle sonlandı.
Kaddafi’nin devrilmesi, ülkede günümüze kadar sürecek olan yeni bir iktidar savaşının kapısını araladı. Çok sayıda siyasi parti oluştu. 7 Temmuz 2012’de Genel Ulusal Kongre seçimleri yapıldı. GUK kendisini lağvederek, Ağustos’ta yetkisini Genel Ulusal Kongre’ye devretti. Anayasa çalışmalarına eşlik edecek olan Kongrenin faaliyet döneminin 18 ay olması öngörülmüştü. Ancak Kongre 2013’ün Aralık’ında yetki süresini bir yıl daha uzattı.
2013 Haziran’ında Nuri Ebusehmen’in Genel Ulusal Kongre Başkanı olmasıyla birlikte, Müslüman Kardeşlerin Adalet ve İnşa Partisi başta olmak üzere İslâmcı güçlerin Kongre içerisindeki ağırlıkları-çoğunluk olmamalarına rağmen- arttı. Bunun sonucunda Kaddafi’yi deviren güçler arasındaki mücadele kızıştı. Hem Ulusal Kongre içerisinde, hem de silahlı milisler arasında şeriatçı-laik ayrımından kaynaklanıyor gibi gözüken bu mücadele; aslında kabileler arası çekişme ve bölgesel rekabet başta olmak üzere pek çok etkenin iç içe geçmesinin sonucuydu. Kongre’nin görev süresinin uzatılması, bardağı taşıran son damla oldu.
17 Şubat 2013’de Libya Ulusal Ordusu Komutanı General Halife Hafter, Genel Ulusal Kongre’ye yönelik darbe girişiminde bulundu, başarılı olamadı. Bu girişimin hemen ardından, Zintan kentinin milisleri Kongrenin istifa etmemesi hâlinde yönetime el koyacakları tehdidinde bulundu. İki gün sonra Başbakan Ali Zeydan milislerle anlaşıldığını açıkladı fakat Kongreye erken seçim çağrısında bulundu. Darbe girişiminin ardından General Hafter hakkında çıkarılan gözaltı kararı uygulanmadı. Mart ayında Kongre’de yapılan oylamayla Zeydan Hükümeti düşürüldü.
General Hafter, 16 Mayıs 2013’de ‘Ensar el-Şeria’ ve ‘17 Şubat Şehitleri Tugayı’ başta olmak üzere Bingazi ve çevresinde faaliyet gösteren İslâmcı milislere yönelik bir harekât başlattı. Bir gün sonra basın toplantısı düzenleyen General Hafter, Kongrenin gayri meşru olduğunu ve ‘Onur Operasyonu’ adını verdiği askeri saldırının amacının İslâmcı militanları, özellikle de Müslüman Kardeşleri Libya’dan sökmek olduğunu belirtti.[8]
Bu, büyük çözülmenin startını oluşturdu. Zengin enerji kaynaklarına sahip Libya, NATO’nun hava saldırılarıyla destek verdiği muhaliflerin Kaddafi rejimini devirdiği 2011’den sonra fiilen ikiye bölündü.
Hafter, Tobruk merkezli Temsilciler Meclisi’nce desteklenirken, BM dahil uluslararası toplumun büyük bölümü Trablus’ta Başbakan Feyyaz el Saraj’ın Uluslararası Mutabakat Hükümeti’ni tanıyor.
Özetle Libya, Akdeniz’deki dengesizliğin odak noktası durumundayken; son derece karmaşık bir görüntüye sahip.
“Neden” mi?
Doğu Akdeniz, stratejik öneminin yanı sıra, enerji kaynakları açısından “denizlerin paylaşımı” için bir çatışma alanına döndü. Her şeyden önce Akdeniz, Kıbrıs, Sicilya, Malta Adalarını, Doğu Akdeniz ile Hint Okyanusu’nu birleştiren Süveyş Kanalı’nın bulunduğu bölge.
Bu, buraya hâkim olan güçlerin, dünya petrol pazarında etkisi büyük olan Ortadoğu ile komşu bölgelerini de kontrol altında tutabilecekleri anlamına geliyor. Bölge devletleri ile dünyadaki önemli güç odaklarının ilgisini çekmesinin başlıca nedeni bu. Doğu Akdeniz’in bir başka önemi de Doğu ile Batı’yı birbirine bağlayan ticaret yolunun üzerinde bulunması.
Bu nedenle Doğu Akdeniz’de çıkarları olan ülkeler için istikrarsızlık ve kaos yaşanan Libya’da egemen hâle gelmek Doğu Akdeniz’de önemli bir köşeyi tutmak demek. Elbette ülkenin bugünkü “istikrarsız ve kaos” hâlinden, bunun yol açtığı bölünmüşlüğünden uluslararası güçler ile bölgesel aktörler sorumlu. 2011 Ekimi’nde Albay Muammer Kaddafi’nin devrilmesinden sonra yaşanan çatışmalar sonrası rakip güçler arasında müzakerelere rağmen ülke bugün biri Tobruk’ta diğeri Trablus’ta olmak üzere iki hükümete sahip.
EMPERYALİST MÜDAHALE
Bu tablonun aslî mimarı emperyalist müdahale ve elbette buna zemin sunan Kaddafi iktidarıydı.
Ancak bu kadar da değil; başka faktör/aktörler de var.
Örneğin “Libya halkını koruduğu için uluslararası topluma minnettarız. Libyalılar, bu hayati aşamada dostlarının kim olduğunu asla unutmayacaklar ve bu ülkelerle karşılıklı saygı ve ortak çıkar bazında daha yakın ilişkiler geliştirmek için uğraşacaklardır,”[9] diyen radikal İslâmcı Abdulhâkim Belhaj’dan; “Albay Kaddafi devrilirken NATO’nun işi daha bitmedi,”[10] diyen taşeronlara dek…
Geçerken belirteyim: Trablus’u ele geçiren asilerin komutanı Abdulhâkim Belhaj, Kaide ile bağlantısı olduğu gerekçesiyle CIA tarafından yakalanıp “İşkence gördüğünü, ancak Amerika’ya karşı düşmanlığı kalmadığını” söyleyen birisi![11]
Ayrıca Lahey’in hakkında yakalama kararı çıkarttığı Sudan lideri Ömer el Beşir’in de, NATO ile aynı safta Kaddafi’ye karşı savaşa katıldığı ortaya çıktı![12]
Doha hükümeti de, Libya’da Kaddafi’ye karşı savaşan isyancı güçler arasında yüzlerce Katar askerinin de bulunduğunu kabul etti. AFP haber ajansının bildirdiğine göre, Katar Genelkurmay Başkanı Tümgeneral Hamad bin Ali el Atiye, “Biz de onların arasındaydık. Her bölgede isyancıların arasında yüzlerce Katarlı vardı,” dedi.[13]
Bu kadar da değil! Libya’ya yönelik alınan “uçuş yasağı bölgesi” kararına öncülük eden “sosyetik ve medyatik” liberal Fransız filozof Bernard-Henry Levy de[14] müdahaleciler listesine eklenmeli…
Devamla, Fransa’nın Deauville kentinde en zengin sekiz ülkenin liderlerini bir araya getiren G8 zirvesi, Kaddafi’nin “işini bitirmekte kararlı olduklarını” açıklarken;[15] “NATO, başladığı işi bir an önce bitirmeli” vurgusuyla ekliyordu ‘The Observer’: “Libya’daki NATO müdahalesi uzarsa veya çökerse, bundan en fazla kayıpla çıkacak liderler, David Cameron ve Nicolas Sarkozy[16] olacak”![17]
Emperyalist müdahalenin Libya’daki nüfuz ve enerji mücadelesi ABD ile Rusya arasında tecelli ederken; ABD, Rusya’nın olmadığı bir Libya’yı şekillendirmek istiyor. Rusya için de tersi söz konusu.
KADDAFİ’NİN DEVRİLMESİ
‘The Guardian’ın, “Kaddafi’nin kana bulanmış yüzü, milyonlarca Libyalı için 42 yıllık kâbuslarının sona erdiğinin kanıtıydı,”[18] zafer narasıyla altını çizdiği yeni(lenen) bir felaketin teyidinden başka anlam taşımıyordu.
“1969 devriminden sonra ülkesini kalkındıran, petrolün bir damlasını bile Batı’ya ücretsiz vermeyen, Arap-İslâm sentezcisi üçüncü dünya lideri Kaddafi, kendisini sosyalist olarak tanımlıyor”[19] olsa da; son derecede merkezi, kurumsal yapısı çok zayıf, şiddetin ön planda olduğu bir devlet aygıtına yaslanmıştı ve elbette sosyalizmle alâkâsı yoktu.
Kaddafi’nin diktası, onu deviren işbirlikçilere “yeniden inşa” için kullanılacak hemen hiç kurum bırakmadan dağıldı. İşbirlikçilerin ise, bunun yerine sıfırdan yeni bir devlet inşa edecek ne örgütlenmeleri ne de kadroları vardı; bu da Kaddafi sonrasında sonu gelmeyen didişmeleri devreye soktu.
Ardında bir enkaz bırakan Kaddafi, 1942’de Sirte’de doğdu. Libya Üniversitesi Hukuk Fakültesi Tarih Bölümü’nü bitirmesinin ardından Bingazi’deki Askeri Akademi’ye girdi.
1956’da Arap milliyetçiliğinden etkilenerek antisiyonist hareketlere katıldı. “Özgür Subaylar Hareketi” adını alacak gizli bir örgüt kurdu. 1969’da lideri olduğu darbeyle ‘Libya Arap Halk Sosyalist Cemahiriyesi’ni ilan etti.
Albay rütbesi alarak silahlı kuvvetler komutanı oldu. ABD, Kral İdris’in devrilmesinden sonra Kaddafi rejimini tanıdığını açıkladı. Anayasal kuruluşları fesheden Kaddafi, üçüncü yol olarak tanıttığı kendine özgü “sosyalizmi”(?) içeren Yeşil Kitabı’nı tüm okullarda mecburi ders konusu yaptı.
Cemal Abdülnâsır’ı izinde Mısır’daki uygulamaları uygulayan Kaddafi, başbakanlık ve savunma bakanlığı görevlerini üstlendi. İngiliz askeri üslerini Libya’dan çıkardı. Petrol şirketlerini ulusallaştırdı. İtalyan ve Yahudi azınlığın mal varlığına el koyarak onları göçe zorladı.
2011’de NATO operasyonlarının hedefi oldu. Libya’yı tam 42 yıl boyunca demir yumrukla yönetti ve James Petras’ın, “Fransa’da, Komünist Partisi’den, Troçkistlere ve kendi kendini anti-kapitalist ilan eden partilere kadar onlarca organizasyon var. Hepsi Libya’daki paralı askerleri desteklediler ve bombalamalara karşı parmaklarını oynatmadılar,”[21] diye tarif ettiği koşullarda linç edildi.
Libya lideri Kaddafi memleketi Sirte’de NATO destekli operasyonda öldürüldü. Asiler “Çatışmada öldü” dese de görüntüler Kaddafi’nin canlı yakalanıp sonradan infaz edildiğini gösterdi.
İtalya Dışişleri Bakanı Franco Frattini, Kaddafi’nin öldürülmesini, “Trajik bir sonuç ama aynı zamanda Libya halkının ileri gitmesi adına büyük bir zafer” diye değerlendirdi.
İtalya Başbakanı Silvio Berlusconi, Libya’daki ‘savaşın sona erdiğini’ dile getirip ‘ölümlü olmayı’ ifade eden Latince, “Sic transit gloria mundi/ İşte dünyanın ihtişamı böyle geçiyor” deyişine atıfta bulundu.
ABD Başkanı Barack Obama, Kaddafi’nin ölümüyle “Libyalılar için uzun ve acı bir dönem sona erdi. Halkın artık yeni ve demokratik Libya’da kendi kaderini belirleme şansı var” dedi.
AB Başkanı Herman van Rompuy da Avrupa Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso ile birlikte “Despotizm çağının sonu. Libya halkının uzun zamandır çektiği baskının sonu” açıklamasını yaptı.[22]
BM Genel Sekreteri Ban ki-Mun, Kaddafi’nin ölümü ile Libya’nın “Tarihi bir geçiş sürecine” girdiğini duyurdu.
Almanya Başbakanı Angela Merkel, “Libya’da barışçıl bir başlangıca giden yolun açıldığını” söyledi. Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy, Libya için ileriye dönük önemli bir adım atıldığını ifade etti.
İngiltere Başbakanı David Cameron da, “Bugün Kaddafi’nin kurbanlarını hatırlama günüdür,” diye ekledi.[23]
Suudi Arabistan başta olmak üzere Körfez ülkeleri, Kaddafi’nin devrilmesinden memnuniyet duydular. Çünkü Kaddafi, Suudi Arabistan’ı “İngilizlerin ürettiği, ABD’nin koruduğu ülke” olarak tanımlıyordu.[24]
“Trajik son”un öncesine dönersek; Batılı liderler, vahşice öldürülen diktatör Kaddafi ile kısa süre öncesine kadar kameralar önünde dostane pozlar veriyordu.
İngiltere Başbakanı Blair, Kaddafi’yle dost tek Batılı lider değildi.
Kaddafi’yi, Aralık 2007’de Paris’te ağırlayan Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy, “Kaddafi Arap dünyasında diktatör gibi algılanmıyor” diyordu. Bedevi çadırını Elysee Sarayı yakınındaki resmi konukevinin bahçesine kurarken kırmızı halıyı seren Sarkozy, Libya liderinin ziyaretini eleştirenleri kınıyordu. Ayrıca Sarkozy’nin, Kaddafi’den seçim kampanyası için 50 milyon euro aldığı ve paranın İsviçre ve Panama üzerinden kampanyaya aktarıldığı iddia edilmişti.[25]
İki ülke arasındaki ilişkiler Başbakan Berlusconi döneminde ayrı bir samimiyet kazandı. Kaddafi, İtalya’yı ziyaret ettiğinde onur konuğu olmuş, 2009’da G-8 zirvesinde masaya oturmuştu. Berlusconi’nin diktatörün elini öperken çekilmiş bir kare bile mevcuttu.[26]
Ayrıca WikiLeaks’in internete koyduğu belgeye göre, Libya hükümetinin ABD Senatörü John McCain’in 2009’daki Trablus ziyaretinden önce Washington’dan “ölümcül silahlar” satın almak istediği belirtiliyor. McCain bu konuda Libya’ya yardımcı olacağı sözü verdi. Ayrıca ABD, 2 yıldan kısa bir süre önce Libya’ya üçüncü ülkeler vasıtasıyla askeri malzeme satıyordu.[27]
Washington yönetimi ile Kaddafi’nin temsilcileri arasında yüz yüze görüşme yapıldığı açıklandı. Kaddafi’nin temsilcileriyle görüşen ABD heyetinde Yakındoğu konularından sorumlu bakan yardımcısı Jeffrey Feltman ile Libya Büyükelçisi Gene Cretz’in bulunduğu kaydedildi.[28]
Bir de Kaddafi’nin oğlu Seyfülislâm Kaddafi, Libya yönetiminin Fransız hükümetiyle görüşme hâlinde olduğunu söyledi. Fransa Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Bernard Valero ise Kaddafi rejimiyle doğrudan müzakerelerde bulunmadığını, ancak rejimin yöneticilerine dolaylı yollardan mesaj ilettiklerini söyledi.[29]
Tam da bu tabloda Libya’daki NATO müdahalesi uzarsa veya çökerse, bundan en fazla kayıpla çıkacak liderler, David Cameron ve Nicolas Sarkozy olacak… NATO daha aktif olmalı… NATO’nun 100 gün önce başladığı işi derhâl bitirmesi lazım,”[30] diyordu ‘The Observer’…
Öyle de oldu!
Emperyalist müdahaleyle Kaddafi’ye bağlı 5 generalin saf değiştirdikleri öğrenilirken ülkede yabancı askerler olduğu öne sürülen kişiler görüntülendi.
Görüntüleri kaydeden ‘El Cezire’nin İngiliz asıllı savaş muhabiri Tony Birtley, bu kişilerin büyük olasılıkla “İngiliz” olduklarını ve eski komando veya muhaliflerin yanında özel olarak çalışıyor olabileceklerini kaydetti.
‘The Daily Mail’ de, Arap devletleri tarafından finanse edilen eski SAS komandolarının isyancılara destek için kullanılıyor olabileceğini yazdı.[31]
Libya’nın işgali ile Kaddafi’nin linç edilmesinin yolu böyle döşendi…
Libya’daki yeni yönetimin, ölümünü soruşturma sözü verdiği, ancak “Kaddafi’ye otopsi yapılmayacak”[33] notunu düştüğü güzergâhta Kaddafi’nin cesedi daha soğumadan, Libya adeta bir “ertesi gün” havasına girdi.
“Ertesi” günün sergilediği resme, kusmamaya çalışarak bakarsak, daha sonra, başka durumlarda da yardımcı olabilecek bazı gözlemler yapabiliriz; örneğin emperyalizm ve “demokrasi” konusunda!
Emperyalizmin bulaştığı hiçbir proje, ne “demokrasi” (burjuva anlamda bile) ne adalet (en azından insan hakları, hukuk düzeni açısından) üretebilir. Emperyalizmin doğrudan işgaline hedef olan Afganistan ve Irak’ta, “demokrasi” iddialarının anlamsızlığı meydanda!
Bu bağlamda Kaddafi’den ve rejiminden söz ederken Vijad Prasad’ın anımsattığı gibi[34] iki Kaddafi var karşımızda.
Biri 1969-1988 dönemindeki bağımsızlıkçı, “ulusal projeye” sadık, emperyalizme karşı, halkının refah seviyesini bölge ortalamasının üzerine çıkaran, aşiretler düzeninden modern bir ulus devlet yaratmaya çalışan Kaddafi.
İkincisi, 1988-2011 döneminde, bu ulusalcı, halkçı geçmişini hızla unutarak kapitalist emperyalist düzenin içine girmeye, ABD hegemonyasını, neo-liberal uyum politikalarını kabul etmeye başlayan Kaddafi. Bu artık başka bir Kaddafi’dir. Bu, yabancı sermayeyi, ülkesine çekmek için çabalayan, kitle imha silahları programını, kendisine verilen sözlere güvenerek terk eden, 2003’ten sonra terörizme karşı savaşta, hapishanelerini, sorgu odalarını CIA’ya, Avrupa istihbarat örgütlerine açan, büyük oğlu Avrupa sosyetesinin gülü ve neo-liberal Libya’nın müstakbel mimarı hâline gelmiş olan bir Kaddafi’dir.
Emperyalizmle işbirliği içinde, “Yeni Libya”yı şeriat yasaları üzerinde inşa etmeye hazırlanan kadrolar, işte bu ikinci Kaddafi’nin siyasi rejimi içinde mayalanmış, emperyalizm tarafından, “kazanılmış”, daha sonra emperyalizme hizmet vermek üzere devreye sokulmuş siyasilerdi…[35]
İkinci Kaddafi’nin kadrolarının (hempaları mı deseydik?) yani Libya’nın yeni işbirlikçi yöneticilerinin Kaddafi’ye, oğluna ve bakanına reva gördükleri muamele, insanlığın barbarlık yolunda hızla ne kadar mesafe katedebileceğini gözler önüne serdi.
“Uygar”, Batı demokrasisinin “beşiği” İngiltere’nin ‘The Sun’ gazetesi, linç fotoğrafını birinci sayfasından kullanıp, “Bu da Lockerbie için” mealinde bir başlık attı![36]
Ya “Biz Geldik, Gördük, O Öldü” sözüyle, ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’ın, Kaddafi’nin öldürüldüğünü öğrendiğinde, kahkahalarla gülerken söyledikleri?![37]
Abdulbari Atwan’ın, “Kaddafi’nin esir düşmesinden ölümüne dek süren işkenceler insanlık dışıydı”[38] dediği, Vladimir Putin’in, ABD özel kuvvetlerini, devrik Kaddafi’nin öldürülmesinde rol oynadığına[39] dikkat çektiği Kaddafi’nin son dakikalarını gösteren cep telefonu görüntülerinde ise eski liderin yüzü ve elbiseleri kan içinde ama sağ olarak UGK savaşçıları tarafından bir kamyonette dolaştırıldığı, bu sırada karşı koyduğu ve bağırdığı, daha sonra ise cesedinin yerlerde sürüklendiği görülüyordu.[40]
Diğer bir görüntüde ise bir muhalif Kaddafi’nin üstünden kanlı ceketini ve parmağından eşi Safiye 1970 yazılı evlilik yüzüğünü çalmış olarak gözüküyor. Arkadaşları “Sakın bunu kimseye verme gelecekte 1 milyon dolardan fazlaya satarsın,” diyordu.[41]
Ve nihayet ‘İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün ‘Bir Diktatörün Ölümü: Sirte’deki Kanlı İntikam’ başlıklı raporunda, Kaddafi’nin öldürüldüğü olayda, en az 70 kişinin de sağ yakalandıktan sonra işkencelerden geçirildiği ve daha sonra infaz edildiği belirtildi.
Ayrıca oğlu Mutassım Kaddafi’nin de işkence yapıldıktan sonra infaz edildiği kaydedildi. Raporda ayrıca Kaddafi’nin linç edildiği konvoyda bulunan 66 kişinin de Sirte’de Mahari Otel yakınında Libyalı militanlar tarafından kurşuna dizildiği ileri sürüldü. İnsan Hakları İzleme Örgütü temsilcisi Peter Bouckaert, “Deliller muhalif militanların, Sirte kentinde Kaddafi konvoyunda bulunan 66 kişiyi infaz ettiğini gösteriyor” dedi.[42]
“Ya sonra” mı?
Kaddafi iktidarı sona erdiren savaşta ölenlerin sayısı resmi olarak 20 bin civarında ve 200 bin kadar yaralı ve sakat varken;[43] “Libya’da, her grup ayaklanmadan daha fazla pay kapmaya çalışıyor. Zaten bu bölünme yeni değil, temeli Kaddafi dönemine ve aşiretlere dayanıyor”du.[44]
“Yeni yönetim, Kaddafi dışında eski isimlerden oluş”tu[45] ve Kaddafi sonrası pasta için diplomasi hızlanırken; muhalifler Türkiye, Fransa, İtalya, Katar’ın yakın markajındaydı;[46]
Libya’nın uluslararası toplumun desteğini arkalarına alan yeni liderliği ülkede yönetim modeli olarak şeriat temelli “ılımlı İslâm”ı ilan etti. Türkiye’nin de olduğu birçok ülke tarafından meşru yönetim olarak tanınan Ulusal Geçiş Konseyi’nin Başkanı Mustafa Abdülcelil, “Yeni Libya’da yasaların kaynağının İslâm olacağını” söyledi.[47]
BİR BİDON PETROL İÇİN
Libya’ya “demokrasi” götürdüğü “iddia”sındaki emperyalist müdahale, nihayetinde bir bidon petrol içindi; sömürge tarihi uzmanı Angelo Del Boca’nın “Batı petrol için yarışta”[48] saptamasındaki üzereydi!
Kolay mı? Fransa ile Libya UGK arasında arabuluculuk yapan Katar Emiri’ne yazılan mektubu yayımlayan ‘Liberation’ gazetesi, “Mahmud kardeşimize anlaşmayı imzalaması konusunda yetki verilmiştir” satırlarına yer verirken;[49] Sarkozy’nin krizin başında muhaliflerle petrolünün yüzde 35’inin Fransa’ya verilmesi için anlaşma yaptığı ortaya çıktı.[50]
Ayrıca Libya’ya yönelik hava saldırısı için 359 milyon dolar harcayan Fransa yaptığı bu gizli anlaşma sayesinde 1 trilyon 386 milyar dolar değerindeki 15.4 milyar varil petrolü işleme hakkına sahip olacaktı.[51]
Libya geleneksel olarak Almanya’nın petrol ihtiyacını karşılayan önemli tedarikçilerinden birisidir; Almanya’nın 2018 ithalat istatistikleri, Libya’nın Rusya ve Norveç’in ardından üçüncü büyük tedarikçi olduğunu gösteriyor. BASF grubuna ait olan Wintershall tekeli 1958 sonrasında Libya’da petrol çıkartıyor ve ülkenin en büyük üreticileri arasında sayılıyordu.
Wintershall, İtalyan ENİ ve Fransız Total tekelleriyle birlikte Libya’nın en önemli yatırımcıları arasında ve yatırımları iki milyar doları aşar düzeyde. Libya ayrıca diğer Alman tekelleri için de küçümsenecek bir pazar değildi.[52]
Libya’daki petrolün yağma savaşı kızışırken; İtalyan Eni ve Fransız Total petrol kuyularına döndü. BP ve Shell de İngilizlerin himayesinde Libya Geçici Ulusal Konsey ile masaya oturdu.[53]
Çünkü Libya, 46.4 milyar varil petrol rezervleriyle dünyanın 10. büyük petrol üreticisiydi ve Kaddafi döneminde, AB’nin petrol ithalatının yüzde 11’i Libya’dan geliyordu.[54]
Bu tabloda Afrika’nın en büyük petrol rezervine sahip, Akdeniz’e uzanan ülkesi Libya’da rakip cepheleri destekleyen Türkiye ve Rusya’nın nüfuz mücadelesi sürerken; Washington, Moskova’nın bölgedeki etkisini kırmaya yöneldi.[55]
Özetin özeti Pepe Escobar’ın, “Trablus üzerinde petrol ve doğalgaz ganimetlerini kapmaya çalışan akbabalar dönenip duruyor,”[56] ifadesindeki üzereydi her şey!
“DURUM” MU?!
Kaddafi’nin devrilmesinin ardından Libya yeniden ve daha geniş çaplı bir iç savaşla yüzleşti.
Birçok farklı silahlı grubun eseri olan kaosun devreye soktuğu güç kavgası Libya’daki istikrarsızlığa daha da körükleyecekti.
Libya lideri Mustafa Abdülcelil’in, “Mevcut durum bizi müdahale kararı almaya zorluyor. İstifa edersek Libya sivil savaşa sürüklenebilir,”[57] itirafındaki üzere ülkeyi kaosa sürükleyen emperyalistler ve bölge gericilikleri, şimdi ülkede egemenlik mücadelesiyle yeni(den) iç savaşı sürdürüyorlar.
“Peki, bu müdahale ve yıkım politikasının Libya halkına faturası ne oldu” mu?
6 milyon nüfuslu ülkede 500 bin kişi mülteci konumuna düştü. Ülkenin en önemli gelir kaynağı olan petrolün üretimi 1.6 milyon varilden 400 bin varile ve kişi başına milli gelir ise 12.120 dolardan 5.193 dolara düştü.
Libya’da 2.5 milyon insan sağlık hizmeti desteğine ve 400 kişi ise gıda yardımına ihtiyaç duyuyor.
Bu kaotik ortam ve çatışmalardan Avrupa’ya kaçmak isteyen binlerce kişi Akdeniz’de boğuldu.
Kaos ve çatışmaların ülke halkına faturası: Ölüm, yıkım, göç, yoksulluk ve açlık oldu![58]
Bu tabloda “Libya’daki kötü bir gidişata” dikkat çeken ‘Kuds ül Arabi’nin[59] tespitine ilişkin olar birkaç veriyi aktarmadan geçmeyelim:
- i) BM İnsan Hakları Konseyi’ne bağlı kurulan Bağımsız Araştırma Misyonu’nun Libya raporunda iç savaşın tüm taraflarının savaş suçu işlemiş olabileceği belirtildi![60]
- ii) İnsan Hakları İzleme Örgütü, Ulusal Geçiş Konseyi’ni (UGK) keyfi tutuklamalar ve mahkûmlara kötü muamele konularında uyardı![61]
iii) Uluslararası Af Örgütü’nden Donatella Rovera’ya göre, “Ne vicdanı ne de hukuku olan silahlı milisler, insan haklarını ayaklar altına alıyor ve bunun için cezalandırılmıyorlar”![62]
- iv) İnsan Hakları İzleme Örgütü, Libyalı muhaliflerin, ülkenin batısındaki dağlık bölgede ele geçirdikleri bazı kentlerde evler, sağlık merkezleri ve dükkânları yağmaladıklarını bildirdi![63]
- v) Gazze’ye yardım konvoyunda yer alan üçü kadın beş İngiliz aktivistin Libya’da kaçırılıp serbest bırakıldı, kadının ise saldırganların cinsel saldırısına uğradı![64]
- vi) Bingazi’deki El Kavafiye Cezaevi’nden 27 Temmuz 2013’de bin mahkûmun kaçtığı ve firariler arasında ağır suç işlemiş, terör ve politik suçlardan ceza almış yüzlerce kişinin yanı sıra Kaddafi yanlılarının da bulunduğu belirtildi![65]
vii) Bingazi’de 2 Kasım 2012 gecesi yüzlerce kişinin katıldığı gösteride, ülkede federalizme geçilmesi çağrısı yapıldı. Ülkenin doğusundaki Sireneyka bölgesinde yaşayan aşiretlerin oluşturduğu Ulusal Federal Bloku’nun liderliği çerçevesinde düzenlenen gösteride, ülkenin petrol zengini bölgesinde özerklik istenirken 1951 anayasasına geri dönülmesi ve devrik Kaddafi yönetimi döneminde Trablus’a taşınan bazı devlet kurumlarının tekrar Bingazi’ye getirilmesi talep edildi![66]
viii) Kaddafi karşıtı Zintanlı isyancılar, Libya’daki yeni otoriteyi de tanımıyor. UGK birliklerinin komutanını öldürmeyi amaçlayan isyancılar, silahlı mücadelesini sürdürürken yeni ulusal orduya katılmayı da reddediyor![67]
- ix) ‘The Guardian’ın haberine göre, General Halife Hafter güçlerine katılanların büyük kısmı, Sudan’ın Darfur bölgesinde devrik diktatör Ömer el Beşir’in ordusuna karşı savaşmış paralı askerler. Sudanlı komutanlara dayandırılan haberde, bu ülkeden gelen paralı askerlerin sayısının yaklaşık 3 bini bulduğu[68] ve Rus güvenlik şirketi Wagner’e mensup “paralı askerlerin” başkent Trablus’ta olduğu[69] ifade edildi!
Bunlar işin bir yanı; ardında da Giordano Bruno’nun, “Gömleğin ilk düğmesi yanlış iliklenince, diğerleri de yanlış gider,” saptamasındaki üzere Libya’nın yağmasına ilişkin kamplaşma/ kapışma var.
Kolay mı? Doğu Akdeniz’de stratejik önemdeki Libya’da Ankara destekli, BM’nin tanıdığı Ulusal Uzlaşı Hükümeti (UUH) ile Hafter cephesinin mücadelesinde Libya savaş alanı hâline gelirken; bunun da aslında vekâlet savaşı olduğu “es” geçilmemelidir.
“İç savaş” deniliyor ama Libya’da yaşananları, Doğu Akdeniz’e kadar uzanan, petrol ve gaz havzaları (hatta göç yolları) üzerinde vekâlet savaşları olarak anlamak gerekiyor. Dahası Türkiye ve Arap dünyası ilişkileri açısından bu vekâlet savaşı hidrokarbon havzalarını aşan, Suudi Krallığı’nın sözcülerinin yorumlarına göre, Ortadoğu su kaynaklarını da kapsayan bir alanda hegemonya rekabetine kadar uzanıyor.
Louis Althusser’in, “Bir zincirin değeri, en zayıf halkasının değeri kadardır,” saptamasını anımsatan karmaşık, bir vekâlet savaşları manzarası söz konusu. Küresel hegemonya sisteminin dağılmasıyla da ilgili olan bu manzaranın bir tarafında BM’nin desteklediği, Müslüman Kardeşler hareketinin uzantısı, Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti ile eski bir CIA unsuru, Kaddafi rejiminden kalma General Hafter’in liderliğinde Libya Ulusal Ordusu savaşıyor. Dikkatle bakınca görüntünün içine Türkiye, Katar ve İtalya giriyor. Bunların karşısında Rusya, Fransa, Mısır, Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan var.[70]
Örneğin Tobruk merkezli yönetim, Türkiye’nin radikal örgütleri Suriye’den Libya’ya çekmeyi hedeflediğini açıklarken;[71] müthiş bir karmaşa söz konusu…
Başkan Sarraj liderliğindeki Ulusal Mutabakat Hükümeti (UMH) ile General Hafter komutasındaki Libya Ulusal Ordusu (LUO) arasında egemenlik mücadelesinde Batı’da, Trablusgarp’ta BM’nin de tanıdığı UMH hâkim; Türkiye ve Katar tarafından destekleniyor. Hafter’i Fransa, Rusya, Mısır destekliyor ve ülkenin doğusuna egemen. Ülkenin güneyinde ise farklı aşiretler kendi dünyalarında yaşıyorlar.
ABD VE RUSYA AKTÖRLERİ
Libya’da Kaddafi rejimine karşı yürütülen hava harekâtının başlangıcında, fazla etkin olmamakla eleştirilen ABD, aslında harekâtın fazlasıyla içindeydi. Hatta ‘The Newsweek’ dergisinden John Barry, ABD’nin ‘Libya devrimi’ için 1 milyar dolar civarında para harcadığını ve mühimmattan keşif uçaklarına NATO’ya her konuda gizlice yardım ettiğini yazmıştı.[72]
Oysa WikiLeaks belgelerinde, Libya hükümetinin ABD Senatörü ve Cumhuriyetçilerin başkan adayı John McCain’in 2009’daki Trablus ziyaretinden önce Washington’dan “ölümcül silahlar” satın almak istediği ve McCain’in bu konuda Libya’ya yardımcı olacağı sözünü verdiği belirtiliyor. Ayrıca ABD, 2 yıldan kısa bir süre önce Libya’ya üçüncü ülkeler vasıtasıyla askeri malzeme satıyordu.[73]
Yani ABD’nin “tavşana kaç, tazıya tut” tavrı meydandayken; Kongre’de Libya’daki NATO harekâtı konusunda Obama’yı eleştiren bir karar tasarısı kabul edildi.[74] Ya da NATO, Kaddafi’ye karşı savaşan muhalif güçleri yanlışlıkla vurduğunu da açıkladı.[75]
Lakin Kaddafi sonrası hiç de beklendiği gibi ol(a)madı!
Liberal Husam Aytani’nin “Libya devriminin başlamasından bir yıl sonra ülkede bugün bir yandan NATO’nun devrimin başarılı olmasındaki rolüne, diğer yandan geçiş sürecine nokta koymanın gecikmesine yansıyan kabile çekişmelerinin çözümündeki acizliğe yoğunluk veriliyor,”[76] itirafındaki üzere çok şey ABD’nin de kontrolünden çıktı.
Örneğin ‘The Wall Street Journal’ın ifadesiyle, “30 personelin 23’ünün CIA için çalıştığı”[77] Bingazi Konsolosluğu’nun ya da “CIA’in Gizli Üssü”nün[78] 11 Eylül’de saldırıya uğramasıyla ABD’nin Libya Büyükelçisi Christopher Stevens ve üç Amerikalı görevli öldü.
Libya meselesi karmaşıklaştıkça; ‘The Guardian’a göre, “Trump’ın danışmanı, Avrupalı bir diplomatın önünde bir peçeteye çizdiği haritayla Libya’yı üçe böldü”[79] ya da Trump’ı Hafter’i “terörizmle mücadele ile petrol kaynaklarını güvence altına alma konusundaki çabaları” için sık sık övme[80] noktasına getirdi.
NATO’dan, Libya’da gerçekleştirilen hava saldırılarının yol açtığı sivil ölümleri araştırmasını isteyen;[81] Vladimir Putin’in, Libya’daki krizden NATO’yu sorumlu tutması gibi[82] -ABD’yi andıran- ikiyüzlü politik tutum(suzluğ)u Rusya için de söz konusuydu.
NATO’nun Libya’da gerçekleştirilen hava saldırılarının yol açtığı sivil ölümlerinin araştırılmasını isteyen ve Libya krizinden NATO’yu sorumlu tutan Putin’in tutum(suzluğ)u, Rusya’nın da -ABD gibi- ikiyüzlü politika izlediğini gösteriyordu.
Malum, “Her hükümet hırsızlardan bir araya gelmiştir,” derdi Ignazio Silone!
KADDAFİ SONRASI DÖNEM
Libya’da Kaddafi’nin linç edilmesiyle birlikte devreye giren dinamikler, uluslararası ilişkiler bağlamında XXI. yüzyılda nasıl bir dünyada yaşanacağının da ipuçlarını veriyordu.
Siz bakmayın Kaddafi sonrasına ilişkin memnuniyet ifadelerine!
Mesela “yeni bir çağın başlamasından memnun” olduğunu belirten Obama, “Amerikan halkı adına Libya halkını kutladığını” ifade etti…
BM Genel Sekreteri Ban Ki-mun ile NATO Genel Sekreteri Anders Fogh Rasmussen de Kaddafi dönemi sonrası Libya’yı memnuniyetle karşıladıklarını açıkladı…
Kanada Başbakanı Stephen Harper ile İngiltere Savunma Bakanı William Hague de Libya’daki yeni durumdan memnun olduklarını belirtti…
Fransa Dışişleri Bakanı Alain Juppe de Libya halkının “Cesaret, birlik ve asalet”ini selamladığını ifade etti…
Türkiye Dışişleri Bakanlığı’nın açıklamasında da “Libya halkının, özgürlük, adalet ve demokrasi uğrunda verdiği zorlu mücadelede bir merhaleyi daha başarıyla tamamlayarak, Libya’nın Kurtuluşu’nu ilan etmesini büyük memnuniyetle karşılıyor, bu mutlu ve tarihi günde Libya halkını tebrik ediyoruz,” denildi…[83]
Ulusal Geçiş Konseyi’nin Başkanı Mustafa Abdülcelil’in, “İslâm hukukuna dayalı demokratik bir devlet inşa etme” çağrısı yaptığı[84] yıkım tablosunda palavralar bir yana, gerçek “Kaddafi’yle birlikte 42 yıllık kendine özgü ‘Arap Cemahiriyesi’ni tarihe gömen Libya şimdi çölde pusulasız bir bedevi gibi geleceğini arıyor ve Libya laik-İslâmcı, Doğu-Batı ve Arap-Berberi ayrışmasına sahne oluyor. UGK’da milliyetçi, İslâmcı ve liberaller kapışıyor”[85] olduğuydu! Aşiretler arası çatışmalar da cabası!
“Kaddafi’den kurtulan Libya paramparça”yken;[86] “Kaddafi sonrası Libya’da şartlar hâlâ istikrarsızlığını koruyor,”[87] diyordu ‘Kuds ül Arabi’…
Kolay mı?
“NATO şemsiyesindeki güçlerin müdahalesiyle Kaddafi devrildikten sonra iktidar savaşına sürüklenen Libya’da silah bırakmayan güçler arasındaki çatışmalar yoğunlaşıyor. Aşiretler arasındaki çatışmalarda insanlar ölüyor”du![88]
‘Kuds ül Arabi’, “Yeni Libya’da şimdi adalet yok. Ulusal uzlaşma mevcut değil. Ülke, Silahlı milislerin ve militan cihatçı gurupların otoritesine tabi,”[89] derken; “Yeni Libya’yı Kuranlar Kaddafi’nin Eski Bakanları”ydılar![90]
“Milislerin insafına terk edilen Kuzey Afrika ülkesinde birçok Libyalı Kaddafi günlerinin istikrarını özlüyor. Bingazi’de bir doktor Salah Mahmud Akuri, ‘Yaygın bölgesel, ideolojik ve aşiret çatışmaları diktatör yönetiminden daha kötü. Bazı Libyalılar Kaddafi’den nefret etmelerine rağmen eski rejimi arıyor’,”[91] diyordu.
Özetle “Kaddafi sonrası Libya’yı kim yönetecek? Herkesin yanıtını beklediği soru bu”yken;[92] Kaddafi’nin linç edilmesiyle sonuçlanan isyanla başa geçen yönetim, ülkeyi kontrol edemiyor ve milislerin petrole hükmetme çabaları kırılgan siyaseti alt üst ediyordu.
Ortaya çıkan boşluğun pek çok grup tarafından doldurulmaya gayret edildiği Libya’da “Fiili bölünme, 1951’e dönüşü anımsatıyor”du![93]
NATO-Milis operasyonunda işkence ile öldürülen Kaddafi’den sonra, ülke neredeyse El Kaide’nin üssü hâline getirildi.[94]
Irak ve Suriye’de toprak kaybeden IŞİD, kanunsuz Libya topraklarına nüfuz etti. Kaddafi’nin kabilesi IŞİD’e biat etti, örgüt Avrupa’ya uzanan 333 milyon dolarlık insan kaçakçılığı ağını ele geçirdi.[95]
Libya IŞİD’in oyun alanı hâline gelmişti. Libya’nın doğusunda ilan ettiği “emirlikle” etkinliğini artırırken, Trablus ile Bingazi’ye de sirayet ediyordu.[96]
Ulusal Geçiş Konseyi (UGK) Başkanı Mustafa Abdülcelil, “Ülkenin iç savaşa sürüklenme riski olduğu”nu belirtirtip;[97] “Kendi iktidar alanlarını kuran eski isyancılar birbirleriyle çatışırken”;[98] siyasi istikrarın sağlanamadığı Libya’da sivillerin korkulu rüyası hâline gelen milis grupların sayısının 1700 civarındaydı.[99]
Ve durum Kaddafi’yi deviren ayaklanmadan “çok daha kötü”[100] bir iç savaş sarmalının kaosuna teslim olmuşken; -1990’lı yıllarda ABD’nin desteğiyle Kadaffi’yi iktidardan düşürmeye çalışan- emekli Hafter’a bağlı birlikler, parlamentoyu askıya aldı.
Amerika’nın Virjinya kırsalında eğitim alan ABD vatandaşı emekli general Hafter’ın parlamentoyu feshetmesinden sonra başkent Trablus ve Bingazi’de silahlı güçler arasındaki çatışmalar tırmandı.
Libya Ulusal Ordusu’nun finansörlüğünü işadamı Fathallah Bin Ali yaparken; darbeci Hafter, 2011’de başlayan ayaklanmada Libya’ya dönen “CIA’nın Generali”ydi.
Sonuçta Libya “kurtlar sofrası”na dönüşmüştü ve paramparçaydı!
LİBYA’NIN (VE AKP’NİN) İSPATLADIĞI
Libya’da yaşananlar iki olguyu ispatlıyor: Emperyalist saldırganlıkla kol kola giren liberal müdahaleci ulus inşası projelerinin yıkıcılığı ve siyasal İslâmcıların toplumlarını yönetme ehliyetlerinin olmadığını!
Sömürgeci müdahalenin muhtelif versiyonları; örneğin AKP’nin “Yeni Osmanlı”cılığı bu gerçeklere toslayacaktı…
2011’deki NATO müdahalesine dahil olup, Kaddafi’nin linç edilerek öldürülmesiyle parçalanan Libya’daki savaşın müsebbiplerinden Yeni Osmanlıcılar, o günden bugüne elini Kuzey Afrika’nın petrol zengini coğrafyasından çekmedi: Önce ülkenin işgal edilmesine, ardından da Trablus’taki İslâmcı yönetime destek verdi.
Osmanlı mirasını milliyetçi bir sos bulayarak canlandırmak, ihvan enternasyonalizmine dayanarak İslâm dünyasında lider olmak fantezileri peşindeki AKP’nin dış politikası, Suriye’deki vekâlet savaşının ardından, Libya’ya da el attı; hem de “anti-emperyalizm” yalanlarına sarılarak!
AKP’nin, yüzlerce yıl önceki İslâmı, Türkçülüğe yedekleyerek giriştiği emperyal siyaset, Türkçülüğü İslâmcı/Osmanlıcı siyasete yedekleyerek girişilen sömürgeci serüven ya da bugünün “Kızıl Elma” hevesiyken; bu nafile çaba, kuru gürültü, kof bir efelenmeden başka bir şey değildi.
Türk(iye) sağının anti-emperyalist geçmişinden söz etmenin hiçde gerçekçi bir tutum olmayacağını herkes bilir. Türk(kiye) sağının anti-emperyalizm iddiası, sol kavramsallaştırmanın hayli uzağında bir “düşman/ kafir” tanımı üzerinde biçimlenir. Bu dış düşman tarifi, sömürü ilişkisinden çok, kültürel (dini-etnik) olarak kendisinden farklı olana işaret eder.
Unutulmamalıdır ki “Soğuk Savaş” döneminin iki kutuplu dünyasında, Türk sağı kapitalist Batı’dan yana saf tuttu. Dönem dönem gerilimler ortaya çıkmış olsa da bu tercih sağ siyaset reflekslerini biçimlendirdi. 6. Filo’yu protesto edenlere saldırıdan Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının asılmasına, 70’li yıllardaki çatışma döneminden 80’lerin neo-liberal saldırısına kadar çok meselede bu tavır belirleyici oldu. NATO gibi Batı ile en kritik anlaşmalar, sağ iktidarlarca zafer havasında yapıldı.
Türk(iye) sağının “işler yolundayken” değil de, işler sarpa sardığında “anti-emperyalist” kesildiği ve bunu genellikle kendi savunmasını genişletmek için başvurduğu bir argüman olduğu söylenebilir. Hatta anti-emperyalizm telaffuzundan da pek hoşlanılmaz. Genellikle sağ hareketlerin anti-emperyalist tutumları olduğuna ilişkin değerlendirmeler ya sol kavramları kullanarak iktidarları desteklemeye çalışan kalemlerden ya da anti-emperyalist damarı abartma eğilimindeki soldan gelir.
Anti-emperyalist reflekslere söyleminde verdiği yer açısından AKP, sağ partiler yelpazesinde hayli gerilere düşer. AKP içinden çıktığı Milli Görüş hareketinden çok, farklı dönemlerde AP ve ANAP’ın temsil ettiği Batı kapitalizmiyle entegrasyon politikalarının heveslisi çizgiye daha yakındır. Zaten, sağ popülizm içindeki AB’ye ayak direyen Batı karşıtı direnci kırıp, küreselleşme için geniş bir rıza üretme iddiasıyla ortaya çıkmış ve dış muhataplarından destek görmüştü.
Ekonomik programını dünyaya açılmak kadar, -belki daha çok- küresel sermayeye ülkeyi açmak olarak kurgulayan AKP, neo-liberal model teklemeye başlayıp trend tersine dönene kadar emperyalizmi hiç mesele etmedi.[101]
Malum: Erdoğan/AKP yönetimi, ABD’nin doğrudan, AB’nin de dolaylı desteğiyle iktidara getirilmişti.
11 Eylül 2001’deki İkiz Kuleler saldırısından sonra, “Anti-Amerikancı” görünen, ama aslında, Soğuk Savaş sırasında Sovyetler Birliği’ne karşı, ABD tarafından desteklenen, güçlendirilen ve kullanılan Radikal İslâma karşı, “Ilımlı İslâm” adı verilen “emperyalizmle barışık İslâm”ın, “Demokratik Rejimle” uzlaşabileceği ve ABD kontrolündeki emperyalist dünya düzenine destek vereceği düşünüldü.
Aslında siyasal İslâma ve Turancılık başta olmak üzere ırkçı milliyetçiliğe ABD’nin verdiği büyük destek, “Soğuk Savaş”ta, Sovyetler Birliği’ni çökertmek için başlatılmıştı. Siyasal, ideolojik ve kültürel plandaki bu destek, Sovyetler’in Afganistan’ı işgaline karşı El Kaide’nin silahlı direnişine dönüştürülüp zafere ulaşınca, çok daha kurumsal bir nitelik kazandı.
Siyasal İslâmın o kesitte emperyalizm ile sıkıfıkılığı “sır” değilken; hiç kimse AKP’nin bugününü dününden soyut ele alamaz. Tam da burada yeri gelmişken anımsatalım: “AKP’de temsil edilen siyasal İslâmın iktidarının dış politikası ‘Realist’ bile değildir.”[102]
Örneğin Libya’daki gruplara silah gönderdiği için yük gemisi bombalanan, vatandaşları sınır dışı edilen Türkiye, Suudi Arabistan’ın öncülük ettiği bloka da destek vererek Yemen’de Selefî ve İhvan hegemonyası kurmak için çabalıyor. Suudi koalisyonu Husileri bombalarken, Türkiye Selefî ve İhvan gruplarını silahlandırıyor. Bir süre önce silah gemileri yakalanmıştı ancak Türkiye, Suriye’ye gönderdiği silah-mühimmat yüklü TIR’larda olduğu gibi inkâr etmişti.
Aden Limanı’nda gemiden indirilen konteynerlerde bisküvi kutularında binlerce silah çıkmıştı, evraklar kontrol edildiğinde “plastik ev eşyası” diye tanzim edildiği belirlenmişti. Bu partiden öncekiler de bisküvi kutularında gönderilmişti. Silahları rüşveti reddederek ifşa eden komutan Galip El-Hassani kısa süre sonra ölü bulunmuştu.
Sonra da Yemen’den Türk ajanlarının yakalandığı haberleri geliyordu. İran’ın yarı resmi Fars Haber Ajansı, Suudi Arabistan liderliğindeki Arap koalisyonunun bombaladığı Şiî Husi kontrolündeki Yemen’de aralarında Türk istihbarat servisi için çalışan 8 ajanın yakalandığını iddia etti. Haber Yemen’deki Husilerin siyasi kanadı olan Ensarullah Hareketi liderlerinden Rezzak Hamit El-Amcadi’ye dayandırıldı. Ajansa konuşan El-Amcadi, yakalanan şahısların Türkiye ve Katar istihbarat servisleri için çalıştığını söyledi.[103]
Bu hâlde ve uluslararası ilişkiler arenasında “Boyundan büyük bir işe kalkıştığını kavradıkça, sinirli hareketler yapmaya başlayan AKP Türkiyesi var”ken;[104] emperyalist merkezlerle aynı ligde oynar gibi yapmaya çalışan politikalar her adımında bataklığa saplanıyor. Tam da bu tabloda ilaç olsun diye Ayasofya’yı yeniden fethediyor, kılıçla hutbe okuyorlar! Belde kılıç, kulaklarda Mehter Marşı ve Salat-ı Ümmiye ile “Kızıl Elma” yaygaraları zevahiri kurtaramıyor…
Kaldı ki AKP Türkiyesi’nin Libya’dan Doğu Akdeniz’e izlediği politikayı ne “diplomasi” ne de “güç yansıtma” bağlamında anlamak olanaklıdır.
Rejim, Ortadoğu’da, “Yeni Osmanlı” fantezisiyle ve “Cebelitarık’tan Hicaz’a, Balkanlar’dan Asya’ya tüm insanlık hasretle bizi bekliyor” sanrılarıyla yola çıktı, Sünnî İslâmın dünya lideri olmaya kalktı. Büyük bir istikrarsızlık kaynağına dönüşürken; doğu Akdeniz jeopolitiğinde faylar uzun vadede kırılacak ve iktidarların alaborasına yolacacak gibi duruyor.
T.“C” LİBYA’DA NE YAPIYOR?
T.“C”, Kaddafi’den, yaşam garantisi karşılığında ülkeyi terk etmesini talep ederek Libya krizine doğrudan müdahil oldu. O günlerde, bu tutumun ardında, Kaddafi’nin, 1996’da eski başbakan Necmettin Erbakan’la yaptığı görüşmede ve çeşitli demeçlerinde dile getirdiği ‘bağımsız Kürt devleti’ meselesinin etkili olduğu konuşuldu. Ancak, Türkiye’nin tutumunu etkileyen bir başka önemli etken de şüphesiz AKP iktidarının Müslüman Kardeşler (İhvan-ı Müslimin, kısaca İhvan) örgütüyle tesis ettiği organik ilişkilerdi.
Müslüman Kardeşler, Kaddafi’nin devrilmesinin hemen ardından, Mart 2012’de, Adalet ve İnşa Partisi’ni kurdu. Parti, üç ay sonra yapılan parlamento seçimlerinde 200 sandalyenin 34’ünü kazandı. Ancak iktidarı boyunca, suikast ve adam kaçırma eylemleri düzenleyen radikal İslâmcı gruplarla ilişki içinde olmak; hükümet fonlarını söz konusu gruplara akıtmak; şeriat devleti ilanı için halk oylaması önermek; üniversitelerde cinsiyet ayrımı, zorunlu başörtü dayatmaları[105] gibi pratiklerle suçlandı. Dahası, Ocak 2014’te partinin görev süresi sona ermesine rağmen, Aralık ayında tek taraflı oylamayla bu süreyi bir yıl uzattı. Bu hamle, Libya’daki iç karışıklığı yeni bir aşamaya taşıdı. Sonradan adından çokça bahsedilecek Hafter tam da bu aşamada sahneye çıktı.
İnişler, çıkışlar ve zıtlıklarla dolu yaşam öyküsünden son derece pragmatik ve uzun vadeli hareket eden bir kurmay olduğu anlaşılan Hafter, mevcut durumda İhvan rejiminin dağıtılması ve bir geçiş hükümeti oluşturulması yönünde çağrı yaptı. Durumda bir değişiklik olmayınca, üç ay sonra, 16 Mayıs 2014’te ‘İtibar Harekâtı’nı başlattı, ancak başarısızlığa uğradı. Bu harekâtın sonucunda Libya İç Savaşı patlak verdi.
Müslüman Kardeşler hükümeti, bu kargaşa içinde, yüzde 25’ten fazla oy kaybına uğrayacağı 2014 seçimlerine girdi. Seçimlerde ılımlı, laik ve milliyetçi eğilimlere sahip adaylardan oluşan Ulusal Güçler İttifakı büyük bir zafer kazandı. Asıl fırtına da bundan sonra koptu. Seçimlerde yenilen Müslüman Kardeşler ve Libya’nın batı kıyısındaki İslâmcı müttefikleri, ‘Libya Şafak Koalisyonu’ çatısı altında silahlı mücadeleye girişti. Koalisyon, yedi hafta süren çatışmaların ardından başkent Trablus’u ele geçirdi. Yeni seçilen parlamento, baskılardan dolayı doğudaki Tobruk kentine kaçtı ve bir süre sonra Halife Hafter’i, silahlı kanatlarını teşkil eden sözde Libya Ulusal Ordusu’nun (LUO) komutanı olarak atadı.
Libya topraklarının yüzde 70 ila 80’e yakınını kontrol altında tutan Hafter, başta Rusya olmak üzere Mısır, Fransa ve Birleşik Arap Emirlikleri tarafından destekleniyor. Hafter’in komuta ettiği LUO, asker sayısı ve donanım bakımından rakiplerinin üzerinde bir güce sahip. AP’den Maggie Michael’a göre, “Aralarında 25 pilot eğitmeninin de bulunduğu 600 ila 800 arasında Rus paramiliter, LUO milisleriyle aynı saflarda savaşıyor.[106]
25 Haziran 2014’teki Parlamento seçimlerinden yenik ayrılan Müslüman Kardeşler, Eylül ayında ele geçirdiği başkent Trablus’ta, Halife el Guveyl önderliğinde Ulusal Kurtuluş Hükümeti’ni (UKH) kurdu. Libya’daki varlığı 1940’ların sonlarına dayanan örgüt ülkede ne iç savaş öncesi ne de sonrasında geniş bir taban bulamadı. Zaman içinde ülke siyaseti üzerindeki etkisi zayıflamış olsa da varlığını, Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti içerisinde sürdürüyor.
Müslüman Kardeşler üyeleri daha çok, UMH’nin danışma organı olarak görev yapan Devlet Konseyi’nde varlık gösteriyor. Askeri İstihbarat’ın başına da sadık bir Müslüman Kardeşler üyesi olan Salah Badi atandı.[107] Bu gibi teknik konuların tetiklediği hükümet içi siyasi karmaşa hız kesmeden devam etti.
Libya siyasetinde adından en az Hafter kadar çok bahsedilen bir başka isim de BM tarafından Libya’nın meşru hükümeti olarak tanınan, UMH’nin Başbakanı Fayiz es-Serrac’tı… Serrac hükümetinin kontrol ettiği alan, ülke topraklarının yüzde 20 ila 30’unu teşkil etse de, nüfusun büyük çoğunluğu UMH’nin kontrol ettiği merkezlerde yaşıyordu. Trablus merkezli, Türk kökenli,[108] seçkin ve Libya bürokrasisi içinde kuvvetli bir aileye mensup olan Serrac Türkiye tarafından destekleniyordu.
Serrac ailesinin kökenleri, XVI. yüzyılın ortalarında, Osmanlı İmparatorluğu’nun akınlarıyla Trablusgarp, Tunus ve Cezayir’e yerleşen yeniçeri ve kapıkulu askerlerine dayanıyor. ‘Kuloğlu’ denen bu askerlerin çocukları Libya siyasetinde her zaman etkin oldu.
Serrac, içinde İhvan üyelerinin de olduğu çok parçalı bir bloğu yönetse de aralarındaki husumet oldukça derin. Öyle ki, geçmişte Serrac’a bağlı güçlerle Müslüman Kardeşler arasında şiddetli çatışmaların yaşandığı bilinmekte. Örneğin, Müslüman Kardeşler üyeleri Ekim 2016’da, İslâmcı milislerin desteğiyle parlamento da dahil olmak üzere birçok hükümet binasında kontrolü ele geçirdiğinde, hedefteki isim Fayiz es-Serrac’tı ve bu açık bir darbe girişimiydi.[109]
Türkiye ile Serrac liderliğindeki UMH arasında, 27 Kasım 2019’da, ‘Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasına İlişkin Mutabakat Muhtırası’, hemen ardından 15 Aralık’ta da ‘Güvenlik ve Askeri İş Birliği Mutabakat Muhtırası’ imzalandı.[110] Bu durum adeta gardan gürültüyle ayrılan bir treni son anda yakalamaya benziyor. Zira İsrail, Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY), 2010 sonrasında Doğu Akdeniz’de, Türkiye ve Kıbrıslı Türklere rağmen doğal gaz arama faaliyeti yürütüyor. Mısır da bu faaliyetlere destek veriyor.
Türkiye’nin, güney deniz sınır komşusu Mısır’la ilişkileri 2013 sonrasında gergin seyrediyor, GKRY zaten diplomatik olarak tanınmıyor. Bu koşullar altında, Türkiye ve Libya arasında imzalanan mutabakatın, Doğu Akdeniz’de Türkiye’yi yok sayan enerji arama, boru hattı inşa etme gibi projelerin önüne set çekebilecek tek formül olduğu genel manada kabul görüyor.
Hafter ve Serrac’ın, Paris, Palermo ve Abu Dabi’de gerçekleştirdikleri üç zirve de barış ümitlerini askıya alarak savaşın derinleşmesiyle sonuçlanırken; ‘Novaya Gazeta’ savunma analisti Pavel Felgenhauer, ‘Euronews’e demecinde, “Rusya’nın hem Hafter hem de UMH ile ilişkileri var. Türkiye ve Rusya Libya için savaşmayacak. Bu Suriye’de ciddi bir krize yol açar ve Türkiye, Rusya için Libya’dan daha stratejik bir öneme sahip” diyerek Rusya’nın pozisyonuna dikkat çekti.
‘Sputnik’e konuşan Rus parlamentosu Dışişleri Komitesi üyesi Oleg Morozov, Türkiye ve Rusya’nın, Suriye ve Libya’da yaşanan krizlere ilişkin yaklaşımlarının ‘büyük ölçüde’ örtüştüğünü, iki ülkede yaşanan sorunların Türkiye’nin ciddi katılımı olmadan çözülemeyeceğini vurguladı.[111] Morozov’un sözlerinden, ‘taktiksel’ değil, uzun vadeli, stratejik bir işbirliğine dikkat çektiği anlaşılıyor.
Putin de, basın toplantısında, Rusya’nın Libya’daki pozisyonuna ilişkin olarak, “Moskova, Libya’daki soruna çözüm bulmak için her iki hükümetle de temas hâlinde” dedi.[112]
- “C”nin etkinliği Hafter’i zayıflatırken; o da, Türkiye’ye karşı silahlanma ve mücadele etme çağrısı yaptığında;[113] Kaddafi’nin katliyle sonuçlanan operasyonda yer alan 158 muhalif İstanbul’daydı. Hepsi gazilerden oluşan grup, 40 gün 40 gece, Ataköy’deki 5 yıldızlı bir otelde kalacaktı.[114]
Rus ajansı riafan.ru’nun haberine göre, T.“C”nin Libya’daki UMH hükümetine yaptığı katkı, silah ve araçlardan ibaret değilken; İdlib başta olmak üzere Suriye’den çok sayıda paralı askerin Libya’ya kaydırıldığı artık bir sır değildi.[115]
Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un da, “NATO üyesi olduğunu iddia eden bir ülke olarak Türkiye’nin, Libya’daki iç savaşta tarihsel ve cezai sorumluluğu var,”[116] diye haykırdığı tabloda şunun görülmesi gerek: Libya’da kimse Libyalılar için savaşmıyor, herkes kendisi için savaşıyordu.
Kolay mı? Erdoğan NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg ile görüştü: NATO Türkiye’nin desteklediği Trablus hükümetine destek verecek. (15 Mayıs 2020)
Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın: “Rusya ve birkaç ülkenin desteği Libya’da şiddeti tırmandırıyor”. (26 Mayıs 2020)
ABD Savunma Bakanlığı’na bağlı Afrika Kuvvetler Komutanlığı: “Rusya Libya’da savaş uçakları konuşlandırdı”. (26 Mayıs 2020)
Rus basını: Türk tankları Libya’da. (31 Mayıs 2020).
Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti Başkanlık Konseyi Başkanı Serrac’la görüşen Erdoğan: “Berlin sürecinden NATO’ya kadar tüm uluslararası platformlarda Serrac’la birlikte hareket edeceğiz. ‘Hafter’i kenara koymak mümkün değil’ diyen devlet başkanları hata yapıyor.” (4 Mayıs 2020) gerçeği orta yerdeyken Suriye’den Libya’ya uzanan ve Kıbrıs ile Akdeniz’i içeren tek bir cephesi vardı T.“C”nin
İyi de “T.‘C’ Libya’da cephesinde ne yapıyor” mu?
Yanıt net: Evet, Libya’da savaşıyoruz!
Türkiye’yi yönetenler milletten ve milletin Meclisi’nden habersiz Libya’da savaşıyorlar!
Hatırlayın: Erdoğan önce “ne işi var NATO’nun Libya’da” demiş ve Libya’ya müdahaleye karşı çıkmıştı. Ancak 15 gün sonra “NATO, Libya’nın Libyalılara ait olduğunu tespit ve tescil etmek için oraya gitmelidir” diyerek müdahaleye destek vermiş, hatta daha talep gelmeden “Haçlı Donanması”na gemi dahil etmişti!
Sonuçta “Haçlı Donanması” ile hava filosu kuruldu, Libya bombalandı, Kaddafi yıkıldı.
Ülke ikiye bölündü: Biri Tobruk’ta diğeri Trablus’ta iki ayrı yönetim oluştu. Libya’yı bölenlerin bazıları Tobruk’taki yönetimi, General Hafter’i, bazıları da Trablus’taki yönetimi, Serrac’ı destekledi. AKP hükümeti bu bölünmede Trablus yönetimini ve Serrac’ı destekliyor…
Küresel güçlere ve AB ülkelerine sık sık “Koalisyon güçlerinin burayla herhangi bir sınırı yok… Senin sınırın var mı?” diyen Erdoğan yönetimi Trablus merkezli UMH arasında 27 Kasım 2019’da İstanbul’da imzalanan ‘Güvenlik ve Askeri İşbirliği Mutabakat Muhtırası’nı da Meclis’ten geçirdi.
Görünen odur ki Türkiye, Mısır’da, Suriye’de deneyip başarısız olduğu İhvan-ı Müslimin (Müslüman Kardeşler) iktidarını bu kez Libya’da oluşturmak istiyor. Bu çerçevede iç savaşın taraflarından biri oldu.
Bunun içinde SADAT (Uluslararası Savunma Danışmanlık Ticaret Şirketi)’dan,[117] marifetlerini Cerablus’tan, Afrin’den, İdlib’den tanık olduğumuz Suriye Milli Ordusu adlı lejyon da var…
Tüm bunların adına yapıldığı “ulusal beka” ile ilişkisi meçhul olsa da; “Yeni Osmanlıcılık” ile bağıntısı netti!
“YENİ OSMANLICILIK”
“Yeni Osmanlıcılık” bir yayılma, sömürgecilik eğilimidir.
Mesela Irak’taki gibi. Kuzey Irak’ta üsler var. Hem de birden fazla ve merkezi Irak Hükümeti “istemem” diyor!
Libya’daki sefer için Şeriatçı Müslüman Kardeş ağırlıklı “Ulusal Mutabakat Hükümeti davet ediyor” deniyor. Ama ciddiye alınacak bir durum yok! (Bu arada Libya’ya asker, Akdeniz’in doğal gazı paylaşılamayınca gündeme geldi.)
Ve Suriye: Kuzeyine üç sefer düzenlendi. Her üçünde de Suriye’nin toprak parçaları fethedildi. Davet olmadığı gibi, “Ne işiniz var topraklarımızda, çıkın gidin” dedi Suriye rejimi!
Sonra Somali ile Katar’da kurulan askeri üstler!
“Beka meselesi”nin hedefi, “Türkiye’nin güvenliği Misak-ı Milli sınırlarının ötesinde başlar” formülüyle izah edilirken; “Türkiye’nin önceliği Akdeniz olmalıdır.”[118] “Herkesin pay kapmaya çalıştığı bir ortamda Türkiye’nin olmamasını ileri sürmek makul değildir. İki nedenle: Petrol bağımlılığını azaltmak, bunun için daha ucuz bir pazar bulmak. Daha da önemlisi 2011’de büyük paralar bırakan firmaların alacaklarının tahsilini kolaylaştırıcı adımları atmaktır,”[119] diyen ulusalcı hezeyanıyla çakıştı!
Sonrasındaysa Libya’da İhvancıların ağırlıkta olduğu yönetimle yapılan “mutabakat”, kaçınılmaz olarak Doğu Akdeniz’de çok aktörlü bir krizin kapılarını araladı.
YAYILMA, TİCARET, TALAN
Eski Dışişleri Bakanı Prof. Dr. Şükrü Sina Gürel, “Libya’ya asker göndererek doğrudan savaşın tarafı olmak, Türkiye’nin başına uzun bir süre uğraşılacak bir dert açabilir,”[120] dese de; yayılma, ticaret, talan siyaseti baskın çıktı.
Kaddafi sonrasında, öncesinde inşaattan enerjiye, tarımdan gıda sektörüne kadar pek çok alanda en az 100 milyar dolarlık fırsat barındıran Libya için bazı yerli firmalar faaliyet programlarını hazırladı.[121]
Tıpkı Libya’da, isyancıların başkent Trablus’u ele geçirmesinden sonra, petrol başta olmak üzere ülkenin yer altı ve yer üstü zenginliklerine el koyma yarışı başlaması gibi.
Bu konuda Fransa, İngiltere, İtalya ve Almanya arasında kıyasıya bir rekabet yaşanırken, Türkiye’nin de yeniden imar konusundaki yüklü ihaleler alacağı tahmin ediliyordu.[122]
Evet, Libya’da Kaddafi’nin devrilmesi ardından devreye sokulan yıkımın kısa hikâyesi bu merkezdeydi ve bir kez daha Max Horkheimer’ın, “İnsanlar, ancak üretime karşı çıkarak, insana yaraşan bir başka üretim düzeni getirebilirler,” saptamasını doğruluyordu.
Emperyalist hiyerarşinin orta basamaklarında yer alan T.“C” dış politikası yayılmacı emeller zemininde yükselirken; Türk(iye) burjuvazisi kendi nüfuz ve egemenlik alanını arttırmasını sağlayacak yayılmacı istemlerini koşullar uygun oldukça gündeme getirmiş ve bu istemlerin peşinde koşmuştu.
Hatırlayın: Irak’a asker göndermeye yönelik tezkere tartışması günlerinde Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, “Türkiye’nin çıkarlarının Anadolu’ya hapsedilemeyeceğini, Türkiye’nin Irak’taki petrolden haklarını hukuki düzen içinde alacağını” ifade etmişti.
T.“C”nin genişleme girişimlerini meşruluk temelinden daha çok güç dengeleri çizerken, sıklıkla dile getirilen “Yurtta sulh cihanda sulh” söyleminin aksine, Türk(iye) devleti, fırsat buldukça imparatorluktan kaybettiklerini geri almaya ya da yeni yerler kazanmaya teşebbüs etmiştir.
Bu doğrultuda tarihi boyunca, T.“C” açıkça dört kez bu tür girişimlerde bulunup, Musul-Kerkük hariç diğer tüm girişimlerinde çeşitli şekiller altında amacına ulaşmıştır. Küçük Ağrı Dağı bölgesi ve Hatay sınırlara dâhil edilmiş, Kıbrıs’ta ise uydu bir devlet(cik) kurdurulmuştur.
Özetle T.“C” kurulduğundan beri hiç aklından çıkmayan emperyal düşlerini yer yer yeniden ısıtıp öne sürmeyi hiç “es” geçmedi.
Hatırlanırsa, 1990’ların başında Adriyatik’ten Çin Seddi’ne kurulacak egemenlik hülyaları yeniden dillendiriliyordu. SSCB sonrası oluşan Türki cumhuriyetlerin “ağabey”i olma arzusu sık sık dile getiriliyordu.
Burada özenle vurgulayalım: AKP’nin tercihlerini dinciliği değil kapitalistliği belirlerken; emperyalistleşme hevesinin Türk(iye) partisi bugün için AKP’dir.
Çünkü AKP sermayenin dışa açılması, yayılması, yeni yatırım alanları elde etmesi ve T.“C”nin en azından bir bölge gücü hâline gelmesini hedefleyen odaktır.
T.“C”yi Osmanlı’dan mülhem “büyük devlet” yapmaya soyunan “başkan baba”(!) Erdoğan ve ekibinin zihniyet dünyasının bir adım öncesinde, 12 Eylül askeri darbesinden sonra ve bu darbe sayesinde iktidara gelmiş olan Turgut Özal dönemi yatar.
Bir siyasetçinin hangi sınıf adına siyaset yaptığı ve siyaset yaparken de asıl amacının ne olduğu, böylesi somut problemlerin çözümü noktasında daha net olarak ortaya çıkar. Erdoğan ve ekibinin de asıl olarak büyük sermaye adına hareket ettikleri ve bölgeye yönelik emperyalist-yayılmacı emeller taşıdıkları, bu son gelişmelerle daha bir netlik kazanmış oldu.
Şurası görülmeli; Türk(iye) burjuvazisi yaşanan değişim sürecinin bir ürünü olarak kabuk değiştirme sürecinin sancılarını yaşıyorken, coğrafyamızda kapitalizm emperyalist güçlere bağımlı olsa da önemli gelişme ve sıçramalar kaydetmiş ve artık alt-emperyalist bir ülke koordinatlarına ulaşılmıştır.
“İyi de alt-emperyalizm ne anlama geliyor” mu?
Dünya kapitalist sistemi, ana basamakları itibarıyla “ileri, orta ve az gelişmiş” diye nitelenen bir hiyerarşi piramidi oluşturur. Çeşitli kapitalist ülkeler bu piramit boyunca güçlerine göre sıralanırlarken, alt-emperyalizm kavramı emperyalist hiyerarşi piramidinde en üst basamakta yer alan emperyalist ülkelerin altındaki bir konumu betimler.
Söz konusu konumdaki bir kapitalist ülke henüz üsttekiler gibi bir ekonomik güce ve dünya gündemini belirlemekte aynı derecede etkiye sahip olmasa da, kendi bölgesinde ve büyük emperyalist güçlerin eşliğinde artık doğrudan yayılmacı ilişkiler yürütür. İşte orta derecede gelişkin kapitalist ülkeler basamağı kapsamında yukarılara tırmanarak bu düzeye ulaşan ülkeler, bu gibi nedenlerle alt-emperyalist diye nitelenirler.
Alt-emperyalist bir ülkenin emperyalist ülkelere bağımlılığında, henüz bu düzeye ulaşmamış kapitalist ülkelere kıyasla belirli ölçüde bir gevşemenin gerçekleştiği açıktır. Artık bir bölge gücü düzeyine yükselen kapitalist ülkeler, kendi çıkarları doğrultusunda daha bir bağımsız davranabilmek için gerektiğinde büyük güçlere kafa tutabilmektedirler. Büyük emperyalist güçlerle ilişkilerinin biçimi ve niteliği zamanla kendileri lehine bir değişim kaydetmektedir. Örneğin, bir zamanlar bölgelerinde büyük güçlerin basit bir jandarması rolünü üstlenirlerken, artık büyük güçlerle birlikte hareket etmeyi kendi yayılmacı iştahlarını tatmin için arzulamaktadırlar.
Henüz küresel ölçekte söz geçirecek kadar güçlü olmayan alt-emperyalist ülkeler gerçekten de kendi bölgelerinde bir güç odağı oluşturabilirler.
Türkiye 1980 dönemecinden bu yana, burjuvazinin dışa açılma doğrultusunda gerçekleştirdiği yapısal değişim neticesinde sıçramalı biçimde yol aldı, ekonomisi büyüdü ve alt-emperyalist bir ülke oldu.
Fakat Türkiye, sermaye ihracı ve sermaye hareketlerinin küresel ölçekte yönlendirilmesi bakımından henüz bir büyük güç konumuna ulaşmış değildir. Ne var ki, Türkiye’nin kendisi sıcak parayı ve çeşitli sermaye hareketlerini çekmek açısından çok önemli bir pazardır.
Bu çerçevede T.“C” bir “bölge gücü”dür; Libya da, Suriye gibi bu kapsamda ele alınmalıdır.
Özetin özeti: AKP’nin dümende olduğu T.“C”nin “Libya serüveni” bu minvalde.
T.“C” hâlâ bu bataklıkta debeleniyorken; “Yeni Osmanlı”cılar “Dimyat’a pirince giderken, evdeki bulgurdan olabilir”!
25 Mayıs 2023, 11:59:43, İstanbul.
N O T L A R
[1] Richard Bach, Martı, çev: Kader Ay Demireğen, Epsilon Yay., 2015.
[2] Abdel Bari Atwan, “Kaosun Ülkesi Libya’ya Hoş Geldiniz”, Evrensel, 22 Ekim 2013, s.11.
[3] Sami Kohen, “Libya’da Demokrasi Sınavı”, Milliyet, 11 Temmuz 2012, s.18.
[4] Alain Badiou, “Demokrasi Dediğin Laftır”, Cumhuriyet, 11 Aralık 2011, s.12.
[5] Nilgün Cerrahoğlu, “Arap Baharı’ndaki Son Sahne: Linç”, Cumhuriyet, 22 Ekim 2011, s.11.
[6] Betül Berişe, “Libya’da ‘Gölge Tiyatrosu’…”, Cumhuriyet, 24 Kasım 2019, s.7.
[7] Sungur Savran, “Emperyalizmin Himayesinde Barbarlık”, Birgün, 29 Ekim 2011, s.10
[8] Ferhat Sarı, “Libya’ya Kim Hükmedecek? Evrensel, 12 Kasım 2014, s.10.
[9] Abdulhâkim Belhaj, “Devrim Tüm Libyalıların”, Gulf News, 1 Ekim 2011.
[10] Emir Taheri, “Albay Kaddafi Devrilirken NATO’nun İşi Daha Bitmedi”, The Times, 23 Ağustos 2011.
[11] 1980’lerde Afgan cephesinde Sovyetler’e karşı savaştıktan sonra Libya İslâmi Savaş Grubu’nu kurarak Kaddafi’ye cephe açan Belhaj, 2004’te Malezya’da yakalanıp Tayland’da gizli bir merkezde tutulduğunu belirterek, “Beni yaraladılar, kollarımdan astılar, üzerime soğuk su ve buz döktüler,” dedi. Kaide işbirliğini reddettiğini anlatan Belhaj, halkı için savaştığını belirtip ekledi: “ABD’den intikam niyetim yok. Libya-ABD ilişkilerinin önünde engel olmam.” (“CIA’den Gördüğü İşkenceleri Unuttu”, Radikal, 3 Eylül 2011, s.20.)
[12] “Libya’ da Beşir, NATO ile Aynı Safta”, Radikal, 28 Ekim 2011, s.22.
[13] “Katar, Libya’ya Asker Gönderdiğini Kabul Etti”, Hürriyet, 26 Ekim 2011.
[14] “Bir Filozofun Libya Macerası”, Taraf, 6 Nisan 2012, s.2.
[15] “… ‘İşi Bitirmekte’ Kararlılar”, Cumhuriyet, 28 Mayıs 2011, s.13.
[16] “Fransız iç istihbarat kurumu DCRI’nın eski Başkanı Yves Bonnet, Kaddafi rejimin devrilmesinden sonra demokratik bir rejime geçemeyen, aksine git gide daha kaotik bir ülke hâline gelen Libya’da yaşanan olumsuzluklardan, Fransa Cumhurbaşkanı François Sarkozy’yi sorumlu tuttu.1982-85 yılları arasında Fransa iç istihbarat örgütü DCRI’nın başkanlığı yapan Bonnet, Cezayir’de yayımlanan El Haber’e verdiği röportajda, Sarkozy’nin sorumlu olduğu kaosun bütün Afrika’yı tehdit ettiğini söyledi.” (“Eski İstihbarat Başkanı Sarkozy’yi Suçladı”, Hürriyet, 16 Nisan 2012.)
[17] “NATO, Başladığı İşi Bir An Önce Bitirmeli”, The Observer, 26 Haziran 2011.
[18] “Libya Yeni Liderini Arayacak”, The Guardian, 20 Ekim 2011.
[19] Mustafa K. Erdemol, “Çöl Aslanı’nın Dişleri Söküldü”, Cumhuriyet, 23 Ağustos 2011, s.9.
[20] “Kaddafi Öldürüldü”, Radikal, 21 Ekim 2011, s.24-25.
[21] James Petras, “Solun Libya Tavrı Gözden Geçirilmeli”, Birgün, 29 Ağustos 2011, s.6.
[22] “Libya’da Savaş Bitti”, Cumhuriyet, 21 Ekim 2011, s.13.
[23] “Kaddafi Öldürüldü”, Radikal, 21 Ekim 2011, s.24-25.
[24] Mustafa Kemal Erdemol, “Hançeri ‘Dostları’ Vurdu”, Cumhuriyet, 13 Ocak 2020, s.8.
[25] “Kaddafi’den 50 Milyon Euro Harçlık Almış”, Milliyet, 14 Mart 2012, s.24.
[26] “Batılı Liderlerin ‘Utandıran’ Pozları”, Cumhuriyet, 22 Ekim 2011, s.11.
[27] Emre Kızılkaya, “ABD, 2 Yıl Öncesine Kadar Libya’ya Askeri Malzeme Satmış”, Hürriyet, 26 Ağustos 2011, s.21.
[28] “ABD Kaddafi Yönetimi ile Görüştü”, Cumhuriyet, 20 Temmuz 2011, s.10.
[29] “Fransa ile Görüşüyoruz”, Cumhuriyet, 12 Temmuz 2011, s.11.
[30] “NATO, Başladığı İşi Bir An Önce Bitirmeli”, The Observer, 26 Haziran 2011.
[31] “Libya Topraklarında Yabancı İzi”, Cumhuriyet, 1 Haziran 2011, s.10.
[32] “Kaddafi Öldürüldü”, Evrensel, 21 Ekim 2011, s.8.
[33] “Linç Hasıraltı Ediliyor”, Cumhuriyet, 23 Ekim 2011, s.11.
[34] Counterpunch, 21-23 Ekim 2011.
[35] Ergin Yıldızoğlu, “Libya: Ertesi Gün”, Cumhuriyet, 26 Ekim 2011, s.4.
[36] Sungur Savran, “Emperyalizmin Himayesinde Barbarlık”, Birgün, 29 Ekim 2011, s.10.
[37] Ergin Yıldızoğlu, “Biz Geldik, Gördük, O Öldü”, Cumhuriyet, 24 Ekim 2011, s.13.
[38] Abdulbari Atwan, “Kaddafi’nin İdamı”, Kuds ül Arabi, 21 Ekim 2011.
[39] “Putin: Kaddafi’nin Katli ABD’nin İşi”, Cumhuriyet, 16 Aralık 2011, s.13.
[40] Kaddafi’nin Sirte’de bir kanalizasyon borusunda saklanırken yakalandığı ve kendisini kuşatanlara “Ateş etmeyin! Ateş etmeyin!” diye bağırdığı da muhalif kaynaklarca öne sürüldü. Kaddafi’nin öldürüldüğü operasyon sırasında, devrik rejimin savunma bakanı Ebubekr Yunus Cebir’in de öldürüldü. (“Albay’ın Sonu”, Cumhuriyet, 21 Ekim 2011, s.13.)
[41] “Yeni Dönem Linçle Başladı”, Cumhuriyet, 22 Ekim 2011, s.11.
[42] “Kaddafi’yle Birlikte 70 Kişi İnfaz Edildi”, ntvmsnbc.com, 17 Ekim 2012.
[43] Hüsnü Mahalli, “Zafer Çığlıkları…”, Akşam, 27 Ağustos 2011, s.14.
[44] Mete Çubukçu, “Libya’da Sıra ‘Aslan Payı’nda”, Radikal İki, 9 Ekim 2011, s.11. Mete Çubukçu, “Libya’da Sıra ‘Aslan Payı’nda”, Radikal İki, 9 Ekim 2011, s.11.
[45] “Yeni Libya’yı Kuranlar Kaddafi’nin Eski Bakanları”, Zaman, 4 Eylül 2011, s.13.
[46] “Libya Yarışı Hızlı Başladı”, Cumhuriyet, 25 Ağustos 2011, s.10.
[47] “Libya’ya ‘Demokratik Şeriat’…”, Cumhuriyet, 14 Eylül 2011, s.12.
[48] Aslı Kayabal, “Libya İştah Kabartıyor”, Cumhuriyet, 28 Ağustos 2011, s.9.
[49] “Yüzde 35’i Kapmış Bile”, Hürriyet, 2 Eylül 2011, s.14.
[50] “Sarkozy Petrolün Yüzde 35’ini Garantilemiş”, Akşam, 2 Eylül 2011, s.15.
[51] “Fransa: Bombayı Attı, Petrolü Kaptı!”, Vatan, 2 Eylül 2011, s.12.
[52] Murat Çakır, “İki, Üç, Daha Fazla Libya?”, Yeni Yaşam, 19 Ocak 2020, s.8.
[53] “Devlerin Petrol Savaşı”, Radikal, 28 Eylül 2011, s.19.
[54] Ergin Yıldızoğlu, “Dün Suriye Bugün Libya”, Cumhuriyet, 8 Temmuz 2019, s.13.
[55] “ABD’den AB’ye Libya Çıkışı”, Cumhuriyet, 18 Temmuz 2020, s.7.
[56] Pepe Escobar, “Felâket Kapitalizmi Libya Semalarında”, Asia Times, 24 Ağustos 2011.
[57] Nur Batur, “Çatışmalardan Kaygılıyım”, Sabah, 1 Şubat 2012, s.18.
[58] Yusuf Karataş, “Libya’da Vekalet Savaşı ve Emperyalist Yıkım!”, Evrensel, 3 Temmuz 2019, s.9.
[59] “Trablus Havalimanında Çatışmalar”, Kuds ül Arabi, 5 Haziran 2012.
[60] “Libya İçin ‘Savaş Suçu’ Raporu”, Cumhuriyet, 5 Ekim 2021, s.7.
[61] “Mahkûmların Durumu Kötü”, Cumhuriyet, 2 Ekim 2011, s.10.
[62] “Ne Vicdanları Ne Hukukları Var”, Birgün, 17 Şubat 2012, s.11.
[63] “Libyalı Muhaliflere Suçlama”, Cumhuriyet, 14 Temmuz 2011, s.13.
[64] “Bingazi Vahşeti”, Cumhuriyet, 30 Mart 2013, s.14.
[65] “Kaddafi Yanlıları da Var”, Cumhuriyet, 29 Temmuz 2013, s.14.
[66] “Libya’da Federalizm Çağrıları”, Cumhuriyet, 4 Kasım 2012, s.13. “Libya’da Federalizm Çağrıları”, Cumhuriyet, 4 Kasım 2012, s.13.
[67] “İsyancılar Silah Bırakmıyor”, Cumhuriyet, 12 Aralık 2011, s.9.
[68] “Libya’ya Paralı Asker Akını”, Cumhuriyet, 25 Aralık 2019, s.7.
[69] “Trablus Manevrası”, Cumhuriyet, 27 Mayıs 2020, s.7.
[70] Ergin Yıldızoğlu, “… ‘Yeni Osmanlı’dan Emperyalist Olur mu?”, Cumhuriyet, 25 Haziran 2020, s.11.
[71] “Radikal Örgütler Suriye’den Libya’ya Çekilecek”, Yeni Yaşam, 24 Aralık 2019, s.9.
[72] “Bir Garip Zafer”, Milliyet, 2 Eylül 2011, s.16.
[73] Emre Kızılkaya, “ABD, 2 Yıl Öncesine Kadar Libya’ya Askeri Malzeme Satmış”, Hürriyet, 26 Ağustos 2011, s.21.
[74] “Libya’da Bilanço Ağırlaşıyor”, Cumhuriyet, 12 Haziran 2011, s.11.
[75] “NATO Yanlışlığı Seriye Bağladı”, Cumhuriyet, 20 Haziran 2011, s.11.
[76] Husam Aytani, “Devrimden Bir Yıl Sonra Libya”, El Hayat, 17 Şubat 2012.
[77] “Bingazi Konsolosluğu CIA Üssüydü”, Taraf, 3 Kasım 2012, s.2.
[78] “Libya’daki Konsolosluk CIA’in Gizli Üssüydü”, Milliyet, 3 Kasım 2012, s.24.
[79] “Libya’yı Üçe Bölme Planı”, Cumhuriyet, 11 Nisan 2017, s.12.
[80] Mustafa K. Erdemol, “Hafter Neden Vazgeçilmez?”, Cumhuriyet, 13 Temmuz 2020, s.7.
[81] “Rusya: NATO’nun Açıklaması Akıl Dışı”, Cumhuriyet, 21 Aralık 2011, s.12.
[82] “Putin’den Libya Uyarısı”, Cumhuriyet, 6 Temmuz 2019, s.7.
[83] “Libya ‘Kurtuldu’, Şeriat Geldi”, Cumhuriyet, 25 Ekim 2011, s.12.
[84] “Libya’ya ‘Demokratik Şeriat’…”, Cumhuriyet, 14 Eylül 2011, s.12.
[85] Fehim Taştekin, “Çölde Pusulasız Bir Ülke”, Radikal, 25 Ekim 2011, s.28-29.
[86] Fehim Taştekin, “Darbe Yapacak Bir Ordun Bile Yok:)”, Radikal, 17 Şubat 2014, s.19.
[87] “İç Savaş Çanları”, Kuds ül Arabi, 4 Ocak 2012.
[88] “Fizan Kan Gölüne Döndü”, Gündem, 30 Mart 2012, s.13.
[89] Al Kuds Al Arabi Başyazı, “Değişimden 2 Yıl Sonra Libya”, Evrensel, 31 Aralık 2012, s.11.
[90] “Yeni Libya’yı Kuranlar Kaddafi’nin Eski Bakanları”, Zaman, 4 Eylül 2011, s.13.
[91] “Libya’da Meclis Feshedildi”, Evrensel, 7 Kasım 2014, s.11.
[92] Fehim Taştekin, “Yeni Libya Mayınlı Tarla”, Radikal, 24 Ağustos 2011, s.20.
[93] Fehim Taştekin, “Afrika’daki Western”, Radikal, 11 Ekim 2013, s.23.
[94] “Libya’da Çözümsüzlük Sarmalı”, Gündem, 22 Mayıs 2014, s.12.
[95] Gökhan Ayalp, “IŞiD’in B Planı Libya”, Milliyet, 7 Mart 2016, s.12.
[96] “Libya IŞİD’in Oyun Sahası Oldu”, Cumhuriyet, 20 Şubat 2015, s.12.
[97] “Libya’daki Geçici Yönetim: İç Savaş Çıkabilir”, Hürriyet, 5 Ocak 2012.
[98] “Libya, Patlamaya Hazır Volkan”, Taraf, 20 Mayıs 2014, s.2.
[99] “Milisler Katliam Yaptı”, Cumhuriyet, 17 Kasım 2013, s.13.
[100] “Libya’daki Karışıklık ‘Kaddafi Döneminden Daha Kötü’…”, Evrensel, 4 Ağustos 2014, s.11.
[101] Kemal Can, “Neyin Mücadelesi Kimin Savaşı?”, Cumhuriyet, 14 Ağustos 2018, s.6.
[102] Ergin Yıldızoğlu, “Yaşamla Kumar Oynamak ve Diğer Saçmalıklar”, Cumhuriyet, 2 Mart 2020, s.11.
[103] “Yemen’de Türk İstihbaratçıları Yakalandı”, Gündem, 3 Haziran 2015, s.13
[104] Ergin Yıldızoğlu, “İdlib’den Çıkış Var mı?”, Cumhuriyet, 17 Şubat 2020, s.11.
[105] St John, Ronald Bruce (4 Haziran 2014), Historical Dictionary of Libya. Rowman & Littlefield. s.201.
[106] Maggie Michael, (5 Aralık 2019), Russian mercenaries backing militia commander trying to capture Tripoli, Libya and US officials say, Military Times.
[107] Dr. Mustafa Fetouri, (24 Kasım 2019), Libya’s GNA is linked with notorious criminals, including human traffickers, Middle East Monitor.
[108] Fehim Taştekin, (15 Eylül 2019), Are Libyan Turks Ankara’s Trojan horse?, Al-Monitor.
[109] The Counter Extremism Project (CEP), Muslim Brotherhood in Libya, Counter Extremism.
[110] Türkiye ile Birleşmiş Milletler (BM) destekli Libya’nın Trablus merkezli Ulusal Uzlaşı Hükümeti (UUH) arasında askeri işbirliğini düzenleyen mutabakat muhtırası 21 Aralık 2019’da TBMM Genel Kurulu’nda muhalefetin itirazlarına karşın kabul edildi. Doğu Akdeniz’de enerji, etkinlik mücadelesi tam gaz devam ederken Ankara’nın Libya UUH ile deniz sınırlarını belirleyen, askeri işbirliğini içeren adımları tartışmaların merkezinde. Libya UUH’nin Türkiye’den askeri destek talep edeceği, Ankara’nın bu yönde hamleye hazırlandığı yönünde haberler gündemdeyken gözler TBMM Genel Kurulu’ndaki oylamadaydı.
Mutabakat muhtırasında, Libya’da “Ani Müdahale Kuvveti” kurulmasına Türkiye tarafından eğitim, danışmanlık ve malzeme desteği verilmesi, bu ülkede “müşterek Savunma ve Güvenlik İşbirliği Ofisi” kurulması ve “davet üzerine askeri eğitim ve danışmanlık hizmeti verilmesi” işbirliği alanları arasında sayılıyor. Bu maddelerle Türkiye’nin Libya’ya muharip olmasa da eğitim amaçlı asker gönderebilmesinin altyapısı oluşturuluyor. Adaların, kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölgesinin olmayacağı maddesi de yer alıyor. Bu maddeyle Türkiye, Yunanistan’ın Meis başta olmak üzere Akdeniz’deki adalarına dayanarak kendi münhasır ekonomik bölgesini Türkiye’nin kıta sahanlığına genişletme çabalarının önüne geçmeyi amaçlıyor. (“Libya’ya Askeri Hamle”, Cumhuriyet, 22 Aralık 2019, s.7.)
[111] Tatiana Şuvalova, Sputnik TR, 18 Aralık 2019.
[112] Birol Güger, “Doğu Akdeniz’de Son Liman: Libya”, Cumhuriyet, 21 Aralık 2019, s.2.
[113] “Hafter: Ankara’ya Karşı İsyan Çağrısı”, Yeni Yaşam, 4 Ocak 2020, s.7
[114] “Kaddafi’nin Katillerine Türkiye’de Tatil Ödülü!”, Birgün, 30 Aralık 2011, s.11.
[115] “Libya Ekspresi Çok Yük Taşımış (2)”, Yeni Yaşam, 12 Şubat 2020, s.10.
[116] “Macron: Türkiye’nin, Libya’da Cezai Sorumluluğu Var”, Yeni Yaşam, 1 Temmuz 2020, s.7.
[117] Türkiye’de 2012’de kurulan SADAT (Uluslararası Savunma Danışmanlık Ticaret Şirketi), Blackwater benzeri askeri eğitim veren ve eski TSK mensupları tarafından yönetilen Türkiye’nin ilk ve tek şirketi. SADAT, sivillere askeri ve iç güvenlik eğitimi veriyor ve iktidara milis yetiştiriyor. SADAT’ın kurucusu ve yönetim kurulu başkanı olan Em. Tuğ. Adnan Tanrıverdi Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın danışmanlığı da yaptı.
[118] Ahmet Yavuz, “Libya ile Mutabakatın Düşündürdükleri”, Cumhuriyet, 15 Aralık 2019, s.2.
[119] Ahmet Yavuz, “Libya ve Riskler”, Cumhuriyet, 7 Ocak 2020, s.2.
[120] Hüseyin Hayatsever, “Suriye’deki Yanlış Libya’da Tekrarlanıyor”, Cumhuriyet, 26 Aralık 2019, s.7.
[121] Murat Gülderen, “Libya’da 100 Milyar Dolarlık Pazar Açıldı”, Cumhuriyet, 7 Kasım 2011, s.10.
[122] “Tekeller Ganimetin Peşinde”, Evrensel, 27 Ağustos 2011, s.8.