yazılarKıbrıs iktibasÖlünün ardından kötü konuşmak yanlış mıdır? - George Kumullis

Ölünün ardından kötü konuşmak yanlış mıdır? – George Kumullis

alıntı yapılan kaynakyeniduzen.com
Orjinal yazının kaynağıpolitis.com
diğer yazılar:

Bettie Davies, bir zamanlar şöyle demişti: “Hiçbir zaman ölünün arkasından kötü şeyler söylememliyiz, yalnızca güzel şeyler söylemeliyiz. Bugün Joan Crawford’un öldüğünü duydum. Harika!”

Bettie Davis 1908-1989 yıllarında yaşamış Amerikalı film yıldızıydı, meslektaşı Joan Crawford’un ölümü üzerine bu yorumu yapmıştı.

Ne zaman tartışmalı bir şahıs vefat etse, neredeyse kaçınılmaz biçimde “Ölünün arkasından kötü konuşmayınız” gibi sözcükler duyarsınız. Bu neredeyse tüm ülkelerde yakın geçmişe kadar sürdürülegelen bir tabu idi. Ancak bu tabu kime hizmet etmektedir? Bunun yararı nedir? Gerçekten de eğer geçmişten birşeyler öğrenmek ve şimdi vefat edenler tarafından etkilenmiş olan insanları onore etmek istiyorsak, ölüler hakkında dürüst biçimde konuşmalıyız, dürüstlük, onların arkasından kötü konuşmak anlamına gelse bile… Çok şükür bugün bu gerçekleşmektedir! Pek çok sosyoloğun “bir sosyal devrim” diye niteledikleri şeye tanık oluyoruz günümüzde, bu tabuda derin çatlakların meydana geldiğini daha şimdiden görüyoruz.

Sosyal medyanın modern kültürümüzün bir parçasına dönüşmesiyle birlikte bu ilerici gelişmeye çok önemli – belki de en önemli – katkılarda bulunmuştur. Ve elbette bu Kıbrıs’a özgü bir şey değildir, global bir olgudur…

2013 yılında Margaret Thatcher’in ölümünden sonra Synthesio’nun medya analizi 25 bin çevrimiçi ilk dalga yorumu incelemiş ve bunların üçte birinin olumsuz olduğunu görmüştür. Diğer yorumların yanısıra o günlerde İngiltere’de Milletvekili olan George Galloway, Facebook sayfasına “Thatcher, Nelson Mandela’yı “terörist” olarak tanımlamıştı. O bunu söylerken ben Avam Kamarası’ndadyım. Bunu söylerken dudaklarının nasıl hareket ettiğini görmüştüm. İnşallah cehennem ateşlerinde yanıp kavrulur!”

Bu hafta EOKA’nın önde gelen üyelerinden birisi vefat etti, Thasos Sofokelus idi bu. Beklendiği gibi, sosyal medya onun EOKA mücadelesine katkılarını andı. Ancak pek çok diğer şahıs da onun hakkında olumsuz yorumlar yaptılar ve bunu o kadar da kibar bir şekilde yapmadılar.  EOKA savaşçılarıyla ve hatta bizzat EOKA’nın kendisiyle bu şekilde alay edilmesi, 1958’de Mağusa ilçesinde en korkunç biçimde öldürülmüş olan 18 solcunun “hain” olarak damgalanması ortadan kaldırılmadığı sürece devam edecektir. Bu solcular hain olamazlardı çünkü zaten EOKA, solcularla herhangi bir işbirliğini yasaklamıştı. Kurulu düzen, Kıbrıs Tarihi’nin bu yönünün karanlık kalmasını güvence altına almaktadır. Bu da tarihin bariz biçimde çarpıtılmasıdır. EOKA’nın tarihi yalnızca genç insanların asılması ve Afksendiyu ve Matsis’in fedakarlıklarından oluşmuyor. Mali nedenlerle bazı iyelerinin ihanetinin de tarihçesidir. Katledilmiş socuların ve görüşleri nedeniyle tacize uğrayan düzinelerce insanın da tarihidir. 1971-74 yılları arasında Kıbrıs Cumhuriyeti’ne karşı eylemlerde bulunarak darbe için zemini hazırlamanın da tarihidir. Muratağa-Atlılar e Sandallar’daki korkunç suçların tarihidir bu aynı zamanda ki bu suçları Birleşmiş Milletler, insanlığa karşı işlenen suçlar olarak tanımlamıştır. Ve Dohni’de işlenen korkunç suçların da tarihidir bu.

sayfa-17-ressam-dafne-triminikliodisin-savas-karsiti-tablolarindan-biri.jpg

Ressam Dafne Triminikliodis’in savaş karşıtı tablolarından biri…

Eüer korkunç biçimde öldürülmüş, tacize uğramış veya işkence görmüş olan socuların binlerce birinci ve ikinci dereceden akrabalarını da dikkate alacak olursak, o zaman Sofokleus ve EOKA’ya karşı olumsuz yorumlar tuhaf karşılanmamalıdır. Bu, o solcuların akrabalarının içlerindekini dökmeleri için bir fırsattır.

İşlenmiş olan cinayetlerin vahşetinden bir örnek verecek olursak, Mihalis Bumburuis’in “Sınanma Günleri” başlıklı kitabından bir örnek vermek isterim. Bu örnek, Panayotis Stilyanu’nun öldürülmesiyle ilgilidir – Panayotis Mayıs 1958’de bir gün bir komşusunun evinde eşiyle, kızı ve beş yaşındaki bir çocuğuyla birlikte oturuyordu. Bumburis şöyle yazıyor:

“… Aniden bir grup maskeli adam girdi avluya, ellerinde üzerine çivi çakılmış sopalar ve silahlar vardı. Stilyanu’nun önce başına vurmuşlar ve sersemlemiş halde yere düşmüştü. Karısı ve kızı, Panayotis’i odaya doğru seçekerek maskeli adamların odaya girmesini engellemeye çalışmaktaydılar. Kadının kollarını ve kaburgalarını kırmışlar ve kızını da yaralamışlardı. Odaya girmişler ve Panayotis’in başını ve vücudunu çivili sopalarıyla vura vura ezmişlerdi. Panayotis’in karısı dokuz ay boyunca hastanede yatmak zorunda kalmıştı iyileşebilmek için. Kızı ise şunları anlattı: ‘Hastanede babamın potinlerini çıkardığımızda, potinlerin içinden et ve kemik parçaları dökülüyordu. Onu o çivili sopalarla ezim ezim etmişlerdi…’ Ve Panayotis’in oğlu Andreas da yaşlı bir kadının gelerek avucuyla gözlerini kapattığını ve böylece bu korkunç suça tanık olmasını engellemeye çalıştığını anlatıyor…”

Elbette Sofokleus’un 1958’de EOKA tarafından işlenmiş bu suçlarla en ufak ilgisi yoktu elbette. Ancak 1955-59 EOKA Savaçıları Dernekleri Başkanı olarak örneğin solcuların öldürüldüğü bu davalardan birisini inclemeye alıp, onların “ihanet” ettikleri yönündeki iddiaları çürütebilir, onları aklayabilirdi. Ancak bu konuda en ufak bir eğilim dahi göstermemiştir. Eğer bunu yapmış olsaydı, şimdi belki de solcular bile onu onore edecekti…

Ve işin özüne geliyoruz işte: Ölünün arkasından konuşmamamız gerektiği yönündeki iddia doğru mudur? Bu sorunun yanıtı kesinlikle koca bir HAYIR’dır.

Bir Hitler, bir Stalin, bir Yuannidis, yolsuz bir politikacı, bir katil, bir tecavüzcü, bir pedofil haklı çıkarılabilir mi? Tüm bunlar sırf ölmüş oldukları için saygıyı haketmezler! Hiç kimse kutsal değildir, ne ölümde, ne de hayatta ve kırılgan bir devleti iyileştirebilmek maksadıyla, şikayetlerimizi dile getirmeliyiz.

Sırf onları taciz etmiş olan şahıs öldü diye hiç kimse acılarını, şikayetlerini ve hissettikleri adaletsizliği bastırıp susmaya mecbur bırakılmalıdır. Çünkü bazı ölüler, ölmelerinin üstünden çok zaman geçse dahi, bizlere zarar vermeye devam edebilirler…

(POLİTİS gazetesinde 29.7.2023’te Rumcası yayımlanan George Kumullis’in kendisinin İngilizce’ye çevirmiş olduğu makalesini Türkçeleştiren: Sevgül Uludağ/YENİDÜZEN).

  • Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Yeniçağ Gazetesinin editöryal politikasını yansıtmayabilir 
- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
325AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin